Düzgün  TASKIRAN 

  Anasayfa  |Resimler  |Şiirler   |Site  defteri    |İletişim |Linkler |          DEUTSCH
    D. TASH
   
     
KORKUNUN ECELE FAYDASI YOK..  
GAZETECİ OLDUKLARI İÇİN Mİ , YOKSA SUÇ İŞLEDİKLERİ İÇİN Mİ TUTUKLANDILAR?  
DTP MILETVEKILLERI, BDP ILE TÜRK MECLISINE GERI DÖNERKEN...  
GENELKURMAY BASKANI ILKER BASBUG HERKESI TEHDIT EDIYOR…  
DTP” NIN SİNE-İ MİLLETTE (KÜRDISTANA) CEKILMESI DOGRUDUR...  
TÜRK DEVLET”ININ, „KÜRT ACILIMI“ TARTISMALARI..  
 CHP'DE ONUR ÖYMEN YALNIZ MI IRKÇI?  
ARKADASIM ZÜLFÜ TÜZÜN“ÜN ARDINDAN....  
ECZACI ARKADAŞLARIMA...  
16 MART KATLİAMI
KIMSOR SITESI NEDEN PROVOKATÖRLERE KUCAK ACIYOR?  
"DÖNÜŞÜ OLMAYAN YOL"   
ŞU BİLGİÇLİK TASLIYAN “SOLCULAR”A  
KIMSORLU HEMŞERİLERİME..   
ULU TANRIMA..  
KISA BİR YAŞAM ÖYKÜSÜ...  
KEMALISTLERİN SESI" www.kimsor.com"ve sitemiz KIMSORAN - 1  
KEMALISTLERİN SESI " www.kimsor.com"ve sitemiz KIMSORAN - 2  
İNSANİ HAKLARIMI GERİ İSTİYORUM!  
KANİYA DERE GAZE  
YENİ BİR SİTENİN AMACI!  
 
 
KORKUNUN ECELE FAYDASI YOK..
              D.TaSh
 

MHP MYK üyesi Lütfü Türkkan, "AK Parti’nin yeniden iktidar olması halinde hemen ardından Diyarbakır’ın Mısır’daki Tahrir Meydanı’na döneceğini, karışıklık çıkınca da İskenderun Limanı’na Birleşmiş Milletler gemilerinin gelip "Kürtler’e yardım etmeye geldik" diyerek “kukla bir Kürt devleti” kuracaklarını iddia etti.

Türk sömürgeci sistemin siyasetçilerin korkusunu anlıyoruz.. Onlara göre lozanla kurulan türk devletı parçalanır. sevr yeniden hortlanır. Sevr demek bir kürd devletinin kurulması anlamına gelir.
Nasname sitesi haklı olarak" Sömürgeci devletler için felaket olan şey Sömürge Kürdistan için Kurtuluş olur. Aynı Güçler, Kürdlere devletleşmeyi öngörüyordu diye “SEVR”i felaket, Kürdleri yok saydı diye de “LOZAN”ı kurtuluş olarak gördüler. Evet, yeni bir Lozan mı, yeni bir Sevr mi? "

Peki biz kürdler adına siyaset yapan "siyasetçiler" ne diyor.? Onlara göre AKP ve türk devletı Türkiyeye yazık ediyorlarmış.. Bu ne anlama geliyor? Bunlar ne demek istiyorlar? Anlayan varsa bize anlatsın? Son dönemlerde sürekli felaket telalığı yapılıyor.. Kürdlerin gözünü korkutuyorlar.. Aklınca sanatj yapıyorlar..Güya Türkiye Irak ve yogoslav olacakmış, Türkiye parçalanacakmış? Parçalansa ne olacak? Hiç olmasa halklar arasındaki kavgalar biter..
Fakat rantçı türk egemenleri bunu istemezler, çünkü onlar bu sayede koca bir ülkeyi talan ediyorlar.. Talanın bitmesi, yılanın ölümü demektir..

Pekı ya Kürdler için hangisi daha iyi. sevr mi, lozan mı? Kürdlere devlet hakkı tanıyan sevr tabbi ki, kürdler için bir kazanımdı.. Kürdler buna neden hayır desınler ki? kendi inkarı Lozana mı evet desinler? Aklı başında hiç bir kürd bugünkü koşullarda yaşamak isterr mi? Kendini yok sayan bir sistemin kölesi olmak ister mi? Bunları söylemek türk düşmanlığı değildir, aksine türk halkınında, türkçü faşist parangalardan kurtulması demektır. Bu parangalardan dolayı türk halkı dünyada soykırımcı olarak asagılanıyor..Türk halkı bunu ha edıyor mu?

Biliyorum ki, en başta bu düsünceme türk "solcular" karşı çıkar.. Onlar enternasyonlcı geçindikleri için, herkesi türk gibi görmek isterler. Bu şekilde propaganda yapma imkanları olur. Türkiye bu temelde büyük bir güç olur ve emperyalıst batıya kafa tutar.. Türk solu samimi ise, önce kapının önündeki pislikleri temizlesin.. Kürd halkinin ulusal hakları verilmesi mücadelesini desteklesinl..Onlar bunu yapmazlar, çünkü soven çizgileri buna el vermiyor.. çünkü onlar kemalizmin tutsaklarıdırlar..

Tarihin çarkını ne kadar geriye çevirsenizde, çark gene tekrar kendi yönünü bulur.. Bugün için kürd siyaseti, karşı devrimin esareti altındadır. Birgün mutlaka bu parangalardan kurtulur..

Önemli olan kürdlük adına siyaset yapanların, bir an önce bu yanlışdan dönmesidir... Kürdler kendi özgüçlerini esas alamalı ve programlarını ırkçı sistemin dışına taşımaları gerekir.
Tüm mücadele biçimlerini redetmeden, dünyanın konjunkturıunu göz önünde tutarak, hedefe yürümeleri gerekir.. Özgürlük türk ırkçı sisteminden kopuşla olur.

D.TaSh

 

Zum Seitenanfang 

 
GAZETECİ OLDUKLARI İÇİN Mİ , YOKSA SUÇ İŞLEDİKLERİ İÇİN Mİ TUTUKLANDILAR?   D.TaSh
 
 

Bu gercekleri bilmeden hic kimseyi suclamaya hakkimiz yok...
Oda tv ve onun yazarlarinin bize karsi düsmanca tutumlarini bildigim halde, Bunlarin ergenekoncu olduklarini bildigim halde, yalnizca farklı düşündükleri veya yazıp çizdikleri için tutuklandılarsa, bunu demokrasinin adina ayipliyorum.

Bu site genelkurmayin düsüncelerini yansitan bir sitedir.. Sürekli askerlerin yaptigi suclari kamufle ederek, dezinformation ile gercekleri igdis ediyor.

Kisacasi suclu olarak yargilanan generallerin sucsuzlugunu ispat etmeye calisiyor, onlara kol kanat oluyordu. Basin adina bunlar yüz kizartici islerdir.. Sucluyu övmek de bir anlamda insanlari suca tesvik etme anlamina geliyor..

Sayet bu kisiler ayrica yasa disi v.s gibi olusumlarda yer almislar ve suc islemislerse, elbetteki onlarda yargilanmali ve cezalarini cekmelidirler...
Demokrasilerde, hic kimsenin suc isleme özgürlügü olmamalidir.

Türk sömürgeci devleti, her zaman taraflidir. Kendi katilini, köpegini kolar, fakat kendisi gibi düsünmeyene de en agir yatirimlar uygular. Bu uygulamalarin en büyük kurbanlari kürdlerdir..

AKP ikiyüzlüdür.. Ergenekonculari, derin devletcileri, kürdistanda isledikleri katliamlardan dolayi yargilamiyor.. Eger ögle olsaydi, en basta 17 bin faili cinayeti isleyen katiller sürüsünü önce yargiya tasirlardi. Bunlarin hesabini sorarlardi.
Türk adaleti bu konuda körleri ve sagirlari oynuyor.

Agar”lar, Cilerler, Yesiller ve ordudaki generaller bu suclardan dolayi yargilanmiyorlar. Bu katillerin hepsi aslanlar gibi elini kolunu salayip disarda dolasiyorlar.. Tv”lara cikip, yaptiklarini savunuyorlar. Ne türk basinindan ve nede türk yargisindan bir ses var. Kürdistanin her tarafinda toplu mezarlar ciktigi halde, herkes suskundur.

AKP “nin adaleti yalnizca kendisini kolamak icindir. Ona karsi darbe girisiminde bulunan kisleri yargiya tasiyor.. Amac, iktidarini saglama almaya, muhaliflerini susturmaya yöneliktir.

AKP ”de türk sömürgeci sisteminin üslenmistir.
Kimileri, AKP”yi kemalizm karsiti gibi gösterek, AKP ile flört etmeye calisirken, kimileride AKP ye karsi, kamalizmin irkci yüzünü gizliyor. Bu iki anlayisin sahiplari bizleri türk irkci sisteminine yamama görevlerini üstlenmis durumdalar.. Bunlar kürdleri aldatiyorlar..

Tek millet, tek dil, tek din, tek bayrak ve tek milli mars, hem kemalizmin ve hemde sahtekar dincilarin ortak simgeleridir. Kenan Evrenin ciftliginde beslenerek, büyüyen AKP”nin demokrat olmasini beklemek nafiledir..

Demokrasiyi ancak demokrasiye inanmis güclerin ortak cabasiyla, ortak cephede bulusmasiyla kazanilir.. Bunun icin diyorum ki, AKP (Aldatmaca Kandirmaca bir partidir..)

Kemalizm ile AKP izm ikiz kardestirler.. Biri dinle, digeri irkci simgeleri öne cikararak halki uyusturuyor. Bunlarin kendi aralarindaki celiski, sistemi kim yönetsin kavgasidir.

Bizler bu kavganin tarafi olmamaliyiz. Bizler sistemle celiskisi olan halklarimizin özgür iradesini esas alarak, mücadelemizi sürdürmeliyiz..

D.TASH

 

Zum Seitenanfang

DTP MILETVEKILLERI, BDP ILE TÜRK MECLISINE GERI DÖNERKEN...
              D.TaSh
 

DTP kapatildiktan sonra, DTP”nin miletvekilleri sine-i millete cekileceklerini söylemislerdi. Cok gecmeden DTP milletvekileri, imralidan gelen direktif üzerine, tekrar türk meclisine geri döndüler..

DTP”nin kapatilmasindan sonra bende bu konuda görüslerimi yazmistim.
Yazimda, Kürdler adina politika yapan bir parti icin dogru yolun sine-i millet oldugunu belirtmistim.

DTP”ye yapilan derin güclerin operasyonuydu. Bu operasyona AKP”de destek vermisti. Amac DTP”deki kürtcü kesimlere bir ders vermekti.

DTP”nin sine-i millete dönme karari vermesiyle, hem derin güclerin ve hemde AKP”nin beklemedigi bir durumdu. Kürd halki DTP miletvekilerini bagrina basti. Kürdistanda siyasi ve özgürlükcü düsüncelerin kabarmasina, türk parlamentosunun teshirine neden oldu. Ayrica AKP, kendisininde kapatilacagi korkusuna kapilarak geri adim atti.

Türk egemenleri, kürdlerin DTP”ye partiye sahiplenmesini, bir tehlike olarak gördüler. Alelacele yeniden DTP miletvekillerini meclise dönme cagrisini yaptilar.

Apdullah Öcalan”in bu dogrultudaki cagrisi sonucu, DTP milletvekilleri meclise, yeni partiyle BDP (Baris Demokratik Partisi) dönmeye karar verdiler. Büyük bir ihtimalle, Ufuk Aras”la grup olusturarak meclisteki calismalarina devam edeceklerdir..

Bir kürd vatandasi olarak , DTP milletvekillerinin meclise geri dönmelerini istemedim. Kürdün, kürd olarak taninmadigi bir ülkede, irkci bir mecliste olmanin kürdlere faydasindan ziyade, cok zarari vardir.

DTP bunu bildigi halde, meclise geri döndü.
DTP”nin iradesi Abdullah Öcalan”a baglidir. DTP onun söylediklerine göre davraniyor.
Abdullah Öcalan ise siyasi bir tutukludur, onun iradesi ise tutsaktir. Tutsak edilmis bir kisiden kürdler icin özgürce konusacagini bekleyemeyiz. O, ancak kendisine müsaade edildigi oranda konusabilme imkanina sahiptir. Aksi durumda konusmasi da yasaklanir. Yirmi milyon insanin dilini yasaklayan bir devlet, Apo”yu neden özgürce konustursun ki? Eger devlete bir yarari olursa konusmasina müsaade eder. Apo icerde bizden bizden daha fazla konusuyorsa, düsünmemiz gerekir..

Abdullah Öcalan tutuklandiginda, herkesin gözü önünde devlete hizmete hazir oldugunu belirtmisti. Bunlari nasil unutabiliriz ki?

Abdullah Öcalan Romada iken, Roj Tv deki bir konusmasinda kürdlere seslenerek sunlari söylemisti. “Eger beni Türkiyeye verirlerse, kendi basinizin caresine bakin, beni artik yokum.” demisti. Ben kisi olarak o zaman onun ona bu tavrindan dolayi saygi duymustum.

Abdullah Öcalanin tutuklandiktan sonra PKK ve DTP cevreleri bu düsüncelere uygun davranmadilar. Apdullah Öcalanin avukat görüslerini harfiyen emir olarak algiladilar.

DTP Ve PKK iradesiz partilerdir. Onlarin iradesi Adullah Öcalana, dolayisiyla onlar da tutsak partilerdir.

Apdullah öcalan, onlara oturun dediginde otururlar, kalkin dediginde kalkarlar.

Bu partiler = Abdullah Öcalan demektir. Apdullah Öcalan istedigi düsünceleri savunabilir. Bugün savundugu düsünceler de bir bütünlük yoktur. Sürekli degiskenlik göstermektedir. Bugünkü dünya konjukturünde kürdler lehine olumlu bir ortam varken, kürd talepleri daha yüksek sesle dile getirlemesi gerekirken, asgariye düsürdü. Kendi kisisel sorunlariila kürdleri oyaladi.

Devrimci bir örgüt stratejisini bir kere cizer. Bu stratejiye uygun, somut taktik adimlarla hedefe gider. Apdullah Öcalanin sabit bir programi yoktur. Cani neyi istiyorsa onu söylüyor. Kürdlerin bagimsizlik, federasyon, özerklik gibi taleplerini agzina almiyor.

Türkiyenin üniter devletine, demokratik cumhurriyete ve kemalizme övgüler diziyor.. Bu görüsler, kürdlerin talepleri degildir. T.C.“nin eksikliklerini gidermeye yönelik reformcu düsüncelerdir. Kendisini ikinci bir kemal olarak görüyor.

DTP“nin programi da bu dogruluda türkiyelesme programidir. DTP, secimlere “Türkiyeye sözümüz var” sloganlariyla katildi.
DTP”nin miletvekilleri yukardan, kürdlere dayatilan kisilerdir. Bu kisiler Kürdlerin oylariyla meclise girdiler, Fakat kendileri türkiyeli olarak görüyorlar.

Her ne kadar DTP kendisini bir türkiye partisi olarak görse de, Türk tarafi onlari ögle görmüyor. Onlari sürekli tahrik ediyor. Sokaklarda onlara karsi linc girisimleri yaptiriyor.
DTP ne yapsada türk devletine kendini kabul ettiremiyor.

Partinin kapatilmasiyla bir nebze de olsa rahatladilar.

DTP parlamento catisi altinda kürdlerin taleplerinden ziyade, sürekli Abdullah Öcalanin sorunlarini gündeme getirdiler.
Dünyanin hic bir yerinde, Abdullah Öcalan gibi kisisel sorunlari icin, bir halki sokaklara cekende yoktur.

DTP, mecliste “acilim” konularinda, sorumlulugu almak yerine, Abdullah Öcalani muhatap gösteriyorlar. Sorumlulugu üzerine almiyorlar. Irade göstermeyen bir partiyi hic kimse ciddiye almaz. Mecliste olsa ne ise yarar.

DTP”nin BDP olarak meclise dönmesi hic birseyi degistirmeyecektir. Üzerlerinde devletin baskisi daha fazlasiyla devam edecektir.

BDP ”nin miletvekilleri devletin baskilarindan kacmak icin, kürdlerin sorunlari yerine, gündem disi konularla kendilerini oyalarak zaman gecireceklerdir. Tipki AKP”nin hükümete kalmak icin, askerlerle uzlasmaya giderek iktidarda kalmaya calistigi gibi..

BDP” liler , AKP “nin “acilimlari”ni tesvik etmek yerine, bu “acilimlari” etkisiz hale getirmeye calisacaklardir. Kürd TV acildiginda DTP karsi tavir sergilemisti. Kürd halki onlari ciddiye almayinca, tutumlarini degistirdiler. Bu olumsuz tavirlar devam ederse, ister istemez statükocu güclere, ergenekonculara yardim etmis olur..

Otuz yildan beri, Kürdler adina mücadele veren bir parti, kürdler icin neyi gerceklestirdi? Su an nerde duruyor? Bunlari analiz etmek gerekir. Kürdlerin adina savunundugu talepler icin, silahli mücadele yürütmeleri gerekmez. Bu talepler düzen sinirlari icersinde siyasi olarak da yürütülür. Silahi öne cikarmak, kürt sorunun cözümsüz kalmasini saglar. Devletinde istedigi budur. Türk devleti, silahli mücadeleyi öne sürerek, dünyayi aldatarak, kürd taleplerini ertelemeye calisiyor. Halbuki dünyadaki durum, ulusal sorunlari bariscil olarak cözülebilir.

Eger kürdlerin bagimsizlik hedefi esas alinsaydi ve ona uygun silahli mücadele yürütülseydi, silahli mücadelenin bir anlami olurdu. Bu talepler olmadigina göre neden silah?

Kürdlerin talepleri oldukca aciktir. Kürd olmaktan kaynaklan siyasl haklarini istiyorlar. Kendi dilinde egitim hakki ve kendi topraklarinda yönetmek istiyorlar. Türk devleti bu mahsun sorunlarin cözümüne yanasmiyorsa, dünyada tecrit olmus demektir.

Abdullah Öcalan tutuklandiktan sonra, “silahla bu is yürümez. Silahla on kürd devleti kuralacagina inansam yinede silah kulanmayacagim“ demisti. Sonra yine kararini degistirdi..

UCK gibi bir örgüt Kosovada bagimsiz bir devlet kurarken, PKK gibi bir örgüt, otuz yildir dünyanin en devrimci halkinin destegine ragmen, türk devletine anadil egitim talebini bile kabul ettiremiyor. Burda bir sakatlik yokmu?

Kürdlerin bugünkü durumunu söyle izah edebiliriz. Muhammed Ali ringe ciktiginda, önce rakibini yorar ve sonra onu nakavt ederdi.
Türkiyenin derin gücleri de, kürdleri bu sekilde hirpalayarak, nakavt etmege calisiyorlar.

Biz kürdler hala bu karanlik oyunlari görmeyecekmiyiz?

Gercek bir kürd partisi kürdün ayri örgütlenmesini savunur. Türk devletine karsi, karsi cephede durarak siyasal mücadelesini verir. Tüm ulusal kurtulus mücadeleleri böyle verilmistir. Düsmanla ayni yataga girerek, mücadele edemez. .
Bu anlayisi esas alamayan parti kürd partisi olamaz. Ancak türk partileri olur.

Kapatılma sürecinde kürdler icersinde iki anlayis ortaya ortaya cikti.

Birinci anlayis, DTP’li milletvekillerin tümden istifa etmelerini salık veren, yani sine-i millete dönme
ikinci anlayis ise, DTP’nin kapatılmasının önemli olmadığı ve DTP’li parlamenterlerin başka bir partide devam etmesi gerektiğini söyleyen tutumdu.

Birinci tutumda kürdlerin kendi iradesini esas alan demokrasiyi gelistiren, özgürlestiren tutumdur.

Ikincisi tutum ise kürdleri gerileten,teslimiyete ve kaybetiren tutumdur.

Kürdler kendi üzerlerinde oynanan bu oyunlari bozmadikca, saglikli politikalar da gelisteremezler..

Türk devleti kürdlerin, farkli kürd partilerinde örgütlenmesini istemezler. Kendi kemalistci tekci örgütlenme zihniyetlerini, kürdlere de dayatiyor. Tek”kürd” partisini daha rahatca kontrol edebilir. Bilincli bir sekilde, bu partinin öne cikmasini sagliyor.

Devletin Karanlik oyunlarini bozmak icin, kürdler ve örgütleri, kendi halkinin somut talepleri etrafinda birlesmelidirler. Özgürlüge giden biricik yol budur..
 

D.TaSh

 

Zum Seitenanfang

GENELKURMAY BASKANI ILKER BASBUG HERKESI TEHDIT EDIYOR…
              D.TaSh
 

Genelkurmay baskani Basbug, orduyu elestiren herkesi düsman görerek tehdit ediyor.
Genelkurmaya göre gercek düsmanlar ise, kürdler ve onlari temsil eden siysetcilerdir.
Türklerin aydinlari, devrimcileri, muhalifleri de , ordunun "icraatlarini " elestirdiklari icin, orduyu yipratiyorlar. Onlarda bu nedenle düsmandirlar.

Kürdler, türk ordusunun icraatlarini yakinda bildikleri icin, ona karsi olmalari dogaldir. Kürdleri inkar ve imha eden irkci kurumlarin basinda ordu vardir. Bu ordu kürdlerin bir numarali düsmanidir. Bugüne kadar 200 bin kürd öldürmüstür. Kürdün mücadelesini kanla bastiran bir orduya asla sempatiyle bakmazlar. Bu nedenle Kürdler bu fasist orduya karsi savasiyorlar.

Türk kesiminde ise, ordunun icraatlarini elestirenler vardir. Cünkü ordu her ise burnunu sokuyor. Türkiye halkini bu pis islerinden dolayi esir almistir. Siyasete, hukuka, yasama sürekli müdahale ediyor. Ülkede demokrasinin gelismesine engel oluyor.

Son yillarda ordunun icinde bin bir cete fiskirdi. Ordu, ordu olmaktan cikmis, tamamen suc ve cete örgüte dönüsmüstür. Ordu, etnik kimliklere, farkli inanclara ve düsüncelere karsi , sürekli darbe, suikast planlari yapti ve yapmaya devam ediyor. Cete suclarina bulasan generalleri ve subaylari hergün izliyoruz. Kürtlere karsi yürütülen kirli savasta, onlara bir cok ayricaliklar verildi. "Vatan" kurtaricisi olarak yüzlerce suc örgütü kurma hakkini elde ettiler..

Ordunun icindeki bu suc örgütleri, artik kabina sigmaz oldu. Yaptiklari suclardan dolayi her gecen gün teshir oluyorlar. Bunlarin yaptiklari kamuoyunun gündemine girmistir. Bu ordunun "vatan ve bayrak " sevgilerinden cok, cikarlarini sevdiklerini herkes gördü. Ergenekon faaliyetleri, darbe , kafes planlari aciga cikmis durumdadir. Bu davalar bugün mahkemelerde devam ediyor. Ordu gün gectikce kan kaybediyor.
Türiyedeki her cetenin icinde askerleri görüyoruz. Eroin, esrar, cinayet ne ararsan bulunur. Büyük bir korku imparatorlugu olusturmuslardir. Halklari susturmuslardir. Herkes elestirilir, fakat orduyu elestiremesin. "peygamber ocagi" görürler..

Genelkurmay baskani Basbug"un gürlemesinin nedeni de, ordunun pis islerini elestirenleri susturmaktir. Tehdit edilenlerin basinda, sayin Ahmet Altan ve taraf gazetesi vardir.

Basbug kendilerini eletirenlere "baska isiniz yokmu "bizim yaptiklarimizi elestiriyorsunuz.” diyor. “ Biz bu vatani koruyoruz. Bunun karsiliginda biraz suc islemisiz cok mu? Eger bizi elestirseniz, size karsi da operasyon da yapariz.” demege getiriyorlar.

Türk siyasetcileri ve basini, Basbugun tehditlerine sessiz kaldi veya destek verdi.

Yalnizca bazi namuslu aydinlar, Basbugun tehditlerine cevap verdi.
Bunlardan biri de Ahmet Altan di.

Basbug saldirgan bir ordunun genelkurmayidir. Ahmet altan ise kalemiyle ordunun olumsuzluklarini elestiren, sagduyulu bir gazetecidir.
Ahmet“in kaleminden baska bir ordusu yoktur. Onun amaci orduyu yipratmak degil. O, ordunun bulastigi pis isleri elestiriyor ve ordunun kendi asli görevlerini yapmasini istiyor. Altan"in elestrileri, burjuva demokrasinin cikarlarina, hukukuna uygundur.

Bize göre ise, türk ordusu, irkci devletin bir kurumudur. Bu kurumun elestirilmesi yetmez, dagitilmasi gerekiyor. Ahmet Altan ise orduyu düzeltmek istiyor. Orduyu kendi ordusu olarak görüyor. Onu korumak ve kollamak istiyor. Orduyu suc örgütlerinden temizlenmesini istiyor.
Ahmet Altan"la düsünce farkliligimiz budur. O hala bu suc örgütü, ordunun düzelecegini saniyor.
Bunlara ragmen, Ahmet Altan"in söylediklerini önemsiyoruz.
Genelkurmay baskani, Ahmet altan“in bu düsüncelerine dahi tahammül edemiyor ve onu ve gazetesini tehdit ediyor.
Bu durumda Bizler tehdit eden genelkurmaya karsi, Ahmet Altan”a sahip cikiyoruz.
Genelkurmay eger halkin vergileriyle maas aliyorsa ve halkin bir memuru ise, o zaman halkin taleplerine göre davranmalidir. Halkin vergisi ile alinmis silahlarla, halklarimizi ve aydinlarimizi tehdit etmeye hakki yoktur. Genelkurmayda herkes gibi, halka hesap vermelidir.

Türk ordusu halkin ordusu degildir. Bir avuc emperyalist isbirlikcinin ordusudur. Altan"i amerikanci diye elestirenler, en basta bu natocu orduyu elestirmelidirler. Güc, bu ordunun elindedir. Herkesi tehdit eden bu saldirgan ordudur.
Ahmet bey iyiniyetli olmasina ragmen, bu ordunun düzelecegini, halkin ordusu oldugunu saniyor.

Bugün”solculuk” adina bu saldirgan ordunun güclenmesini savunanlar var. Ordu güclü olsunki, dünyaya kafa tutsun. Hitler gibi dünyayi atese atsin. Bunu isteyenler aslinda, emperyalist bir türk ordusu istiyorlar. Yeni Osmanli hayalerini canlandiriyorlar. Dogu Perincek, Yalcin kücük, Baykal, Devlet bahceliyi,
ayni cizgi de bulusturan anlayis da budur..
Güya onlara göre, bu ordu “milli” bir ordudur. Bu ordu güclü olursa, ABD,ye, AB “ye kafa tutar. Onlari ülkemizden kovar.
Emperyalizme bagimli bir ordu ne zamandan beri yurtsever oldu? Bu kesimler yalanlarla halklarimizi aldatmaya calisiyorlar. Bu ergenekoncu kafalar ordunun katliamlarina göz yumuyorlar. Ahmet Altan gibi birinin elestirilerine dahi kabulenemiyorlar. Altan"i emperyalist isbirlikcisi gibi göstermeye calisiyorlar. Halbuki kendileri emperyalist isbirlikcilei olduklari halde..
Bu “solcu” partiler Ahmet altan”i hedef alacaklarina, önce ordularini hedef almalidirlar. Türkiye halklarini esir almis bir ordudan kurtulsunlar Tüm kötülüklerin basi zaten bu ordudur.
Ahmet Altan“i hedef alanlara sormak gerekir? Ahmet Altan"in nesinden korkuyorsunuz? Kaleminden baska neyi var? Basbug"un himayesinde ise 1 milyonluk ordu var. Asil tehlike burdan geliyor. Cesaretiniz varsa, önce bu orduyu elestirin, ona krasi durun.
Aslinda isin icinde burda bir hinlik var. Onlar bu saldirgan ordunun icraatlarini gizlemeye, onu korumaya calisiyorlar. Onlar Türkiyede asker toplumu istiyorlar.

Bugün icin herkesin, Basbug”un tehditlerine karsi, Ahmet Altan"a sahip cikmasini gerektiriyor.
 

D.TaSh

 

Zum Seitenanfang

DTP” NIN SİNE-İ MİLLETTE (KÜRDISTANA) CEKILMESI DOGRUDUR...
              D.TaSh
 

DTP“ den yapılan yazılı açıklamada, „Grubumuz fiilen Meclis’ten çekilmiştir ve yarın Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk başta olmak üzere tüm milletvekillerimiz Diyarbakır’a giderek alınan sine-i millet kararını fiili olarak yerine getireceklerdir“ denildi.

DTP”nin bu tavri cesitli siyasal kesimlerde farkli yorumlara neden oldu. Bu karar CHP, MHP, AKP ve devletin kurumlarinin mutabakati ile alindi. DTP”ye karsi bir ergenekon operasyonuydu. Gerek türk ordusu ve gerek PKK de DTP”nin bu sekilde gitmesini istemediler.

DTP aslinda büyük millet meclisinde bir anlamda esir alinmis bir partiydi. Kürt halki adina parlamentoya girmesine ragmen, bir türk partisi gibi calistilar. Buna ragmen türk devletine kendilerini begendiremediler. Üzerindeki cok yönlü baskilar nedeniyle, kapatilmasi belki onlari rahatlatti. Hem kürtleri ve hem türkleri memnun etmek mümkün degildi. Bir parti hangi tabandan oy aliyorsa, o tabarin sesine kulak vermesi gerekir. Aksi durumda bir sonraki i secimlerde halktan gereken ilgiyi bulamazdi.

Mecliste “acilim” ile ilgili i son tartismalar, kürt sorunun alevlenmesine zemin yaratti.
Bu durum Türk devleti ve onun siyasi partilerini oldukca rahatsiz etti. Onlar Kürt sorununu tartismak ve siyasalastirmak istemiyorlardi. zlerdi. AKP kürtlerin oylarini garantilemek icin de olsa bazi kücük adimlar atarak, Kürtleri PKK den sogutmak istedi. PKK bunu bildigi icin, bu duruma karsi durdu. “Acilim” oyununu bozarak, bir anlamda statükocularla ayni kefeye düstü.

Türk devleti anasaya mahkemesinin araciligiyla DTP”yi kapattirdi. Kürtleri siyasetten men etti. Türk devleti, Kürtleri siyasetin disina atarak, onlara alternatif olarak daglari gösterdi. Bu sekilde "Kürtler teröristirler, siyasete gelemiyorlar" mesajini dünyaya vermeye calisiyor.

Kürtler bu saaten sonra daga cikmak yerine bulunduklari alanlarda örgütlenerek, kendi en mesru talepleriyle sokaklara cikarak , sivil itihatsizlikla mücadeleye devam etmeleri gerekir.

Türk devletinin siyasi partilerinin amaclarini anliyoruz. Fakat “solcu” gecinen cevrenin kürtlere yaklasimlarini anlamakta zorlaniyoruz.

Türkiye “solu” en ufak karin agrisinda sucu ABD"ye veya dis emperyalist güclere atar. Bu mantikla isin icinden cikmaya calisir. Peki bu emperyalistlerin ülkelerimizdeki bas destekcileri, en basta NATO"cu ergenekoncu türk ordusu degilmidir? Yillarca dis ülkelerde diplomatik görevleri üslenen türk devletinin bürokrasisi degilmidir? Amerikayla, diger emperyalistlerle esas olarak flört eden bu kesimler degilmidir? Emperyalist cikarlari icin disariya asker gönderenler de onlardir.

Hükümetler ise bu iliskileri onaylamaktan, noter görevlerini yapmaktan öte hangi rolleri vardir?

Sucu, yalnizca AKP"ye yükleyerek isin icinden cikilir mi? AKP hükümet olsa bile, iktidar degildir. Adamlar bir basörtü kanununu bile cikartamiyorlar. AKP hükümete kalsin diye, statükocu güclere boyun egmekten öte ne yapiyor?

Eski statükocu gücler ellerindeki mevzileri AKP ye kaptirmamak icin direniyorlar.

“Solcular” ve "koministler" ise bu statükocu güclere yöneleceklerine, AKP“yi öne cikariyorlar. Yapilacak”olumlu” adimlari sabote etmeye calisiyorlar. Tali sorunlari öne cekerek, ana celiskiyi neden gözardi ediyorlar? Bu ülkede degisimin de, devriminde, tüm kötülüklerin de ana kaynagi Türk devleti ve onun kurumlaridir. “Solcular” ise yalnizca hükümeti görüyorlar. Yani agaci görürlerken, ormani görmüyorlar.

Bu anlayisla yürütülen bir mücadele, devletin statükocu güclerine hizmet etmekten öteye gitmez.
Neden ülke icindeki irkci devlete yönelen mücadeleyi esas almiyorlar. Amerika mi dilimizi yasakladi? Amerika mi kimligimizi yasakladi? Amerika mi "kürt vatandaslarinizi insan yerine koymayin mi?" dedi
TKP” ve diger “solcularin” yazilarini okudugumda bunlarin ergenekoncu yazarlardan farkli birsey söylemedigini görüyorum. Yalcin Kücük, Dogu Perincek, Nihat Genc, Ilhan selcuk; Balbay, Sabih Kanadoglu, Baykal, Bahceli v.s (kizil elma koalisyonu) gibileriyle ayni zeminde bulusmak kimlere hizmet ediyor. "solcular" AKP" ye saldiriyorlar. Bu"solcular"i statükocu güclerle bulusturanda bu yanlis teorilerdir.

Devletin temel kurumu orduya karsi mücadele vermeyen biri solcu olur mu? Orduya bel baglamak ne zamandan beri devrimcilik oluyor?

TKP"nin bir yazisinda,
"Türklerin ve Kürtlerin birliğini net bir biçimde savunmayan hiçbir siyasi dayanışma etkinliğinin içinde olmayacak, hiçbir platformda yer almayacak, emperyalizme, gericiliğe ve sömürücü sınıflara hizmet eden hiçbir açılıma sessiz kalmayacaktır. Bu aynı zamanda emperyalist projelerden ve gericilikten kopma iradesi gösterenlerle en derin ve ileri dostluklara hazır olunduğunun da ilanıdır."


Bu yazida kürtlere tek alternatif sunuluyor.” Kürtlerin ve Türklerin birligini savunmayanlarla birlikte olunmayacagi “söyleniliyor. Kürtler kendi baslarina, türk devletinden ayrilmaya kalkismasinlar. Kalkisirlarsa biz yokuz demek istiyorlar. Türk devleti bundan farkli birsey mi söylüyor?
Siz ne zaman Kürtlerle birlikte oldunuz ki? Kürtler türk olduklarinda onlari kabulendiniz. Kürtler ayri bir ulus olarak mücadele verdiginde , sizler kösenizde „solcu“ olarak onlara akil vermege calistiniz.
Kürt halki sizden izin alip mi örgütlenecek? Sizin de mantiginiz, türk devleti gibi, kendi örgütlenme projelerini dayatmaktir. Kürtler 90 yildir bu lanetli cemberde esir yasiyorlar. Artik bu anlayisa hayir mdiyoruz. Kürtler ancak kendi ülkesindeki örgütlenmeyi esas alarak kurtulabilirler. Ezilen uluslarin kurtulusu tüm dünyada böyle olmustur.

Yalcin Kücük, Dogu Perincek ve Nihat Genc gibi ergenekoncu yazarlar Kürt halkinin mücadelesine karsi, devletinin stratejik cikarlarini savunuyorlar. Onlar "anti" emperyalistci gecinirler, diger yandan kendi irkci, fasist ordularinin borazanligini yaparlar. Eger Türk halkinin mücadelesi bu irkci „solculara“ kaldiysa, Türkiyede asla degisim olmayacaktir. Bu sarlatanlar televizyonlara cikarak, devletine akil veriyorlar. Bunlar nasyonal solcudurlar. Devletci olduklari halde, "solcu" gecinirler.
Yalcin Kücük bir dönem, PKK"nin televizyonuna cikti, Onlara yataklik yapti. Kürtlerin savasmasini öneriyordu. Acaba kim ona bu misyonu vermisti? Böyle bir kisinin cift tarafli oynamasini kimler istedi? Eger biraz düsünürsek neci oldugun anlariz.

Ergenekoncu ceteler, derin devletin ceteleridirler. Derin devleti temsil ederler. Onlar AKP"nin devleti ele gecirmesine karsi duruyorlar. Bunlar statükonun devamini istiyorlar. AKP ise kendisi icin demokrasi oyununu oyanayarak, devletin yeni sahibi olmaya calisiyor. Her iki grup da dis emperyalistlerin uzantilaridirlar.

Bakin asagidaki yazida ergenekoncu Nihat genc neler diyor;

„Filistin İsrail’in toprağı değil işgaldir, İsrail’in havadan karadan nasıl acımasız katliamlara girdiğini tüm dünya biliyor. Çeçenistan Rusya toprağı değil işgaldir, sadece hava saldırılarıyla iki ayrı savaşta yüz binlerce insan nasıl katledildi gördünüz. Sincian’da olanlar büyük bir kışkırtma ve katliam olarak görünüyor. Irak Afganistan Amerika toprağı değil işgaldir, milyonları nasıl öldürdüler gördünüz. Anadolu toprakları ise sizlerin öz toprağıdır ve bugün askerimiz köylerde kimlik dahi sorsa tüm Avrupa ayağa kalkıp bas bas bağırıyor. Sincian’da, ne Birleşmiş Milletler ne Avrupa dinlediler. Ama sizler öz toprağınızda Avrupa, Amerika markalı mayınlara dahi ses çıkartamıyor, silahları kim veriyor uluslararası arenada tek soru soramıyorsunuz. Aksine tüm Avrupa ve insan hakları kurumları birkaç vakayı bahane edip dünyanın en faşist en insanlık dışı vahşileri bizlermişiz gibi bildiriler yayınlıyor. Bunun adı ‘güçtür’ ve bu katliamları yapanlara karşı hiçbir dünyalı ‘ambargo’ koyamaz, gerçek budur. İnsan hakları, hukuk, ne anlama geliyor bir daha düşünün.“

Bakin Nihat genc yukarda ne güzel yazmis. O genc Filstini, Cecenistani, Uygur türklerini savunurken güzel bir nutuk cekiyor. Peki su yakinindaki Kürdistan icin neden tek bir cümle yazmaz. 500 bin kisilik türk ordusunun Kürdistandaki varligina deginmez. Cünkü o, irkci bir “solcu” ve ergenekoncudur. Kendi ordusunun icraatlarina deginmez. 17 bin faili cinayeti gündeme getirmez. Kürdistandaki katliamlari görmez. Böyleleri ortalikta dolasarak, caka atarak halki aldatmaya calisiyorlar. Nihat genc de, Tv programlarinda, aynen Fettullah gülene benzer ayinlerle, Mustafa Kemalin cumhurriyetine aglama ayinleri yapmaktadir..

Türk devletinin resmi düsüncesi hala inkar ve imhadir. Bunu unutmayalim..

Kürtler imha ve inkara karsi topyekün bir direnisle ancak bu sistemden kurtulabilirler. Dünyadaki tüm kürt dostlarini yanina almalilar. Türk devleti ise, Kürtleri dünyaya terörist diye kabul etirmeye calisiyor. Bundanda vaz gecmeyecektir.


Akli basinda her kürt artik bu sorunun cözümü icin kafa yormalidir. Kürtler Kürdistani esas alan bir mücadeleyi öne cikarmalilar. Ancak böyle bir mücadele ile tüm kürt halki kurtulusa yönelebilir. Kürtler türk devletinin kurumlarindan uzak durmalari gerekir. Güney Kürtleri gibi bagimsiz kurumlarini yaratmalidirlar. Biz bunu söyledigimizde mutlaka türk “solculari” bize milliyetci diyecekleridir. Varsin desinler. Onlar her zaman sovendiler. Biz hic olmasa bir ulusun temel insani haklari savunan devrimci milliyetcileriz.
Gelinen nokta da , türk siyasal partileri de Kürtleri kendi platformlarinda görmek istemiyorlar. Bize ”Ya türk olun, yada kürt olarak bizden uzak durun. “ diyorlar.

Artik cin siseden cikti. Her yerde kürt- türk ayrismasi baslamistir. Türkün oldugu yerde kürt, kürdün oldugu yerde türk tahammül gösteremiyor. Son olaylarla bu gerginlik en üst düzeye cikti.

Kürdler provokasyanlara gelmeden, gelecege hazirlik yapmalilar. Türkiyenin bati illerinde yasayan kürtlerin dikkatli olmalari gerekir. Günden güne linc provalari yapilmaktadir. Kürdlerin batidaki mal ve can güvenligi artik yoktur. Devlet bizzat bunlari kendisi tesvik ediyor. Gecmiste türklerin rumlara, ermenilere, diger halklara yaptiklari katliamlari da unutmayalim.

Türk – kürt iliskileri artik eskisi olmayacaktir. Bu ayrismayla birlikte, Kürtlerin isgalden kurtulma kapisida acildi. Kürdistandaki türk siyasal partilerini icimizden söküp atmaliyiz. Iisgalci türk ordusu daha fazla orda kalamaz. Hizli bir sekilde teshir olur. Bugün icin, türk devletinin Kürdistandaki siyasal partilerini ayakta tutan esas güc ordudur.

DTP”nin parlamentodan cekilmesi olumludur. Bu yeni adimi dogru degerlendirmeleri gerekir. DTP kürtlerle yeni itifaklar olusturmalidir. Kemalist cumhurriyeti demokratiklestirme yerine, Kürt halkinin özgürlügünü esas almalidir.

DTP“nin sine-i millete cekilmesi, halkimizin birlik ve beraberligine vesile olmasini diliyorum.
 

D.TaSh

 

Zum Seitenanfang

TÜRK DEVLET”ININ, „KÜRT ACILIMI“ TARTISMALARI..
              D.TaSh
 


Bugün Türkiyede ve dünyada herkes kürtlerin varligini kabul etmektedir. Türk devleti ve hükümeti de bu gercegi artik inkar edemiyor..

Kürtler mademki bir milletir. Bu milletin kimligini belirleyen bir dilleri vardir. Bu dil Kürtcedir. Kürtcenin kürtlerin anadili olarak kabul etmek en temel sartlardan biridir. Bu dilde egitim yapilmasi gerekir.

Kürtler azinlik olsalar bile, BM (birlesmis milletlerin) sözlesmelerine göre, anadil bir hak olarak taninmasi gerekirdi.

Tüm bu gerceklere ragmen bu irkci cevreler yinede, kürtlerin sevinmelerinden, kendine ait özelliklerini ifade etmelerinden huzursuz oluyorlar. Ortaligi sürekli geriyorlar..

Madem ki, Kürtler var, o zaman Kürtlerin acilarini, sevinclerini, özelliklerini ve onlara ait tüm simgelerini insan olarak kabullenmeleri gerekir..

Türk devleti bu gereceklere ragmen, hala inkarci zihniyetle sorunlara bakiyor. Kürtleri inkar ve imha siyasetiyle oyaliyor. Soykirimci politikalarini devam ettiriyor..

Bizler avrupada yabanci oldugumuz halde, hem bireysel ve hem kollektif haklarimizi buralarda kullaniyoruz. Ayrica devlet bu haklarimizi kullandirmak icin bizleri tesvik ediyor ve bize tüm imkanlarini sunuyor..

Örrnegin ben „türküm, müslümanim“ dedigim zaman, devlet bana gereken sosyal yardimlari yaparak, beni kendi toplumuma kazandiriyor. Kimliklerimize ve inanclarimiza saygi gösteriyor.

Türk devleti kendi “kardesi“ olarak gördügü Kürtlere ise bu imkanlari vermedigi gibi, hergün sopayla yola götürmeye calisyor. . Peki Kürtler böyle bir devlete, neden kendi devletiymis gibi görsünler ki?

Türk devletine göre, bir kürt kendini inkar ederse ve türk olursa. memur olabilir. Hic bir azinlik kendi kimligiyle türk devletinde görev alamaz. Herkes mutlaka türk olmali ve sünnet olmalidir..

Avrupali bunlara bakmaz.. Ise aldigi kisinin yetenegine bakar.

Türklerin hangi siyasal haklari varsa, Kürtlere de bu haklar verilmeli. Bunlar anayasal güvenceye alinmali.

Türkiyede hem Kürt var diyeceksiniz, hemde bir kürde , kürtce konusma, kürtlük özelliklerini unut diyeceksiniz. Böylesine aptal bir politika olurmu?

Devlet ve AKP isbirligi yaparak, ortaliga birseyler atiyorlar, diger partilerde baliklama üstüne atlayarak, kürtlere karsi linc politikalari olusturuyorlar. Kürtlersiz kürtleri tartisiyorlar. . Yani bir tiyatro oyunu oynanip gidiyor..

Türk devleti hala inkarci zihniyeti devam etiriyor. . „Yok PKK silah biraksin, yok teslim olsun, yok renklerini sevmedim, yok bayram havasiyla seviniyorlar“ gibi söylemlerle, kürtleri asimile etmeye ve yok etmeyi kafalarindan bir türlü cikaramiyorlar.

Kurdun kuzuya söyledigi gibi „sen suyu bulandiruyorsun“ diyerek, kuzuyu mutlaka yemegi aklindan cikarmadigi gibi, türk devleti de kürtleri asimile etmek icin her türlü osmanli oyunu oynayarak, kürtlerden kurtulmaya calisyor...

Artik bu cagda, siddetle, asimile ile, baskiyla hic bir milleti yok edemezsiniz. Bu yöntemler cagdisidir. Tek cikar yol demokrasiyle, kardesce bu sorunlari cözmeye yönelik atilacak adimlardir. Gercek türk ve kürt kardesligi ancak bu temelde gerceklesir. Aksi durumda ise sürekli düsmanliklar üretir...

En dogru yol, kürt milletini tanimak ve onun tüm insani haklarini teslim etmektir. Bir milleti var eden dilidir. Anadil egitimini serbest birakmak, kimligini anayasal güvenceye almak gerekir. Kürtlerin kendi bölgesinde yönetim hakkini teslim etmek gerekir. Kürtlerin en temel haklari verildiginde, inan ki PKK diye bir örgüt zaten kendiliginden silahini birakir gelir.

PKK, zaten silahli mücadeleyi birakmaya hazir oldugunu belirtmektedir. Buna ragmen Türk ordusui operasyonlarla, PKK"nin üzerine gidiyor. Zorla savastirmaya calisiyor. Bu oprerasyonlarin sonucunda hem asker ve hemde gerilla cenazeleri geliyor. Asker operasyon yapmasa, hic kimsenin burnu bile kanamaz.

Fakat savas rantcilari bu savasin bitmesini istemiyorlar. Issiz kalacaklarini biliyorlar. Savas ortaminda her türlü karanlik islerini daha rahatca yürütebiliyorlar.

Savasi kendileri tesvik ediyorlar ve sucu da PKK“ye yüklüyorlar.

Ondan sonra kalkip "KK silahi biraksin, gelip teslim olsunlar“ diyorlar.

Bu insanlar daga neden ciktilar? Kürt sorunu orta yerinde dururken, kürt gerillarinin gelip türk cezaevinde yatmalarini mi bekliyorsunuz?

Abdullah Öcalan, devletin bir mahkumudur. Devlet onunla icerde görüsüyor. Abdullah Öcalan“in aciklamalarindan sunu cikariyoruz.; Kemalizm ile bir problemi olmadigini belirtiyor. Ayrica "Ben ayri devlet istemiyorum. Ben üniter devlete, bayraga karsi degilim. Amac demokratik özerklik ve ayrica beni özgür birakin. " diyor. Abdullah öcalan"in ve PKK"nin su anda dile getirdikleri talepler, kürtlerin en asgari talepleri dahi degildir. Gecmiste bagimsiz, birlesik Kürdistani savunuyordu..

Durum böyle iken, devlet hala PKK yi „öcü, terörist“ gibi göstererek, kürtlere karsi bir saldiri kalkani olarak kulaniyor. Kürtlere hic bir hak tanimak istemiyor. PKK"yi zorla catistirmaya calisiyor. Bu ortamdan yararlanarak hem kürtlerin haklarini vermeyerek ve hemde dünyaya " biz PKK"nin "terör"ünden dolayi demokratik adimlari atamiyoruz " diye aldatacaklardir.

Böylesine hilebaz ve sahtekar bir devlet nerde var? AKP, osmanli kurnazligiyla kürtleri " din kardesligi" adi altinda, aldatarak Kürtlerin sempatisini kazanmaya calisiyor.
Güya AKP "demokratik acilim" yapacak ve Türkiyeyi düze cikaracak. Iyi de bir an önce bu acilimlarin gereklerini yapsinda herkes görsün ve rahatlasin.

Kisacasi AKP, süreci yavaslatarak, zaman kazanmaya calisiyor. Kürdistan da tüm irkci partiler yok oldu. AKP Kürdistanda devletin ordaki prejtijini yeniden güclendirmeye calisiyor. Kürdistanda AKP demek, T.C. nin Kürdistanda kalmasi demektir..

Kürtler uyanik olmali, AKP"nin sinsi oyunlarina kanmamalilar. AKP yi de diger partiler gibi icinden söküp atmalilar.

Kürtlerin siyasal, kültürel, ekonomik cikarlarini savunmayan hic bir partiye güvenmemeleri gerekir, bu parti DTP olsa bile.
 

D.TaSh

 

Zum Seitenanfang

TÜRK DEVLET”ININ, „KÜRT ACILIMI“ TARTISMALARI..
              D.TaSh
 


Bugün Türkiyede ve dünyada herkes kürtlerin varligini kabul etmektedir. Türk devleti ve hükümeti de bu gercegi artik inkar edemiyor..

Kürtler mademki bir milletir. Bu milletin kimligini belirleyen bir dilleri vardir. Bu dil Kürtcedir. Kürtcenin kürtlerin anadili olarak kabul etmek en temel sartlardan biridir. Bu dilde egitim yapilmasi gerekir.

Kürtler azinlik olsalar bile, BM (birlesmis milletlerin) sözlesmelerine göre, anadil bir hak olarak taninmasi gerekirdi.

Tüm bu gerceklere ragmen bu irkci cevreler yinede, kürtlerin sevinmelerinden, kendine ait özelliklerini ifade etmelerinden huzursuz oluyorlar. Ortaligi sürekli geriyorlar..

Madem ki, Kürtler var, o zaman Kürtlerin acilarini, sevinclerini, özelliklerini ve onlara ait tüm simgelerini insan olarak kabullenmeleri gerekir..

Türk devleti bu gereceklere ragmen, hala inkarci zihniyetle sorunlara bakiyor. Kürtleri inkar ve imha siyasetiyle oyaliyor. Soykirimci politikalarini devam ettiriyor..

Bizler avrupada yabanci oldugumuz halde, hem bireysel ve hem kollektif haklarimizi buralarda kullaniyoruz. Ayrica devlet bu haklarimizi kullandirmak icin bizleri tesvik ediyor ve bize tüm imkanlarini sunuyor..

Örrnegin ben „türküm, müslümanim“ dedigim zaman, devlet bana gereken sosyal yardimlari yaparak, beni kendi toplumuma kazandiriyor. Kimliklerimize ve inanclarimiza saygi gösteriyor.

Türk devleti kendi “kardesi“ olarak gördügü Kürtlere ise bu imkanlari vermedigi gibi, hergün sopayla yola götürmeye calisyor. . Peki Kürtler böyle bir devlete, neden kendi devletiymis gibi görsünler ki?

Türk devletine göre, bir kürt kendini inkar ederse ve türk olursa. memur olabilir. Hic bir azinlik kendi kimligiyle türk devletinde görev alamaz. Herkes mutlaka türk olmali ve sünnet olmalidir..

Avrupali bunlara bakmaz.. Ise aldigi kisinin yetenegine bakar.

Türklerin hangi siyasal haklari varsa, Kürtlere de bu haklar verilmeli. Bunlar anayasal güvenceye alinmali.

Türkiyede hem Kürt var diyeceksiniz, hemde bir kürde , kürtce konusma, kürtlük özelliklerini unut diyeceksiniz. Böylesine aptal bir politika olurmu?

Devlet ve AKP isbirligi yaparak, ortaliga birseyler atiyorlar, diger partilerde baliklama üstüne atlayarak, kürtlere karsi linc politikalari olusturuyorlar. Kürtlersiz kürtleri tartisiyorlar. . Yani bir tiyatro oyunu oynanip gidiyor..

Türk devleti hala inkarci zihniyeti devam etiriyor. . „Yok PKK silah biraksin, yok teslim olsun, yok renklerini sevmedim, yok bayram havasiyla seviniyorlar“ gibi söylemlerle, kürtleri asimile etmeye ve yok etmeyi kafalarindan bir türlü cikaramiyorlar.

Kurdun kuzuya söyledigi gibi „sen suyu bulandiruyorsun“ diyerek, kuzuyu mutlaka yemegi aklindan cikarmadigi gibi, türk devleti de kürtleri asimile etmek icin her türlü osmanli oyunu oynayarak, kürtlerden kurtulmaya calisyor...

Artik bu cagda, siddetle, asimile ile, baskiyla hic bir milleti yok edemezsiniz. Bu yöntemler cagdisidir. Tek cikar yol demokrasiyle, kardesce bu sorunlari cözmeye yönelik atilacak adimlardir. Gercek türk ve kürt kardesligi ancak bu temelde gerceklesir. Aksi durumda ise sürekli düsmanliklar üretir...

En dogru yol, kürt milletini tanimak ve onun tüm insani haklarini teslim etmektir. Bir milleti var eden dilidir. Anadil egitimini serbest birakmak, kimligini anayasal güvenceye almak gerekir. Kürtlerin kendi bölgesinde yönetim hakkini teslim etmek gerekir. Kürtlerin en temel haklari verildiginde, inan ki PKK diye bir örgüt zaten kendiliginden silahini birakir gelir.

PKK, zaten silahli mücadeleyi birakmaya hazir oldugunu belirtmektedir. Buna ragmen Türk ordusui operasyonlarla, PKK"nin üzerine gidiyor. Zorla savastirmaya calisiyor. Bu oprerasyonlarin sonucunda hem asker ve hemde gerilla cenazeleri geliyor. Asker operasyon yapmasa, hic kimsenin burnu bile kanamaz.

Fakat savas rantcilari bu savasin bitmesini istemiyorlar. Issiz kalacaklarini biliyorlar. Savas ortaminda her türlü karanlik islerini daha rahatca yürütebiliyorlar.

Savasi kendileri tesvik ediyorlar ve sucu da PKK“ye yüklüyorlar.

Ondan sonra kalkip "KK silahi biraksin, gelip teslim olsunlar“ diyorlar.

Bu insanlar daga neden ciktilar? Kürt sorunu orta yerinde dururken, kürt gerillarinin gelip türk cezaevinde yatmalarini mi bekliyorsunuz?

Abdullah Öcalan, devletin bir mahkumudur. Devlet onunla icerde görüsüyor. Abdullah Öcalan“in aciklamalarindan sunu cikariyoruz.; Kemalizm ile bir problemi olmadigini belirtiyor. Ayrica "Ben ayri devlet istemiyorum. Ben üniter devlete, bayraga karsi degilim. Amac demokratik özerklik ve ayrica beni özgür birakin. " diyor. Abdullah öcalan"in ve PKK"nin su anda dile getirdikleri talepler, kürtlerin en asgari talepleri dahi degildir. Gecmiste bagimsiz, birlesik Kürdistani savunuyordu..

Durum böyle iken, devlet hala PKK yi „öcü, terörist“ gibi göstererek, kürtlere karsi bir saldiri kalkani olarak kulaniyor. Kürtlere hic bir hak tanimak istemiyor. PKK"yi zorla catistirmaya calisiyor. Bu ortamdan yararlanarak hem kürtlerin haklarini vermeyerek ve hemde dünyaya " biz PKK"nin "terör"ünden dolayi demokratik adimlari atamiyoruz " diye aldatacaklardir.

Böylesine hilebaz ve sahtekar bir devlet nerde var? AKP, osmanli kurnazligiyla kürtleri " din kardesligi" adi altinda, aldatarak Kürtlerin sempatisini kazanmaya calisiyor.
Güya AKP "demokratik acilim" yapacak ve Türkiyeyi düze cikaracak. Iyi de bir an önce bu acilimlarin gereklerini yapsinda herkes görsün ve rahatlasin.

Kisacasi AKP, süreci yavaslatarak, zaman kazanmaya calisiyor. Kürdistan da tüm irkci partiler yok oldu. AKP Kürdistanda devletin ordaki prejtijini yeniden güclendirmeye calisiyor. Kürdistanda AKP demek, T.C. nin Kürdistanda kalmasi demektir..

Kürtler uyanik olmali, AKP"nin sinsi oyunlarina kanmamalilar. AKP yi de diger partiler gibi icinden söküp atmalilar.

Kürtlerin siyasal, kültürel, ekonomik cikarlarini savunmayan hic bir partiye güvenmemeleri gerekir, bu parti DTP olsa bile.
 

D.TaSh

 

Zum Seitenanfang

     CHP'DE ONUR ÖYMEN YALNIZ MI IRKÇI?   D.TaSh
 
CHP" de yalniz Onur Öymen mi irkci? Baykal sanki daha mi iyi?

CHP de bir cok Hitler hayranlari var.

Bir ara Baykal politikadan tamamen elini etegini cekerek kösesine cekildi. Sonra derin devlet onu yeniden egiterek, tekrar CHP"nin basina getirdi.

Baykal CHP"nin basina gectikten sonra, eski „reformcu“ söylemleriniden tamamen vazgecti. Baykalin artik hükümet olup olmama gibi bir derdi olmadi. Cünkü o, illegal olarak T.C. nin yeni sahibiydi. Onlarin adina politikaya soyundu.

CHP Atatürk"ün kurdugu partidir. 1950"lere kadar, bu parti tek basina Türkiyeyi diktatörce, fasistce yönetti.

Ikinci dünya savasindan sonra, bu partiden ayrilan bazi kisiler , demokrat partisini kurdular. Sözüm ona, Türkiye cok partili bir döneme gecti. Daha sonra bunlara dahi tahamül etmediler. 1960 darbesiyle menderes ve arkadaslarini asarak yeni bir anayasa yaptilar. Inonü"nun CHP"si her zaman gercek iktidar partisi olarak kaldi. Günümüze kadar da bu islevini sürdürüyor.

Normal parlamenter sistemlerde her parti, halkin isteklerini göz önüne alarak, politikalar yapar. Halkin destegini alarak hükümet olmaya calisir.

Gerek Baykal“in , gerek partisi CHP"nin,böyle sorunu olmadi. Onlar kendilerini cumhurriyetin bekcileri olarak görüyorlar. Derin güclerle isbirligi icindeler. Bu parti esas olarak, bürokrasi ve askerlere dayaniyor. Kendisne bagli olusturdugu sivil örgütlerle parlamentoda yerlerini aliyorlar.

Parlamentoya geirdikten sonra gercek bir iktidar partisi olarak davraniyorlar. Onlarin muhalefeti eski düzeni korumadir. Halkin taleplerinini düzeltmek degildir. Türkiyede kiim hükümet olursa olsun, sonucta iktidar olamiyor.Hükümet halkin tümünün oylarini da alsa da , anayasayi degistiremiyor.

Hükümet bunu yapmaya kalkarsa, basina dert almis olur. Derin gücler hemen devreye girerek, darbelerle, anayasa mahkemesi oyunlariyla hükümetin önünü keserler.

Bugün hükümet olan AKP"nin durumu budur. Derin devletin hismindan korktugu icin basörtü sorununu bile cözemiyorlar. Kendi tabanin isteklerini bile yerine getiremiyorlar. Diger partilerle aralarindaki kavga burdan kaynaklaniyoir..

CHP kendisini Atatürkün partisi, gercek iktidar partisi olarak görüyor. Bundan dolayi da ülkenin demokratiklesmesini engeliyor..


Bunlarin oy kaygisi, halkin talepleri, demokrasi mücadelesi v.s gibi kaygilari yoktur. Halka düsman bir partiidir. Irkci ve fasist bir partidir. Bu partiden degisim beklemek kendimizi aldatmaktir.

Yillardir bu partiye oy verenler birazcik düsünsünler. Bu parti bu insanlarin hangi sorunlarini cözmüstür?

CHP"nin asil islevi, halkin sorunlarini inkar ve imha yöntemleriyle cözmektir. Hitlerin politiklarini hayata gecirmektir. Halklarin demokratik düsüncelerini, inaclarini ve kimliklerini tanimiyan bir partidir...

Alevilerin, Kürtlerin oylarini alir, onlarin katliamlarina imza atar. Savas cigirtkaligi yapar.Fasizme karsi oldugunu söyler, fasist partilerin güclenmesine zemin yaratir.


Diger gerici partilerle aralarindaki kavga, iktidar kavgasidir. Kimin bu iktidari savunacagidir. .

CHP iste böyle bir partidir.

CHP”li Öymen bugün parlamento da kan üzerine politikalar yapiyorsa, bu o partinin üstlendigi misyondan kaynaklaniyor.

Türkiye"de, bir cok sahte solcu parti, halka bu partiyi "sosyal demokrat" diye yuturmaya calisiyor.Onlar, CHP"nin degirmenine su tasiyorlar. Artik bu sahte söylemlerden kurtulmaliyiz. Bu sahte solcularin, sigindigi son liman CHP"dir. Hayatin gercegi bize bunu gösterdi.


Gercek bir demokrat, gercek bir inanc sahibi insan, gercek bir mazlum kisi, böyle bir partiyi desteklemez. Bu partiye giden her oy, tekrar kursun olur, halka geri döner..

Aleviler, dindarlar, Kürtler, emekcilerr bu partiden uzak durmalidirlar. Bu partiden kurtulmadikca, demokrasinininde yolu acilmayacaktir.

D.TaSh
 

Zum Seitenanfang

 
      ARKADASIM ZÜLFÜ TÜZÜN“ÜN ARDINDAN....   D.TaSh
 
Zülfü Tüzün Temmuz ayinda izindeydim. Iznimi Amerikanin New york kentinde geciriyordum. Istanbul“dan aldigim bir mesajda Zülfü TÜZÜN arkadasimizin ölüm haberini ögrendim.

Izin dönüsünden sonra Zülfü Tüzün arkadasimizin ölümü üzerine bir kac satir yazi yazmak istedim.
Bosuna insanlar dememisler „ölüm adin kales olsun.“diye. Gerçektende ölüm kalestir. Nerede ve nasil kimi alacagi bilinmez.  Simdi ise  genc ve selvi boylu arkadasimizi,  Zülfü Tüzün“ümüzü bizden aldi.

Her ölüm haberinin ardindan yasamdan uzaklasiyoruz ve ic dünyamizla yeniden hesaplasiyoruz..

Bir agaci kökleriyle düsünün. Köklerinin kurumasiyla, agacin ölümü de hizlanir.  Bizde sevdiklerimizle yasiyoruz.  Bizi dünyaya baglayan sevdiklerimizdir. Onlari  her kaybetigimizde, yasami da sorguluyoruz..

Zülfü ile ben,  Kagithane Nisantaslar mahalesinde arkadasdik.. Birlikte büyüdük.. O simdi aramizda yok. Ben ise onun her hareketini hatirliyor ve üzülüyorum. Gercekten bu güzel arkadasim yok mu diye?

Yaklasik otuz yildir ülkeden ayriyim. Zülfü arkadasi bu sürede yalnizca bir kere gördüm. Bes yil önce Istanbul“da izine gittigimde görmüstüm. Beni  de havalanina o birakmisti. Onunla son sohbetimizde cocuklar gibi sevinmistik. Gecmisteki anilarimizi birbirimize anlatmistik. Bir dahaki iznimde,  onunla melmeketimize, köylerimize gidecektik. Topraklarimiza olan hasretimizi giderecektik. Eski dönemde bir kere Herdife gitmis ve onlarda misafir olmustum. Herdif"i cevrenin en güzel köylerinden biriydi. Onunla tekrar o köyü görmek beni mutlu edecekti.  Ne acidir ki o  artik yok ve ben bu yolculugu onunla  yapamiyorum. Ama söz olsun ki, ilk firsatta onun adina  Hardifi  ziyaret edecegim..

Zülfü arkadas alcak gönüllü ve yasam doluydu. O düsleriyle yeni dünyalar kurardi. Kurdugu düsler ugruna samimice mücadele ederdi.   Yöresine ve insanlarina icten bagliydi. Onun yasama  kaynagi da zaten buydu. Bu nedenlerle köy derneginin baskani olmus ve köyüne hizmet etmege calisiyordu. Köylüllerini köye yerlesmesini tesvik ediyordu.

Zülfü eskiden  pek konuskan biri degildi. Kücük bir cocukken köyünden, yurdundan, dilinden koparilmisti.  Ailesi yasam kosullarindan dolayi melmeketini  terketmis, istanbula yerlesmisti. Zülfü yoksul bir ailenin bir kac cocugundan biriydi. Babasini ve abisini de erken kaybetmisti. Ailenin sorumlulugu ondaydi.  Genc yasinda dünyanin dertlerini yüklenmisti.  Yürek bu yükü tasiyabilir mi?

Zülfü de  her Kürt cocugu gibi ayni kadere sahipti. O da diger cocuklar gibi köklerinden koparilmis ve  türklestirilmisti.  Önce sorunlara bu pencereden bakardi. Türklestirilmis kisiler kendilerini ispatlayabilmek icin, daha güzel türkce ile  kendilerini kabul etirmeye calisirlardi. Hata bazilari "en hakiki Türk biziz "diyerek aslini inkar ederlerdi.  Zülfü bu anlayisi hic bir zaman benimsemedi. O hep temiz ve cocuksu kaldi.

Bizler büyüdükce ve olgunlastikca kendimizi, toplumuzu da  tanimaya basladik. Her defasinda toplumuzu  daha iyi tanirdik. Kücükken  göremediklerimizi, büyürken daha iyi görürdük. Kimiz, neciyiz bunlari sorgulamaya baslardik.  Anladikca sisteme olan kinimiz de her defasinda artardi. Sistem herkesi karga yapmaya calisirken, biz ayri oldugumuzu anlatmaya calisirdik. Zülfü de bunu yapardi.

Bizler, bir agacin farkli dallari gibi saga sola ayrilmistik. Bazen farkli seyler söylesek  de, yine de ayni tarafta dururduk. Cünkü biz  ayni topraklardan mayalanmistik. Bizi biz eden de dogdugumuz topraklardi.. Biz orta asyadan gelmedik..

Zülfü ile konusurken veya tartisirken masum  bir cocuk gibi  yüzü kizarir ve terlerdi. . Onun bu durumu büyüklerine karsi gösterdigi saygidan kaynaklaniyordu.  
O Sürekli okur ve yeni seyler ögrenirdi. Gelismeye acikti. Ögrendiklerini cevresiyle paylasirdi.

Sizlere birazda ,  Zülfünün hangi ortamda devrimcilestigini anlatmak istiyorum.

1980 öncesi, Türkiye de halk muhalefetinin kabardigi yillardi.  O dönem ayni zamanda  örgütlü gecekondu mücalesinin temellerinin atildigi yillardir.

1975 yillinda bizler Alibeyköy Nisantaslar mahalesinde otururduk. Ben üniversiteye, Zülfü de o yillarda  liseye gidiyordu.

Mahalemizde oturanlarin cogunlugu Kürt, Alevi ve yoksul Karedenizlilerden olusurdu. Mahalemiz bu özelliginden dolayi,  sürekli devlet tarafindan  üvey evlat muamelesi görürdü. Devlet baba keyfince huzurumuzu bozardi. Mahalede  kücük bir vukuat olsa devletin  güvenlik gücleri hemen orayi ablukaya alirlardi.  Sokaklarda insanlar dövülür ve  tutuklanirdi. Kahveler basilirdi. Evler aranirdi. Devlet hizmetle  degil, siddetle egemen olmaya calisirdi.

Devlet baba icin orasi, üc  KKK” dan olusan  bir bölgeydi (Kürt, Kizilbas, Kominist). Orayi düsman kalesi olarak gördügü cindır kı,  her defasinda  orayı ele gecirmek isterdi..

Biz ise mahalemize Köyser derdik. Cünkü oraya ilk yerlesenler Dersim Nazimiye kazasindan gelen Köyserli alevi Kürtleriydi.  Orasi aynen Köyser gibi unutulan bir dag basiydi.  Bundan dolayi Köyser”in  adi  takilmisti. Orda oturanlarin yüzde doksan dokuzu yoksul gariban insanlardi.    

Mahalemizin halki  devletin baskici uygulamalarindan bikmisti.  Mahalenin  gencligi yapilanlara tahammül edemiyordu ve cifte standarti sorguyorlardi.  

1970“ lerde devimcilerin yaratigi etki, burdaki halka yansimisti. Yusuf KÜPELI, Hasan ERKILIC  v.s gibi devrimciler  mahalemizide tutuklanmislardi. Bu arkadaslar uzun yillar ceza evinde kalmislardi. Ayrica üniversite de  okuyan mahalenin devrimci evlatlari vardi. Bir anlamda orasi devrimcilerin siginak bölgesiydi. Hergecen gün genclerimiz devrime sempati duyuyorlardi. Mahalemiz kücüktü, fakat her cesit politik düsünceleriyle etkisi büyüktü.  Sokaklarda, kahvelerde, evlerde devrim konulari tartisiliyordu..  

1975 yilinin sonbaharinda, mahalenin  gencligi,  mahaledeki yoksul  halkin  gecekondu talebini karsilamak icin,  birseyler yapmaya karar verdi..

Nisantaslar mahalesinin karsisinda, Güzeltepe de büyük bos bir arazi vardi.  Burdaki araziler mafialarin rant kapilariydi. Yüksek fiyatlarla arsalar yoksul insanlara satilirdi. Gecekondu yapildigi zamanda  devlet baba gelir yikardi.  Devlet mafiacilara göz yumarken, yoksullara ise göz actirmazdi. Düzen partileri „ adil ve hakca bir düzen“ savunurlardi.  Bize ise baskiyi reva görürlerdi.  

Halkin talebi, bu  araziyi isgal etmekti. Fakat halk kendiliginden bunu yapmaya cesaret edemiyordu.   Bireysel yapilan gecekondular devletce rahatca yikilirdi.

Halkin gecekondu talebini önce kendi aramizda, sonra devrimci örgütlere aktardik. Halkin kurtulusu, Halkin yolu, Halkin birligi ve Partizan v.s gibi örgütler bu taleplerimize derhal sahip ciktilar.ve bizlere destek sundular.  

Nisantaslarda halkla toplantilar düzenledik. Onlara gelismeleri aktardik. Toplantilardan sonra gecekondu komitesi kurulmasi kararini aldik. Yedi kisilik  bir gecekondu komitesi olusturduk.   Mahaleden bir kac arkadas olarak bu komitede yer aldik. Komitenin diger üyeleri ise disardan gelen devrimcilerdi…

Gecekondu komitesi kurulduktan sonra,  amaclarini  ve calismalarini cevreye duyurdu. Bu calismalardan haberdar olanlar,  en basta üniversitenin  gencleri ve diger cevrelerden gelen gencler mahalemize akin akin  gelmeye basladilar. Tipki Denizlerin Demir döküm direnisinde iscilerle  yaptigi dayanismalar gibi,  O günlerde mahalemizde bir nevi sosyalist kültür yasaniyordu. Herkes bu sicak iliskilerden etkileniyor ve devrimcilesiyordu. Gelen devrimcileri evlerimizde agirliyorduk. Mahale halki devrimcileri bagrina basiyordu..

Kurulan gecekondu komitesi, önce araziyi isgal etti. Sonra Isgal ettigi araziyi 200 parsele böldü. Bu parselleri evi olmayanlara dagitti.  Arsa icin gelenleri önce arastirir  ve sonra verirdik.  Adam kayirmaksizin arsayi ihtiyaci olanlara verirdik. Bu tutarli tutumumuzdan dolayi da akrabalarimiz bizleri elestirirlerdi. “Neden kendimize bir yer  almadik ”diye.

Parsellerin dagitimdan sonra canla basla, bir an önce evlerin yapilmasi icin elimizden geleni yaptik. Devrimciler, yagmur camur demeden, halkin pirketlerini, cimentosunu sirtlarinda tasiyarak gecekondulari  yaptilar. Gece gündüz nöbet tutular. Jandarma, polis ve sivil fasist provokasyonlara karsi hepimiz topyekün ayaktaydik.. Haftalarca  devam etti bu durumlar..

Gecekondu calismalari sürerken, askerler, polisler ve belediyenin  yikimcilari etrafimizi sardilar. Bizler gecekondu alaninda  onlara karsi direnise gectik. Onlari ordan geri püskürtük.

Bazi olumsuzluklara da sahit olduk. Kimi gecekondu sahipleri, kahvelerde oturarak bizleri izlediler. Fakat halktan bazilari yanimiza gelerek bizleri yalniz birakmadilar.   Bunlardan biri amca Hüseyin”in hanimi Loli idi. Jandarmaya karsi direndigimizde kosarak saflarimiza geldi. Loli  “ölürsek birlikte ölelim” diyordu. Lolinin  bu soylu tavrini hic bir zaman unutamadim. Halktan gelen bu olumlu tavirlar bizim direnme kaynagimizdi...

Devletin güvenlik gücleri direnis karsisinda, geri cekilmek zorunda kaldilar..  

Biz sonucta saldirilari püskürtmüs, gecekondu mücadelesinden zaferle cikmistik. Gecekondu mücadelesinin basarisi,  tüm Türkiye sathina dalga dalga yayildi. Daha sonraki gecekondu mücadelelerine emsal oldu.

Egemen basin o dönemde komitede yer alan arkadaslarimizi desifre ederek ispiyonladi. Bazi siyasi örgütler bu  provokasyonlarin  aleti  oldular.

O dönemde komitede yer alan büyük  devrimci  Ömer ÖZSÖKMENLER bugün aramizda yok.

Ayrica gecekondu komitesinin baskani Hasan arkadas, sonradan aydinlik örgütüne gitmesine ragmen, örnek tavirlarini  unutmadik.  Komitenin her üyesi büyük fedakarliklar gösterdi..

Zülfü arkadasimizda  bu mahalenin cocuguydu. O da  bu mücadeleye omuz verdi..

Devrimciler hic bir kisisel cikarlari olmaksizin gecekondu mücadelesinde yer aldilar. Devrimcilerin bu direnisini her zaman saygiyla aniyoruz..

Güzeltepe de, bazi yoksul insanlar ev sahibi olmussa bunu  o dönemde canla basla mücadele veren devrimci arkadaslarimiza borclu oldugumuzu unutmayalim.  

Ne yazik ki daha sonra gelisen gecekondu mücadelelerinde asalaklar türedi. Isi ranta döktüler. Mahalemize ve devrimcilere zarar verdiler..  

1980” lerden sonra iktidara gelen  askeri rejim,  gencligin devrimci kesimine saldirdi. Ülkeyi bastan basa bir cezaevine dönüstürdü. .Askerler ülkede fasist diktatörlüklerini kurdular. Halkin devrimcilesmesini engellediler. Gencler arasinda eroin, fuhus gibi her türlü kirli iliskiler gelistirdiler. Insanlari devrimden soguttular. Bugüne kadar hale bu cuntacilar yargilanmiyor.

Yaratilan yeni nesil icin, ne insan ve ne  devrim vardi.  Onlar bu degerleri anlamazlar. Onlar icin hersey paradir.  Aile ve toplum sorumlulugu tasiyamazlar. Egemen güclerin istedigi de  bu uyusuk kitlelerdi.

Zülfüyü anlamak icin, onun yasadigi dönemi anlamak gerekir.  Onunla kalblerimiz  hep ayni seyler icin  carpardi.

Onun özlemi,  insanlarin irklarina, renklerine, inanclarina bakmaksizin  herkesin  kanun karsisinda esit, özgür ve demokratik bir düzende yasamalariydi..

O halkini seven ve ayni zamanda sevilen  bir arkadasimizdi. Böyle bir arkadasi kaybetmenin acisini sizlerle paylasmak istedim.

Ailesine, sevenlerine sabir diliyorum.

01.08.2009

D.TaSh

 

Zum Seitenanfang

16 MART KATLİAMI   D.TaSh
 
Vollbild anzeigen 16 mart 1978 Mart katliamının otuzuncu yıldönümünde, katliamın bir tanığı olarak, o dönemdeki gelişmeleri kısaca yazmak istedim.  1975 – 1980 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesinde öğrenciydim. O dönemde üniversitemizdeki gelişmeleri yakından biliyorum.  

O  yıllarda halk muhalefetinin yükseldiği ve öğrenci gençliğn arasında devrimci düşüncelerin güçlendiği yıllardı.  Halkın gelişen mücadelesi, egemen güçleri rahatsız ediyordu.  Devlet bu gelişmeleri kontrolden çıkmadan, bitirmeye çalışıyordu. Önce üniversitelere polis ve Jandarmayı yerleştirdi. Sonra sivil faşistleri (ülkücüleri) devreye soktu.

Tüm üniversitelerde devrimci düşünceler hakimdi. Güvenlik güçlerinin üniversiteye girmesiyle birlikte, ülkücüler türemeye başladı. Ülkücüler ancak güvenlik güçlerinin gölgesinde üniversitelerde güçlenmeye başladılar. Onların egemen oldukları fakültelerde eğitim yapılmıyordu,can güvenliği olmuyordu. Devletin istediğide buydu.

İstanbul Üniversitesinin en şanslı okulu bizim Eczacılıktı. Fakültemizde devrimci ve demokratlar yoğunluktaydı. Fakültemiz bayan ağırlıklı ve hali vakti yerinde öğrenciler hakimdi. Eczacılıktaki devrimci arkadaşlarımızın olumlu tutumları, öğrencilere güven veriyordu. Devrimcilerin bu tutum okulumuzun saldırgan kesimlerin çalışmalarını da engeliyordu. Diğer okullarda hergün kavga döğüş ortamı varken, biz her devrimci faaliteyeti rahatlıkla yürütüyorduk. 

Okula ilk başladığım günlerde, benimle aynı sınıfta okuyan, İzmir Bornovalı,  Mustafa adında  biriyle tanişmıştım. Mustafa yoksul bir ailenin çocuğuydu. Sakin ve sessiz biriydi. Politika ile ilgisi yoktu. Ülkücüler onun bu yoksul durumundan yararlanarak, onu bir öğrenci yurduna yerleştirdiler. Mustafa da vefa borcunu vermek için onlardan olmak zorunda kaldı. Sonradan eczacılığın en militan ülkücüsü oldu. Dışardaki ülkücülerle arkadaşlarımızı rahatsız etmeye başladı. Okulda kendini kabul etirmek istesede, beceremedi.

Mustafa bir kaç kere,  dışardan aldığı ülkücü desteği ile fakültemizi işgal etmeye yeltensede, bunu başaramadı. 

1976 yıllında bir gün sabah bizler  okulda iken, Ülkücü Mustafa ve arkadaşları fakültemizi işgal etmeğe geldiler. Okuldaki arkadaşlarla, onlara karşı koyunca kaçıp gittiler. Kısa bir aradan sonra, yanlarında polislerle tekrar geldiler. Polislerden cesaret alan bu kişiler, devrimcileri polislere gösterdiler. Polis orda bizleri (ben, Osman, Hasan, Ercan) gözaltına aldı. 

Polis bizi önce Beyazit’taki karakola götürdü. Orda ifadelerimizi aldılar. Karakoldaki amir  (Reşat Altay da olabilir) bize birde nutuk çekti. Hatırladığım kadarıyla bana şunları söylemişti. "insan 30 yaşına kadar devrimci, 50 yaşına kadar demokrat, 50"sinden sonra milliyetçi olur ve 70"sinden faşist olur" demişti.

Biz karakolda iken, uzun boylu, iri cüseli  biri, Ercan arkadaşımızı yukarı kata çıkardı.  Orda arkadaşımızı dövdü. Ercan arkadaşımız ona karşı kendini korumaya çalışıyordu.  Daha sonradan öğrendik ki arkadaşımızı döven kişi,  istanbul ülkü Ocakları başkanı Mustafa Verkaya imiş.

Bu şahsın karakol gibi bir yerde, arkadaşımızı dövmesinin anlamı şuydu. "Ülkücüler bu devletın sivil güçleridir."  ülkücüler eşittir devlet. Ülkü ocaklarının önderleri istibaratçıydı. Polisler hep onları korurlardı.

Polis sonra bizleri cezaevine bıraktı. Faşistlerin provokasyonuyla, hiç bir suçumuz olmadığı halde, boş yere üç ay cezaevinde kaldık. Bir dönem eğitimden geri kaldık.

Üniversitelere polis ve jandarmanın girmesiyle, üniversitelerin düzeni bozuldu. Okullar artık birer kışlaya dönmüştü.  Polisler arasında pol-der'liler vardı. Onlar iyi polis rollerini oynuyorlardı. Üniversitelerde Polisin girmesiyle can güvenliğimiz de kalmadı. Ülkücü faşistler daha rahatça  üniversitelere giriyorlardı. Onlar ortamı provoke ederlerdi. devletin resmi güçleri de toplardı. Gün geçtikçe faşist saldırılarındozu artıyordu. Eğer polis ve asker okullarda olmasa, üniversitelerde tek bir faşist belki de olmayacaktı.

Eylemsiz gün yoktu. Ülkücü elebaşıları ( o yıllarda ülkü ocaklarının başkanları ve militanları Türkiye çapında tanınmaktadır)  üniversitelerin içinde, polislerin gözleri önünde arkadaşlarımızı döverlerdi. Bizler de onlara karşı koyardık. Polislerle faşistler elele devrimcilere saldırıyorlardı. Her olayda ülkücüler tutuklanmazken, tutuklanan hep biz olurduk. Üniversite yıllarında defalarca polislerin ve ülkücülerin ortak saldırılarına maruz kaldık.

Üniversite rektörlerine gelince, onlar zaten resmi düşüncelerin yılmaz bekçileriydiler. Çoğunluğu kemalistçiydi. Devrimcilere asla  tahammül etmezlerdi. En basit olayda polis çağırırlardı. Fakültemizde onlarla çok kovalamaca oynadık.

16 Mart katliamı böyle bir ortamda gerçekleşti. Halkın devrimci muhalefeti geliştikçe,  Devletin saldırıları da artıyordu. Devlet halka karşı kendi konseptini geliştirdi. Mit, özel harp dairesi, Genelkurmay ve Nato karargahlarında yeni konseptler hazırlandı. Bunlar devreye sokuldu.

Türk devletini kuran, Teşkilat-ı Mahsusa örgütüdür. Bu teşkilat entrikacı bir örgüttür.. Muhalifleri yoketmek için, pravan örgütler kurar, örgütlerin içine istihbaratçılarını yerleştirir. Paravan örgütlerle veya  istihbaratçılarıyla,  provokasyon ortamını hazırlarlar. Bunların yaptıkları provokasyonları bahane ederek, muhaliflerini yokederler. Türk devleti, yüz yıldır bu şekilde ayakta duruyor.  

Devlet düşmansız yapamaz. Devletin bu işlevini anlarsak, gelişen olayların münferit olaylar olmadığını anlarız. Bu eylemler hep planlı ve programlıdır. Her döneme uygun yeni taktikler uygularlar. Eylemlerde deşifre olanlar varsa, onlar elimine edilir. Bu şekilde devlet de aklanmış olur. Bu oyun hep oynanır.

Devlet, 12 Eylül’den önce ülkücü faşistleri devreye soktu. 12 eylül gecesi dinlenmeye aldı. PKK "ye karşı da Hizbullah'ı örgütünü kurdu. İşi bittikten sonra, bir günde defterlerini dürdü. Devlet hedeflere uygun yeni örgütler kurar. Atatürkçü dernekleri, Ergenekon yapılanmaları v.s. gibi. Bu örgütlere sus dediklerine de susarlar, eylem geç dediklerinde eyleme geçerler. Bu örgütler sağcı veya solcu da olabilir. 

Saldırıların yoğunlaşmasıyla birlikte, biz devrimciler, 1 mart 1978 den itibaren, sabahları Fakültelerimize giderken, belirli yerlerde toplanarak giderdik. Faşistlerin saldırılarından ancak bu şekilde korunabilirdik. Aksi durumda kurulan pusularla arkadaşlarımızı kaybediyorduk. Merkez binasına giden öğrenciler, Süleymaniye çıkışlı, üniversitenin arka kapısından girerler ve çıkarlardı. Biz ise hastane sokağından Eczacılığa giderdik.

Her sabah olduğu gibi, 16 mart perşembe günü, sabah erkenden evden ayrıldım. Nişantaşlar mahallesinden, Alibeyköy’e indim. Halk otobusuyla unkapana, ordanda yaya Süleymaniye”ye çıktım. Arkadaşlarla bulustum. Sonra topluca fakültelerimize  gittik. İstanbul Merkez binasındaki arkadaşlar normalde hep üniversitenin arka kapısından (Süleymaniye tarafindan) girip çikarlardı. Fakat o gün polis  arkapıdan giriş ve çıkışları yasaklamıştı. Bu nedenle arkadaşlar Merkez binasına önden girmek zorunda kaldılar. O gün sanki olağan bir durum vardı. Normal zamanlardan daha fazla polis vardı. Beyazit meydanında çok polis minubusları toplanmıştı. Birşeyler olacak gibi bir hava vardı.

Üniversiteye başladığım dönem okul  ortamı rahattı. Merkez binadaki yemekhanede   her zaman sıcak yemek yerdik. Fakat bu yıl yemekhane kapatmışlardı.  Soğuk, paketlenmiş kumanyalarla kendimizi doyurmaya çalışıyorduk. Zengin çocuğu olmadığımız içinde, dışardan yemek yeme lüksüne sahip değildik.  Artık üniversiteler cezaevine dönüştürülmüştü.

Öğleden sonra 13.30 sularında İstanbul Üniversitesi merkez binasından sloganlar sesleri duyuluyordu. Bu sesleri duyunca arkadaşlarla, Eczacilik fakültesinin dışına çıktık. Etrafı kontrol ettik. Merkez binasındaki polis, ordaki devrimci öğrencileri zorla ön kapıdan çıkarmaya çalışıyordu. 100 kişilik devrimci grup zorunlu olarak topluca  merkez binasından çıktı. Arkadaşlar kolkola girmişlerdi. Faşistlerin sloganlarına karşı, kendi sloganlarını haykırıyorlardı.  Ben arkadaşlarımla okulumuzun dış kapısında bekliyordum. Bizede onlara katılacaktık. Yürüyüş korteji, Eczacılığın köşesine ulaştığında girerken, kulaklarımızı sağır eden, o lanetli bomba yanıbaşımızda, yürüyüşçülerin ortasında  patladı.

Ne olduğunu anlamamıştım. Önüme baktım ki, yerde onlarca kişi hareketsiz duruyor. O an sanki yer yarılmış, herkes içinde düşmüş. Ayakta kimseler  yoktu.  O an hiç düşünmeden, yerde uzananlara koştum. Ben bunu yapmaya çalışırken bize doğru ateş ettiklerini farkettim. Hemen kendimi yere attım. Ateş edilen yeri tespit etmeye çalışıyordum. Bır kaç dakika sonra silah sesleri kesildi. Ayağa kalktım. Beyazit meydanında koşusmalar gördüm. Ben, tekrar yerdeki  arkadaşların  yardımına koştum. Arkadaşlarla yerdeki yaralıları kaldırmaya, onları arbalara taşıdık. 

Bizler, yaralı arkadaşlarımızı kurtarmaya çalışırken, polislerin coplu saldırısına maruz kaldık. Polisin bu tavrı bizi çileden çıkardı. Öfkemizle polisin üstüne gittik. Polis bizleri yaralılarımızla başbaşa bırakıp kaçtı.

O an sanki bir ruh gibiydim. Hiç birşey hisedemiyordum.  Yaşayıp yaşamadığı dahi  bilmiyordum. Bir cansız bir bedendim. İlk defa bir katliama tanık olmuştum. Şokta olmama rağmen, arkadaşlara yardım etmeğe çalışıyordum. Bazı arkadaşlarımız bu manzara karşısında şoke oldular, kustular, bayıldılar. Günlerce yemek yemiyenler oldu.

Katiamdan sonra işletme fakültesinin önünde toplandık. 2000 kişilik bir grupla  merkez binasına doğru yürüdük. Merkez binasındaki polisleri dışarı attık. Binayı işgal ettik.  İstanbul’un her yerinden akın akın insanlar geldiler. Karşı devrimin  kalelerini zaptetmiş gibi onurluyduk. Tüm devrımci gençlik örgütleri yekvucüt olmuşlardı. Faşizme karşı ortak bir cephe oluşmuştu. Gece boyunca yapılan forumlarla katliamlar kınandı. Ölen ölen arkadaşların resimleri çizildi. pankartlar hazırlandı. Geceleyin dışarda ateşler yakıldı, marşlar söylendi. 

Ertesi gün devrimci örgütler, sendikalar, barolar ve meslek odalarının katıldığı büyük bir cenaze töreni düzenlendi. Cenaze töreninin ardından kitle, Sirkeci’ye doğru yürüdü. Burada yapılan konuşmalardan sonra dağılındı ve Merkez Binadaki işgal de bitirildi.

Fasist saldırıda Hukuk ve iktisat Fakültesi’nde okuyan öğrencilerden Cemil Sönmez, Baki Ekiz, Hatice Özen, Abdullah Şimşek, Murat Kurt, Hamdi Akıl ve Turan Ören hayatını kaybetmişti. 50’den fazla öğrenci de yaralanmıştı.

16 mart katliamı planlı bir katliamdı. 12 Eylül faşist darbesine giden sürecin planlanmasiydi.  Bu katliam öğrenci gençliğin devrimci kesimine yapıldı. Bu katliami  devletin resmi ve sivil faşistleri  ortaklaşa yaptı.

16 mart katliamında parmaği olan kişiler, Polis sefleri Sükrü Balci, Süreyya San , Resat Altay  Ülkü Ocakları Derneği (ÜOD) Istanbul şube Başkanı Orhan Çakıroğlu, ÜOD yöneticilerinden Mehmet Gül, dönemin MHP Gençlik Kolları Kazım Ayaydın, ÜOD’li Sıddık Polat ve Ahmet Hamdi Paksoy, Apdullah Çatlı, , Latif Aktı ve  Zülküf. Isot “tur

Devlet, katliamdan sonra, katliam delillerini yoketti. Katilleri gizledi. Onları en yüksek mevkilerine kadar getirerek ödülendirdi. Bugüne kadar bu katiller yargılanmadılar.  Onlar bulundukları mevkilerde hala görevlerini sürdürmektedirler.

30 yıl sonra 16 Mart katliamının bir tanığı olarak,  o dönemde yaşadıklarımı sizlerle paylaşırken, ruhumda hala bu katliam izleri durmaktadır. Ölenleri yüreklerimize gömdük. Onların ideallerini asla unutmadık.

25.02.2007

D.TASKIRAN

  YEDİ TABUT  
     
  Hava puslu,  
  hava kurt  kokardı.  
  Onaltı  mart ta toplandık,  
  Fakültenin avlusunda.  
  Yürüdük kolkola  
  Tek bir ses, tek bir yürektik.  
     
  Bir çığlık koptu  
  Beyazit meydanında  
  Yedi sevda düştü aramızda,  
  lüşleri asılıydı suratlarında.  
  Yerde uzanırken biz,  
  Joplarla saldırdı polis  
  Kaçıp kayboldu kancıklar..  
     
  Yüzbinler toplandı o gün  
               haykırdılar sokaklarda.  
  Yedi tabut taşıdık omuzlarda  
  Gömdük  onları hafızalarımıza..  
      
                   D.TaSh  
 

Zum Seitenanfang

KIMSOR SITESI NEDEN PROVOKATÖRLERE KUCAK ACIYOR?   D.TaSh
 

Kimsor sitesinde  her defasinda, birileri  cikip ortaligi geriyor ve beni hedef gösteriyor. Son olarak adini yazmayan biri, benden aptalca bir cevap bekliyor.. Kimsor sitesi acildigindan beri tek faaliyeti, kontracilara kucak acmak oldu.  Kimsor sitesini defalarca uyarmamiza ragmen bir ders cikarmadilar. Onlara kendi yöntemlerimle  cevap vermege calisacagim....

"cevap istiyoruz

 Peki Sayin, D.TASKIRAN siz degilmiydiniz, yillar önce bir kitap yazarken tüm Kimsor halkinin, soy agacini konu olarak, ele alip isleyen siz, bunlari yazarken tüm Kimsor’lularin kimliklerini kitabinizda belirtirken, hangi Kimsor’ludan izin aldiniz. Siz o zaman hangi amaca hizmet ettiniz. Süphe ile düsünülmeli.! "

Nurettin Demiral“in Kimsor sitesinde, yukardaki yazisindan dolayi kendisinden bir aciklama bekledigimi yazmistim. Fakat su ana kadar ondan bir cevap alamadim. Cevap alamadigim icinde , ona ve onun bu yazisini  istismar eden karanlik kisilere (bu kisiler adlarini aciklamaktan korkan ödleklerdir.) karsi cevap hakkimi kullaniyorum.

Bu kisiler bana soruyorlar. „Ben soyagaci calismasiyla kime hizmet etmisim? “ Bu konuda süpheleri varmis“!!!

Bu soysuzlar aslinda yaptigim calismalarin kime hizmet ettigini bal gibi biliyorlar. Genede böyle bir soru sormaktalar..

Kimsor“lularin soy agacini cikarmakla,  Kimsor tarihinini yazmakla elbette birilerine   hizmet vermekteyim. Yaptigim calismalar hangi kesimin isine geliyorsa, onlara hizmet etmisim demektir. Bunu anlamamak icin aptal olmak gerekiyor..

Soyagaci calismasi, Kimsor“da yasamis ailelerin Kürtce lakaplariyla tanitmayi amacliyordu.. Bu calismayi Avupa“daki  kisitli imkanlarima ragmen yapmaya calistim. Bu calismayi  yaparkende Türkiyede bazi hemserilerimizin katkilari da  oldu. Avrupada bu isi yapmaya calistigim icinde, cok zorlandim. Bundan dolayi her aile ile tek tek görüsme imkani bulamadim. Bundan dolayi da eksikliklerim oldu. Eger bu konuda bir elestiri gelseydi, saygiyla karsilardim. Ama ne yazik ki is yapmayanlar, is yapani elestiriyorlar. Daha iyisini yapmaya calisan varsa da saygi duyarim..

Yogun bir caba ve inancla bu kitabini yazdim. Bu isi para icin degil, halkima hizmet amaciyla yaptim.  Kitabin masraflarini cepten ödedim. Eger bu iste para kazanan birileri varsa da, Türkiye“de kitabin dagitimini yapan kitapevidir. Zülfü top arkadasa bu konuda sorabilirsiniz...

Kimsor kitabiyla, Kimsor“u bir parca da olsa tanitmaya calistim. Atalarimizi, bir nebzede olsa hatirlamaya calistim. Maalesef kitap yazma  da cok gec kalmistik. Köyümüzün degerli büyükleri hayatta degillerdi. Kalanlardan cok az bilgi toplayabildik. Gönül isterdi ki köydeki her insandan bir aniyla bu kitabi daha genis yazabilseydik. Benim cabalarim ancak buna yetti..

Yillar önce Kimsor”u terkeden Kimsorlu aileler vardir. Bu ailelerin cocuklari Kimsor hakkinda kücük bir bilgi sahibi degillerdir, Bu el kitabiyla, en azindan yeni nesiller kim olduklarini ögrenme imkanini  bulabilirler.. .

Cevap bekleyen bu art niyetlilere soruyorum? Benim yaptigim bu calismalar Kimsorlulardan baska kimlere hizmet etmistir? Bu konuda bildikleri birsey varsa aciklasinlar bizde bilelim.  

Bu kitap yazildiktan sonra, cevre köylerdeki insanlardan bile övgüler aldim. Kendileri de böyle bir calisma yapmak istediklerini, fakat bunu yapacak kisiler olmadigini söylüyorlardi. Kendilerine yardimci olmami istediler. Baskalari bu calismalara deger verirken, bizimkilerin bu calismalari karalamasina bir anlam  veremiyorum..

Yasadigimiz dünyayi iyi taniyalim. Kapitalist ekonomi,  kirsal ekonomiyi dagitiyor. Artik dünya tek bir ekonomik zincirin halkasina dönüstü.  Kimsor köyüde artik eski yapisini koruyamadi. dagilmayla karsi karsiya kaldi.  Kimsor esas olarak bu ekonomik yapidan dolayi  bosalmistir.  Simdi orda cok az insan vardir.  Gelecekte belki de hic bir Kimsorlu orda olmayacaktir. Tüm eski degerlerimiz yok olup unutulacaktir. Metropolde yasayan gençlerimizin düsüncelerini okursaniz bunu daha iyi anlarsiniz. Bunları köze bağlıyan bir neden olmayacaktır.

Yaptigim calisma ile bir nebzede olsa bu gecmis yasantimizdan bir kesinti olarak hafizalarimızda kalacaktir. Kültürsüz ve belleksiz bir toplum olarak yasamaktansa, gecmisizi bilen insanlar olarak yasamanın bilincinde olmak gerekiyor.   Bu calismalar”la  Kimsor”u gelecege tasimaktir. Asimile olup tarihten köksüz olmadigimizı  anlatmaya calistim.  Kendi gecmisini bilmiyenlerin gelecegi olur mu?  Her canli ve cansizin bir hayat hikayesi vardir. Kimsor“un da bir tarihi vardir.

Kimsorla ilgili calisma, halkimizin mücadelesinden ayri düsünemeyiz. Kürdistan özgürlesmedigi sürece, Kimsor bir daha bir olmayacaktir. Kimsor anilarda kalacaktir. Buna dur demenin yolu kendi özüne dönmekle olur.  Bugün metropolde yasayanlarin Kimsorlularin yüzde % 50 asimile olmustur. Kendilerini Kimsorlu olarak görmemektedir.

Benim calismalarimda rahatsiz olan, Türk devletidir. Onun resmi resmi gücleridir. Türk devleti Kürdü inkar temelinde kurulmustur. Halklarla ilgili bir calismanin yapilmasi onlari rahatsiz etmektedir. Onlarin amaci herkesi türklestirmek ve asimile etmektir. Kimsor adını bile duymak istemezler.

Benim calismalarim, devletin asimile politikalarini teshir eden calismalardir. Bu calismalarin amaci, kimligimizi, kültürümüzü, tarihimizi ögrenmek ve bunlari  gelecek nesillerimize aktarmaktir. Halkimiza  hizmet budur. Avrupa'da böyle bir calismalar  ödülendirilirken, Türkiye ise bu işi yapanları susturuyor.  Demokrasi ve dikatörlük farki budur.

Devlet bu gibi calismalari engelemek için elinden geleni yapiyor. Insanlarin bilgiye ulasmasini engelliyor. Türk kültürünü empoze etmege calisiyor. Devletin  bu konularda basarili oldugunu görüyoruz. Bugün aramizda asimile olmus ve kendini Türk gören bir nesil vardir. Bu insanlar artik  gecmisine ve toplumuna lanet okumaktadirlar. Devletin resmi tezlerini savunmaktadirlar. Bunlar artik Kimsorlu degildirler, metropol devsirmeleridir.

Kimsor sitesi ilk acildigi dönemde, en cok da ben sevinmistim. Kimsor sitesi halkimizin  degerlerini gelecege tasir diye düsünmüstüm. Ne yazik ki bu konuda yanilmisim.

Siteyi kuran kisinin sosyal durumuna baktigimizda bunu yapacak bir durumu yoktur. O kendi kisisel cikarlari dogrultusunda, Kimsor adini istismar ederek egemen düsüncelere hizmet etmeyi amaçlıyor. Düzenle herhangi bir celiskisi yoktur. Kimsor sitesinin logosuna bakarsaniz,  kimlere hizmet edecegini de rahatlikla görebilirsiniz.

Sitenin bugüne kadar ki pratigi ortadir. Defalarca sitenin sorumlularini dostca uyardik. Buna ragmen onlar, hatalarini düzeltme yerine, yurtseverlere sansür uyguladilar ve onlara saldirdilar.  Siteyi kontraci kisilerin hizmetine sundular. Kontracilar kimsor sitesinden yararlanarak, degerlerimize ve bize saldirdilar. Aciktan aciga irkci propaganda yaptilar.   

Bu durumun tek sorumlusu, site yöneticileridir. Site yöneticisi,  kendi cikarlari acisindan soruna bakiyor. Onun cikarlariyla, rantci düzenin cikarlari icicedir. Rantci düzenden nemalaniyor. Aralarinda kader birligi vardir. Kimsor sitesi bu  nedenle sürekli devletin resmi tezleri savunmaktadir. Bu nedenle bize karsi durmaktadir. Bu anlayistir ki, Kimsorlulari birlestirmek yerine, ayristirmaktadir. Kisacasi farkli alanlarda duruyoruz.

Kimsor sitesinin bu tutumundan dolayi, aramizda dostluk köprüsü kurulamiyor.  Onlar kendilerini Türkcü görüyorlar. Sürekli Kürt düsmanligini tesvik ediyorlar. Devrimcileri ve yurtseverleri engel olarak görüyorlar.  Isin ilginci de solcu gecinen Kimsorlu"lular bu sitedeki fasistlere karsi tek bir yazi yazamiyorlar.

Tüm calismalar göstermektedir ki, onlar devletin resmi düsüncelerine uygun bir calisma yürütmektedirler. Devlete  hizmet etmede kusur etmemektedirler. Biz insanlarimiza bunu anlatmaya calisiyoruz. Devletin tezlerini savunmak, yurtsevrelere karsi durmanin adi nedir. Bunun adi kontradir. Bundan daha iyi belge olur mu?

Eger bu insanlar halka karsi sorumluluk tasisalardi, kendilerini coktan düzeltmislerdi.  O zaman aramizda hic bir sorun kalmiyacakti. Bizde bosuna bu yazilari yazmazdik.  

Kimsor sitesinin  tek önemli faaliyeti ziyaretci defteridir.  Ziyaretci defterinde, küfür, entrika, hile, fesatcilik yazilariyla insanlar birbirlerini karaladilar.  Özellikle yurtseverler devamli hedef alandi.  Sitede  bunun sunun adina yazilar yazilmaktadir. Insanlar ortaya cikip, bu yazilari yazmadiklarini söylediler. Her oyun mübah bunlar icin.

Aslinda e-posta adresleri  ve adi bilinmiyenlerin  yazilari yayinlanmasi gerekir.  Eger yazilan yazilar kisilere zarar veriyorsa, bunlarin sansürlenmesi gerekir. Kimsor sitesi aksine bu yazilari adeta tesvik ediyor. Adi sani bilinmiyen yüzlerce mesaj yayinlaniyor. Herkes birbirine atip tutuyor. Böyle bir calisma olur mu?

Amacimiz Kimsor sitesini suclamak degildir. Sitenin bu faaliyetlerine bakarak, kontra bir calisma oldugunu söylüyoruz. Amacsiz ve ilkesiz bir calisma halka zarar vermekten öteye gitmez. Sitenin cizgisine bakarak kimlere hizmet ettigini söyliyebiliriz.

Kimsor sitesi yöneticileri, Kürt halkinin cikarlari dogrultusunda düsünce belirtmemizi irkcilik olarak belirtiyorlar. Bu zavalilar acaba irkciligin ne oldugunu biliyorlar mi? Sitenizde Kürt halkina düsmanlik yapan sizlersiniz. Yurtsevrlere saldiran sizlersiniz. Bizim sitemizde Türk halkina karsi bir tek kelime irkci bir düsünce gösterebilirmisiniz? Sitemizde yazan devrimciler bunu en bariz örnegidir. Sizin fasist düsüncelerinizi elestirdigimiz icin irkci olduk?  

Bizi fasist irkci mhp ile ayni kefeye koyuyorsunuz? Sizin sitenizde acik acik Türk irkciligi yapanlar var, onlara kucak acan sizsiniz. Kendi irkciliginizi kapatmak icin baskalarina camur atiyorsunuz. Benim pratigimi herkes bilmektedir. Kimin irkci oldugunu herkes biliyor. Bunu anlatmamiza gerek yok.

Sizde bir parca ar damari olsa, bize saldiracaginiza, devletin Kürt halkina karsi yaptigi saldirilari sitenizde  teshir ederdiniz. Kürtlerle dayanismaya girerdiniz. Siz ise devleti savunuyorsunuz. Hemde cete devletini savunuyorsunuz.  Birde utanmadan, kendinizi "hümanist, 72 millete ayni gören ve enternasyonalist solcu" olarak görüruyorsunuz. Sizin solculugunuz chp“nin irkciligidir. Siz önce 72 milleti birakin, kendinizi hangi millete ait oldugunuzu ispatlayin. Devsirme yasam benimseyenler, ancak baska halklara düsmanlik yaparlar.

Kürt halkinin mücadelesi sapina kadar devrimcidir. Bugün tüm dünya kürtlerin hakli mücadelesini görürken, sizin gözünüzde irkci perde var, bunu göremiyorsunuz. Kürt mücadelesi, mazlum bir ulusun özgürlük mücadelesidir. Bunu kafaniza dank edin..

Aramizdaki düsünce farki da budur. Gecmis yazilarimizda size bunlari anlatmaya calistik. Sizden bunlari anlamanizi zaten beklemiyoruz.

Sitenizde sürekli yurseverlerin isimlerini ögrenmek isteyen siz degilmisiniz? Irkci devletin arkasina saklanarak insanlari tehdit eden siz degilmisiniz?

Güya ben Kimsor sitesini cekemiyormusum, meshur olmakmis amacim?  Be bre zavallilar, ben sizin neyinizi kiskanacagim. Sizin yaptiginiz calismalar ortada. Kimsor halki arasinda fesatcilik yapmaktan, düsmanligi körüklemekten baska hangi isleri basardiniz. Köydeki dedikodularinizi siteye tasidiniz. Baska hangi calismalariniz vardir. Aslinda siz kendinize layik olani yapmaktasiniz.

Kimsor sitesi olarak beni elestireceginize, önce sitede  bana karsi yazi yazan provokatörlere karsi bir yazi yazin. Onlari susturun. Hem sitenizde onlara kucak acarsiniz, hemde bizi baskalarini suclarsiniz. Ben elbette ki bu provokatörlerin suclamalarina cevap verecegim. Bu ortami yaratan  sizinsiniz.

Benim calismalarima gelince,  halkimin tarihini, kimligini, kültürünü anlatmaya calisiyorum.  Halkimizin gerceklerini anlatmaya calisiyorum. Amacimiz ülkemizdeki demokrasi mücadelesine katki sunmaktir. Eger bazilari bu calismalardan rahatsiz oluyorsa, buda onlarin bilecegi istir..

“Kime hizmet ediyorum” cevabini bekleyen ödleklere gelince, dost da, düsman da benim kime hizmet ettigimi  anliyorlar. Siz ise anlamak istemiyorsunuz.

Eger halkimizin cikarlari dogrultusunda düsüncelerinizi beyan ediyorsaniz, buna saygimiz vardir. Sizinle her konuda dostca tartismaya variz.  Fakat halkimiza karsi düsmanlik ve sahsima yönelik karalamalari sürdürseniz, size gerekli zamanda, hak ettiginiz cevabi vermekten de geri durmayacagim.  Sizin tutumunuza göre tutum takinacagim..

Bende ayni soruyu  sizlere soruyorum.

SIZIN AMACINIZ NEDIR VE KIME HIZMET EDIYORSUNUZ.????

28.12.2007

D.TaSh

 

Zum Seitenanfang

 
 
 ECZACI ARKADAŞLARIMA...   D.TaSh
 

                                                                                                 Wien, 06.06.2009

SEVGİLİ ARKADAŞIM LÜTFİYE,

Eğer  mezuniyet davetimizde bulunamasam, arkadaşlarımıza  aşağıdaki yazımı okumanı istiyorum..

Mezuniyetimizin otuzuncu yılı vesilesiyle, bana ulaşmak için gösterdiğin çabadan dolayı sana ve Leyla arkadaşımıza  özellikle teşekkür etmek istiyorum.

Sizlerin aracılığıyla otuzuncu yıl mezuniyet davetimize katılan arkadaşlarımızı, ayrı ayrı en içten duygularımla selamlıyorum.

DEĞERLİ  ECZACI ARKADAŞLARIM..

Uzun yılların özlemi ve hasretiyle yanıp tutuşan biri olarak  aranızda olmadığım için çok üzgünüm. Ne yazik ki davete katılmamı engeleyen nedenlerim vardı.

Çalıştığım  iş yerinde, haziran ayında  izin alma imkanım yoktu.  Ben  iznimi önceden ayarlamıştım. Temmuzun dördünde  izine çıkıyorum ve  üç haftalığına Amerika“nin Newyork kentine gidiyorum. Biletleri önceden almıştım ve bunu değiştirme durumum yok.

Diğer bir sorun da şu anda oturduğum evin tamiratı var.

Eğer bir kaç günlüğüne izin alabilseydim, mutlaka gelip sizleri görecektim. Gelemediğim için beni mahzur görün…
 

Halbuki ben  yıllarca hep bu günü bekliyordum. Hepinizi bir arada görmeyi, birlikte hasret gidermeyi ne kadar da  çok isterdim .

Ben gurbette yıllarca sizlerle yaşadığım anılarımı, dokuyarak  yaşadım. öğlesine hasretlik duygularıyla yüklüyüm ki, bunu sizlere anlatamam. Sizler ülkedesiniz ve birbirlerinizi görme imkanınız her zaman vardır. Ya ben ?

Aranızda Eczacı olup da bu mesleği sürdürmeyen belki bir kaç kişiden biriyim.. Bu meslekte çalışmasam da,  bu mesleğe emek harcamıştım. Kimileri bu meslekte çalışmak için can atarken,  ben ise bu mesleğin hayalini bile yaşayamadım.
 

Halbuki Eczacilik Fakültesini isteyerek seçmiştim. Üniversite yıllarında siyasi düşüncelerimle öne çıksam da, derslerimi asla savsaklamadım. Fakat arkadaşlarım  beni dersle ilgisi olmayan biri gibi görürlerdi.
 

Size Üniversite yıllarımla ilgili bir anımı anlatmak istiyorum.
 

Farmasotik Kimya imtihanımız vardı. İmtihana girmeden iki ay önce  evde oturup  sıkı sıkıya ders çalışmıştım. Arkadaşlarım bunu bilmiyorlardı.  İmtihanda  400-500 kişi vardi. İmtihandaki tüm soruları cevaplamıştım.  Çalışmamın bedelini pekiyi olarak almıştım.  O imtihanda yalnızca  iki kişi pekiyi almıştık.

Arkadaşlarım  aldığım bu nottan dolayı şaşırmışlardı ve  en başta da hocamız Prof. Nedime Ergenç  şaşırmıştı. . Sonuçlardan sonra birgün beni odasına çağırdı. Bana  “Benim dersimde iki kişi pekiyi almış. Biri sensin, diğeri de bir bayan. Bayan arkadaşınızın aldığı  nottan eminim. Çünkü o bayan dersime  devamlı gelirdi. Fakat  senin aldığın  pekiyi notundan şüphem var. Yoksa derste kopya mı çektin?” Ben kendimden emin hocama gülümseyerek “ Hocam şüpheniz varsa, kitabınızdan istediğiniz  soruyu sorabilirsiniz.” dedim. Nedime hocamız bunu fırsat bilerek,  bana bir kaç  soru yönelti. Hocamızın sorularını anında cevap verdim.

Nedime hocam yanıldığını  anladı ve sonra bana “ Seni dersimde doğru dürüst görmedim. Derse her geldiğinde talebeleri boykota sokuyordun. Doğrusu beni çok şaşırtın. Sana ne söyliyeceğimi bilemiyorum.”

Nedime Hoca sonra  “ Eğer okulunu  bitirirsen, seni yanıma asistan olarak alacağıma söz veriyorum..” dedi.

Hocamın bu güzel teklifine düşünmeden hayır  demiştim. . Kendisine ”  Hocam ülkemiz yanıyor. Halkımız ayakta. Birşeyler yapmamız gerekirken, siz benim  asistan olmamı istiyorsunuz.” dedim

Nedime hocam beni ikna etmeğe çalışsada, ben bildiklerimi okumuştum.

Aslında hocamız haklıydı. Biz gençler heyacanlı ve tecrübesizdik.  Eğer Nedime hocamız orda ise
bu
yazdıklarımı teyit edecektir.

Bu davet vesilesi ile tüm hocalarımıza en derin saygılarımla selamlarımı iletir ve onların ellerinden öperim.

12 eylül cuntasına karşı hazırlıksız yakalandık. Cuntacılar halkımızın tüm değerlerine saldırdılar. Daha önceden aramıza ektikleri nifak tohumlarıyla bizleri birbirimize vurdurtular. Egemenler saltanatlığını sürdürürken, bizler birbirimizle uğraştık.

Düşüncelerimden dolayı, ülkemden ayrılmak zorunda kaldım. Meslek yaşantım da bitti. Türkiye”den ayrıldıktan sonra Viyana“yi kendime mekan olarak seçtim. İlk dönemde  burda kalmak bana acı veriyordu. Sonradan burdaki yaşama alıştım.. Şimdi eski günler benim için birer anı olarak kaldı.

Her şeye rağmen geçmiste  yaptıklarımdan pişman değilim. Bugünde aynı  şartlarda yaşasam, aynı şeyleri tekrar yapardım.  Ülkemizde iyi gitmeyen çok şey vardı, Bunların düzelmesi için insan olarak bize düşen sorumluluklarımız vardı.

Düşüncede asla şiddeti tasvip etmedim. Şiddeti uygulayanlar düşüncelerinden korkanlardır. Önemli olan düşüncelerimizle insanları aydınlatmaktır.

Bugün de  Türkiyedeki politik sorunlar aynen  devam etmektedir. Kendi insanlarına değer vermeyen bir ülke demokratik bir ülke olur mu? Adaletin olmadığı yerde  eşitlik ve mutluluk olur mu?.

Militarizmin baş olduğu, düşüncelerin yasak olduğu ülkeler geri kalmış ülkelerdir. Böyle ülkelerde ne insan ve  ne de  bilim gelişir.

Türkiye’deki sistem şiddetle ayakta duruyor. Eğer silahlar susarsa, düzen  kendiliğinden çözülür. Halklar arasında kavgalar biter ve  barış 
hemen gerçekleşir.

Gök kubenin altında yaşayan tüm varlıkları olduğu kabul ederek yaşamak  varken, niçin bunca şiddet ve kan?

Halbuki öğlesine özlemişiz ki, kavgasiz ve şiddetsiz bir gün yaşamak. Ömrümüz tükeniyor, biz hala Türkiyedeki sorunları konuşmak zorunda kalıyoruz.

Eğer her insan aile ve toplum içindeki  şiddete karşı durursa, zorbalar bu kadar uzun  hüküm sürmezlerdi. İnşallah bir gün şiddetten arınmış bir ülke olacağız ve arzuladığımız barışçıl günleri göreceğiz…

Değerli arkadaşlarım,

Kusuruma  bakmayın zamanınızı aldım. Ben aslında hepinizi öğlesine özlemişim  ki, sizlerle Süleymaniye’deki çay bahçelerinde oturmayı, dertleşmeyi politikaya tercih ederdim.  Hele şu anda sizlerle otuzuncu mezuniyetimizin heyacanını yaşamayı candan isterdim. Benim için en büyük mutluluk bu olacaktı. Ne yazık ki  aranızda değilim..

Aranızda olmasamda sizler için yazdığım bir şiirle sizlerle olacağım.

> On iki Eylül karanlığı
> Bir karasaban gibi çöktü üzerimize
> Savrulduk her birimiz bir  yerlere
> Sevdiklerimizi geride birakırken
> Düşlerimizle yaşamaya devam ettik.
>
> Bu ömrüm yaban ellerde
> Su gibi akıp giderken
> Her yaşlı bulutun gözyaşlarını
> Her yürek dağlayan ananın çığlıklarını
> Beynime kazarak isyan ettim.
>
> Ey şirin ve
> Güneş gülüşlü arkadaşlarım
> Her aşk sevdasında
> Her isyan kavgasında
> Şiirlerimin her mısrasında
> Düşlerimde hep siz vardınız.
>
> Karşılaşırsak birgün  eğer
> Ellerimizde asalarımız
> Gözlerimizde kal
ın gözlüklerimiz
> Kırlaşan saçlarımızla
> Yaşlı miskinler misali
> Birbirimize sarılıp hasret gidereceğiz ...
>
>
Hepinizi seviyorum. Hepinizi en samimi düygularımla selamlıyorum. Yaşamınızda ve uğraşlarınızda başarılar  diliyorum….

HOŞCA KALIN VE  SEVGİYLE KALIN.

                                                                                 
D.TaSh

 

Zum Seitenanfang

16 MART KATLİAMI   D.TaSh
 
Vollbild anzeigen 16 mart 1978 Mart katliamının otuzuncu yıldönümünde, katliamın bir tanığı olarak, o dönemdeki gelişmeleri kısaca yazmak istedim.  1975 – 1980 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesinde öğrenciydim. O dönemde üniversitemizdeki gelişmeleri yakından biliyorum.  

O  yıllarda halk muhalefetinin yükseldiği ve öğrenci gençliğn arasında devrimci düşüncelerin güçlendiği yıllardı.  Halkın gelişen mücadelesi, egemen güçleri rahatsız ediyordu.  Devlet bu gelişmeleri kontrolden çıkmadan, bitirmeye çalışıyordu. Önce üniversitelere polis ve Jandarmayı yerleştirdi. Sonra sivil faşistleri (ülkücüleri) devreye soktu.

Tüm üniversitelerde devrimci düşünceler hakimdi. Güvenlik güçlerinin üniversiteye girmesiyle birlikte, ülkücüler türemeye başladı. Ülkücüler ancak güvenlik güçlerinin gölgesinde üniversitelerde güçlenmeye başladılar. Onların egemen oldukları fakültelerde eğitim yapılmıyordu,can güvenliği olmuyordu. Devletin istediğide buydu.

İstanbul Üniversitesinin en şanslı okulu bizim Eczacılıktı. Fakültemizde devrimci ve demokratlar yoğunluktaydı. Fakültemiz bayan ağırlıklı ve hali vakti yerinde öğrenciler hakimdi. Eczacılıktaki devrimci arkadaşlarımızın olumlu tutumları, öğrencilere güven veriyordu. Devrimcilerin bu tutum okulumuzun saldırgan kesimlerin çalışmalarını da engeliyordu. Diğer okullarda hergün kavga döğüş ortamı varken, biz her devrimci faaliteyeti rahatlıkla yürütüyorduk. 

Okula ilk başladığım günlerde, benimle aynı sınıfta okuyan, İzmir Bornovalı,  Mustafa adında  biriyle tanişmıştım. Mustafa yoksul bir ailenin çocuğuydu. Sakin ve sessiz biriydi. Politika ile ilgisi yoktu. Ülkücüler onun bu yoksul durumundan yararlanarak, onu bir öğrenci yurduna yerleştirdiler. Mustafa da vefa borcunu vermek için onlardan olmak zorunda kaldı. Sonradan eczacılığın en militan ülkücüsü oldu. Dışardaki ülkücülerle arkadaşlarımızı rahatsız etmeye başladı. Okulda kendini kabul etirmek istesede, beceremedi.

Mustafa bir kaç kere,  dışardan aldığı ülkücü desteği ile fakültemizi işgal etmeye yeltensede, bunu başaramadı. 

1976 yıllında bir gün sabah bizler  okulda iken, Ülkücü Mustafa ve arkadaşları fakültemizi işgal etmeğe geldiler. Okuldaki arkadaşlarla, onlara karşı koyunca kaçıp gittiler. Kısa bir aradan sonra, yanlarında polislerle tekrar geldiler. Polislerden cesaret alan bu kişiler, devrimcileri polislere gösterdiler. Polis orda bizleri (ben, Osman, Hasan, Ercan) gözaltına aldı. 

Polis bizi önce Beyazit’taki karakola götürdü. Orda ifadelerimizi aldılar. Karakoldaki amir  (Reşat Altay da olabilir) bize birde nutuk çekti. Hatırladığım kadarıyla bana şunları söylemişti. "insan 30 yaşına kadar devrimci, 50 yaşına kadar demokrat, 50"sinden sonra milliyetçi olur ve 70"sinden faşist olur" demişti.

Biz karakolda iken, uzun boylu, iri cüseli  biri, Ercan arkadaşımızı yukarı kata çıkardı.  Orda arkadaşımızı dövdü. Ercan arkadaşımız ona karşı kendini korumaya çalışıyordu.  Daha sonradan öğrendik ki arkadaşımızı döven kişi,  istanbul ülkü Ocakları başkanı Mustafa Verkaya imiş.

Bu şahsın karakol gibi bir yerde, arkadaşımızı dövmesinin anlamı şuydu. "Ülkücüler bu devletın sivil güçleridir."  ülkücüler eşittir devlet. Ülkü ocaklarının önderleri istibaratçıydı. Polisler hep onları korurlardı.

Polis sonra bizleri cezaevine bıraktı. Faşistlerin provokasyonuyla, hiç bir suçumuz olmadığı halde, boş yere üç ay cezaevinde kaldık. Bir dönem eğitimden geri kaldık.

Üniversitelere polis ve jandarmanın girmesiyle, üniversitelerin düzeni bozuldu. Okullar artık birer kışlaya dönmüştü.  Polisler arasında pol-der'liler vardı. Onlar iyi polis rollerini oynuyorlardı. Üniversitelerde Polisin girmesiyle can güvenliğimiz de kalmadı. Ülkücü faşistler daha rahatça  üniversitelere giriyorlardı. Onlar ortamı provoke ederlerdi. devletin resmi güçleri de toplardı. Gün geçtikçe faşist saldırılarındozu artıyordu. Eğer polis ve asker okullarda olmasa, üniversitelerde tek bir faşist belki de olmayacaktı.

Eylemsiz gün yoktu. Ülkücü elebaşıları ( o yıllarda ülkü ocaklarının başkanları ve militanları Türkiye çapında tanınmaktadır)  üniversitelerin içinde, polislerin gözleri önünde arkadaşlarımızı döverlerdi. Bizler de onlara karşı koyardık. Polislerle faşistler elele devrimcilere saldırıyorlardı. Her olayda ülkücüler tutuklanmazken, tutuklanan hep biz olurduk. Üniversite yıllarında defalarca polislerin ve ülkücülerin ortak saldırılarına maruz kaldık.

Üniversite rektörlerine gelince, onlar zaten resmi düşüncelerin yılmaz bekçileriydiler. Çoğunluğu kemalistçiydi. Devrimcilere asla  tahammül etmezlerdi. En basit olayda polis çağırırlardı. Fakültemizde onlarla çok kovalamaca oynadık.

16 Mart katliamı böyle bir ortamda gerçekleşti. Halkın devrimci muhalefeti geliştikçe,  Devletin saldırıları da artıyordu. Devlet halka karşı kendi konseptini geliştirdi. Mit, özel harp dairesi, Genelkurmay ve Nato karargahlarında yeni konseptler hazırlandı. Bunlar devreye sokuldu.

Türk devletini kuran, Teşkilat-ı Mahsusa örgütüdür. Bu teşkilat entrikacı bir örgüttür.. Muhalifleri yoketmek için, pravan örgütler kurar, örgütlerin içine istihbaratçılarını yerleştirir. Paravan örgütlerle veya  istihbaratçılarıyla,  provokasyon ortamını hazırlarlar. Bunların yaptıkları provokasyonları bahane ederek, muhaliflerini yokederler. Türk devleti, yüz yıldır bu şekilde ayakta duruyor.  

Devlet düşmansız yapamaz. Devletin bu işlevini anlarsak, gelişen olayların münferit olaylar olmadığını anlarız. Bu eylemler hep planlı ve programlıdır. Her döneme uygun yeni taktikler uygularlar. Eylemlerde deşifre olanlar varsa, onlar elimine edilir. Bu şekilde devlet de aklanmış olur. Bu oyun hep oynanır.

Devlet, 12 Eylül’den önce ülkücü faşistleri devreye soktu. 12 eylül gecesi dinlenmeye aldı. PKK "ye karşı da Hizbullah'ı örgütünü kurdu. İşi bittikten sonra, bir günde defterlerini dürdü. Devlet hedeflere uygun yeni örgütler kurar. Atatürkçü dernekleri, Ergenekon yapılanmaları v.s. gibi. Bu örgütlere sus dediklerine de susarlar, eylem geç dediklerinde eyleme geçerler. Bu örgütler sağcı veya solcu da olabilir. 

Saldırıların yoğunlaşmasıyla birlikte, biz devrimciler, 1 mart 1978 den itibaren, sabahları Fakültelerimize giderken, belirli yerlerde toplanarak giderdik. Faşistlerin saldırılarından ancak bu şekilde korunabilirdik. Aksi durumda kurulan pusularla arkadaşlarımızı kaybediyorduk. Merkez binasına giden öğrenciler, Süleymaniye çıkışlı, üniversitenin arka kapısından girerler ve çıkarlardı. Biz ise hastane sokağından Eczacılığa giderdik.

Her sabah olduğu gibi, 16 mart perşembe günü, sabah erkenden evden ayrıldım. Nişantaşlar mahallesinden, Alibeyköy’e indim. Halk otobusuyla unkapana, ordanda yaya Süleymaniye”ye çıktım. Arkadaşlarla bulustum. Sonra topluca fakültelerimize  gittik. İstanbul Merkez binasındaki arkadaşlar normalde hep üniversitenin arka kapısından (Süleymaniye tarafindan) girip çikarlardı. Fakat o gün polis  arkapıdan giriş ve çıkışları yasaklamıştı. Bu nedenle arkadaşlar Merkez binasına önden girmek zorunda kaldılar. O gün sanki olağan bir durum vardı. Normal zamanlardan daha fazla polis vardı. Beyazit meydanında çok polis minubusları toplanmıştı. Birşeyler olacak gibi bir hava vardı.

Üniversiteye başladığım dönem okul  ortamı rahattı. Merkez binadaki yemekhanede   her zaman sıcak yemek yerdik. Fakat bu yıl yemekhane kapatmışlardı.  Soğuk, paketlenmiş kumanyalarla kendimizi doyurmaya çalışıyorduk. Zengin çocuğu olmadığımız içinde, dışardan yemek yeme lüksüne sahip değildik.  Artık üniversiteler cezaevine dönüştürülmüştü.

Öğleden sonra 13.30 sularında İstanbul Üniversitesi merkez binasından sloganlar sesleri duyuluyordu. Bu sesleri duyunca arkadaşlarla, Eczacilik fakültesinin dışına çıktık. Etrafı kontrol ettik. Merkez binasındaki polis, ordaki devrimci öğrencileri zorla ön kapıdan çıkarmaya çalışıyordu. 100 kişilik devrimci grup zorunlu olarak topluca  merkez binasından çıktı. Arkadaşlar kolkola girmişlerdi. Faşistlerin sloganlarına karşı, kendi sloganlarını haykırıyorlardı.  Ben arkadaşlarımla okulumuzun dış kapısında bekliyordum. Bizede onlara katılacaktık. Yürüyüş korteji, Eczacılığın köşesine ulaştığında girerken, kulaklarımızı sağır eden, o lanetli bomba yanıbaşımızda, yürüyüşçülerin ortasında  patladı.

Ne olduğunu anlamamıştım. Önüme baktım ki, yerde onlarca kişi hareketsiz duruyor. O an sanki yer yarılmış, herkes içinde düşmüş. Ayakta kimseler  yoktu.  O an hiç düşünmeden, yerde uzananlara koştum. Ben bunu yapmaya çalışırken bize doğru ateş ettiklerini farkettim. Hemen kendimi yere attım. Ateş edilen yeri tespit etmeye çalışıyordum. Bır kaç dakika sonra silah sesleri kesildi. Ayağa kalktım. Beyazit meydanında koşusmalar gördüm. Ben, tekrar yerdeki  arkadaşların  yardımına koştum. Arkadaşlarla yerdeki yaralıları kaldırmaya, onları arbalara taşıdık. 

Bizler, yaralı arkadaşlarımızı kurtarmaya çalışırken, polislerin coplu saldırısına maruz kaldık. Polisin bu tavrı bizi çileden çıkardı. Öfkemizle polisin üstüne gittik. Polis bizleri yaralılarımızla başbaşa bırakıp kaçtı.

O an sanki bir ruh gibiydim. Hiç birşey hisedemiyordum.  Yaşayıp yaşamadığı dahi  bilmiyordum. Bir cansız bir bedendim. İlk defa bir katliama tanık olmuştum. Şokta olmama rağmen, arkadaşlara yardım etmeğe çalışıyordum. Bazı arkadaşlarımız bu manzara karşısında şoke oldular, kustular, bayıldılar. Günlerce yemek yemiyenler oldu.

Katiamdan sonra işletme fakültesinin önünde toplandık. 2000 kişilik bir grupla  merkez binasına doğru yürüdük. Merkez binasındaki polisleri dışarı attık. Binayı işgal ettik.  İstanbul’un her yerinden akın akın insanlar geldiler. Karşı devrimin  kalelerini zaptetmiş gibi onurluyduk. Tüm devrımci gençlik örgütleri yekvucüt olmuşlardı. Faşizme karşı ortak bir cephe oluşmuştu. Gece boyunca yapılan forumlarla katliamlar kınandı. Ölen ölen arkadaşların resimleri çizildi. pankartlar hazırlandı. Geceleyin dışarda ateşler yakıldı, marşlar söylendi. 

Ertesi gün devrimci örgütler, sendikalar, barolar ve meslek odalarının katıldığı büyük bir cenaze töreni düzenlendi. Cenaze töreninin ardından kitle, Sirkeci’ye doğru yürüdü. Burada yapılan konuşmalardan sonra dağılındı ve Merkez Binadaki işgal de bitirildi.

Fasist saldırıda Hukuk ve iktisat Fakültesi’nde okuyan öğrencilerden Cemil Sönmez, Baki Ekiz, Hatice Özen, Abdullah Şimşek, Murat Kurt, Hamdi Akıl ve Turan Ören hayatını kaybetmişti. 50’den fazla öğrenci de yaralanmıştı.

16 mart katliamı planlı bir katliamdı. 12 Eylül faşist darbesine giden sürecin planlanmasiydi.  Bu katliam öğrenci gençliğin devrimci kesimine yapıldı. Bu katliami  devletin resmi ve sivil faşistleri  ortaklaşa yaptı.

16 mart katliamında parmaği olan kişiler, Polis sefleri Sükrü Balci, Süreyya San , Resat Altay  Ülkü Ocakları Derneği (ÜOD) Istanbul şube Başkanı Orhan Çakıroğlu, ÜOD yöneticilerinden Mehmet Gül, dönemin MHP Gençlik Kolları Kazım Ayaydın, ÜOD’li Sıddık Polat ve Ahmet Hamdi Paksoy, Apdullah Çatlı, , Latif Aktı ve  Zülküf. Isot “tur

Devlet, katliamdan sonra, katliam delillerini yoketti. Katilleri gizledi. Onları en yüksek mevkilerine kadar getirerek ödülendirdi. Bugüne kadar bu katiller yargılanmadılar.  Onlar bulundukları mevkilerde hala görevlerini sürdürmektedirler.

30 yıl sonra 16 Mart katliamının bir tanığı olarak,  o dönemde yaşadıklarımı sizlerle paylaşırken, ruhumda hala bu katliam izleri durmaktadır. Ölenleri yüreklerimize gömdük. Onların ideallerini asla unutmadık.

25.02.2007

D.TASKIRAN

  YEDİ TABUT  
     
  Hava puslu,  
  hava kurt  kokardı.  
  Onaltı  mart ta toplandık,  
  Fakültenin avlusunda.  
  Yürüdük kolkola  
  Tek bir ses, tek bir yürektik.  
     
  Bir çığlık koptu  
  Beyazit meydanında  
  Yedi sevda düştü aramızda,  
  lüşleri asılıydı suratlarında.  
  Yerde uzanırken biz,  
  Joplarla saldırdı polis  
  Kaçıp kayboldu kancıklar..  
     
  Yüzbinler toplandı o gün  
               haykırdılar sokaklarda.  
  Yedi tabut taşıdık omuzlarda  
  Gömdük  onları hafızalarımıza..  
      
                   D.TaSh  
 

Zum Seitenanfang

KIMSOR SITESI NEDEN PROVOKATÖRLERE KUCAK ACIYOR?   D.TaSh
 

Kimsor sitesinde  her defasinda, birileri  cikip ortaligi geriyor ve beni hedef gösteriyor. Son olarak adini yazmayan biri, benden aptalca bir cevap bekliyor.. Kimsor sitesi acildigindan beri tek faaliyeti, kontracilara kucak acmak oldu.  Kimsor sitesini defalarca uyarmamiza ragmen bir ders cikarmadilar. Onlara kendi yöntemlerimle  cevap vermege calisacagim....

"cevap istiyoruz

 Peki Sayin, D.TASKIRAN siz degilmiydiniz, yillar önce bir kitap yazarken tüm Kimsor halkinin, soy agacini konu olarak, ele alip isleyen siz, bunlari yazarken tüm Kimsor’lularin kimliklerini kitabinizda belirtirken, hangi Kimsor’ludan izin aldiniz. Siz o zaman hangi amaca hizmet ettiniz. Süphe ile düsünülmeli.! "

Nurettin Demiral“in Kimsor sitesinde, yukardaki yazisindan dolayi kendisinden bir aciklama bekledigimi yazmistim. Fakat su ana kadar ondan bir cevap alamadim. Cevap alamadigim icinde , ona ve onun bu yazisini  istismar eden karanlik kisilere (bu kisiler adlarini aciklamaktan korkan ödleklerdir.) karsi cevap hakkimi kullaniyorum.

Bu kisiler bana soruyorlar. „Ben soyagaci calismasiyla kime hizmet etmisim? “ Bu konuda süpheleri varmis“!!!

Bu soysuzlar aslinda yaptigim calismalarin kime hizmet ettigini bal gibi biliyorlar. Genede böyle bir soru sormaktalar..

Kimsor“lularin soy agacini cikarmakla,  Kimsor tarihinini yazmakla elbette birilerine   hizmet vermekteyim. Yaptigim calismalar hangi kesimin isine geliyorsa, onlara hizmet etmisim demektir. Bunu anlamamak icin aptal olmak gerekiyor..

Soyagaci calismasi, Kimsor“da yasamis ailelerin Kürtce lakaplariyla tanitmayi amacliyordu.. Bu calismayi Avupa“daki  kisitli imkanlarima ragmen yapmaya calistim. Bu calismayi  yaparkende Türkiyede bazi hemserilerimizin katkilari da  oldu. Avrupada bu isi yapmaya calistigim icinde, cok zorlandim. Bundan dolayi her aile ile tek tek görüsme imkani bulamadim. Bundan dolayi da eksikliklerim oldu. Eger bu konuda bir elestiri gelseydi, saygiyla karsilardim. Ama ne yazik ki is yapmayanlar, is yapani elestiriyorlar. Daha iyisini yapmaya calisan varsa da saygi duyarim..

Yogun bir caba ve inancla bu kitabini yazdim. Bu isi para icin degil, halkima hizmet amaciyla yaptim.  Kitabin masraflarini cepten ödedim. Eger bu iste para kazanan birileri varsa da, Türkiye“de kitabin dagitimini yapan kitapevidir. Zülfü top arkadasa bu konuda sorabilirsiniz...

Kimsor kitabiyla, Kimsor“u bir parca da olsa tanitmaya calistim. Atalarimizi, bir nebzede olsa hatirlamaya calistim. Maalesef kitap yazma  da cok gec kalmistik. Köyümüzün degerli büyükleri hayatta degillerdi. Kalanlardan cok az bilgi toplayabildik. Gönül isterdi ki köydeki her insandan bir aniyla bu kitabi daha genis yazabilseydik. Benim cabalarim ancak buna yetti..

Yillar önce Kimsor”u terkeden Kimsorlu aileler vardir. Bu ailelerin cocuklari Kimsor hakkinda kücük bir bilgi sahibi degillerdir, Bu el kitabiyla, en azindan yeni nesiller kim olduklarini ögrenme imkanini  bulabilirler.. .

Cevap bekleyen bu art niyetlilere soruyorum? Benim yaptigim bu calismalar Kimsorlulardan baska kimlere hizmet etmistir? Bu konuda bildikleri birsey varsa aciklasinlar bizde bilelim.  

Bu kitap yazildiktan sonra, cevre köylerdeki insanlardan bile övgüler aldim. Kendileri de böyle bir calisma yapmak istediklerini, fakat bunu yapacak kisiler olmadigini söylüyorlardi. Kendilerine yardimci olmami istediler. Baskalari bu calismalara deger verirken, bizimkilerin bu calismalari karalamasina bir anlam  veremiyorum..

Yasadigimiz dünyayi iyi taniyalim. Kapitalist ekonomi,  kirsal ekonomiyi dagitiyor. Artik dünya tek bir ekonomik zincirin halkasina dönüstü.  Kimsor köyüde artik eski yapisini koruyamadi. dagilmayla karsi karsiya kaldi.  Kimsor esas olarak bu ekonomik yapidan dolayi  bosalmistir.  Simdi orda cok az insan vardir.  Gelecekte belki de hic bir Kimsorlu orda olmayacaktir. Tüm eski degerlerimiz yok olup unutulacaktir. Metropolde yasayan gençlerimizin düsüncelerini okursaniz bunu daha iyi anlarsiniz. Bunları köze bağlıyan bir neden olmayacaktır.

Yaptigim calisma ile bir nebzede olsa bu gecmis yasantimizdan bir kesinti olarak hafizalarimızda kalacaktir. Kültürsüz ve belleksiz bir toplum olarak yasamaktansa, gecmisizi bilen insanlar olarak yasamanın bilincinde olmak gerekiyor.   Bu calismalar”la  Kimsor”u gelecege tasimaktir. Asimile olup tarihten köksüz olmadigimizı  anlatmaya calistim.  Kendi gecmisini bilmiyenlerin gelecegi olur mu?  Her canli ve cansizin bir hayat hikayesi vardir. Kimsor“un da bir tarihi vardir.

Kimsorla ilgili calisma, halkimizin mücadelesinden ayri düsünemeyiz. Kürdistan özgürlesmedigi sürece, Kimsor bir daha bir olmayacaktir. Kimsor anilarda kalacaktir. Buna dur demenin yolu kendi özüne dönmekle olur.  Bugün metropolde yasayanlarin Kimsorlularin yüzde % 50 asimile olmustur. Kendilerini Kimsorlu olarak görmemektedir.

Benim calismalarimda rahatsiz olan, Türk devletidir. Onun resmi resmi gücleridir. Türk devleti Kürdü inkar temelinde kurulmustur. Halklarla ilgili bir calismanin yapilmasi onlari rahatsiz etmektedir. Onlarin amaci herkesi türklestirmek ve asimile etmektir. Kimsor adını bile duymak istemezler.

Benim calismalarim, devletin asimile politikalarini teshir eden calismalardir. Bu calismalarin amaci, kimligimizi, kültürümüzü, tarihimizi ögrenmek ve bunlari  gelecek nesillerimize aktarmaktir. Halkimiza  hizmet budur. Avrupa'da böyle bir calismalar  ödülendirilirken, Türkiye ise bu işi yapanları susturuyor.  Demokrasi ve dikatörlük farki budur.

Devlet bu gibi calismalari engelemek için elinden geleni yapiyor. Insanlarin bilgiye ulasmasini engelliyor. Türk kültürünü empoze etmege calisiyor. Devletin  bu konularda basarili oldugunu görüyoruz. Bugün aramizda asimile olmus ve kendini Türk gören bir nesil vardir. Bu insanlar artik  gecmisine ve toplumuna lanet okumaktadirlar. Devletin resmi tezlerini savunmaktadirlar. Bunlar artik Kimsorlu degildirler, metropol devsirmeleridir.

Kimsor sitesi ilk acildigi dönemde, en cok da ben sevinmistim. Kimsor sitesi halkimizin  degerlerini gelecege tasir diye düsünmüstüm. Ne yazik ki bu konuda yanilmisim.

Siteyi kuran kisinin sosyal durumuna baktigimizda bunu yapacak bir durumu yoktur. O kendi kisisel cikarlari dogrultusunda, Kimsor adini istismar ederek egemen düsüncelere hizmet etmeyi amaçlıyor. Düzenle herhangi bir celiskisi yoktur. Kimsor sitesinin logosuna bakarsaniz,  kimlere hizmet edecegini de rahatlikla görebilirsiniz.

Sitenin bugüne kadar ki pratigi ortadir. Defalarca sitenin sorumlularini dostca uyardik. Buna ragmen onlar, hatalarini düzeltme yerine, yurtseverlere sansür uyguladilar ve onlara saldirdilar.  Siteyi kontraci kisilerin hizmetine sundular. Kontracilar kimsor sitesinden yararlanarak, degerlerimize ve bize saldirdilar. Aciktan aciga irkci propaganda yaptilar.   

Bu durumun tek sorumlusu, site yöneticileridir. Site yöneticisi,  kendi cikarlari acisindan soruna bakiyor. Onun cikarlariyla, rantci düzenin cikarlari icicedir. Rantci düzenden nemalaniyor. Aralarinda kader birligi vardir. Kimsor sitesi bu  nedenle sürekli devletin resmi tezleri savunmaktadir. Bu nedenle bize karsi durmaktadir. Bu anlayistir ki, Kimsorlulari birlestirmek yerine, ayristirmaktadir. Kisacasi farkli alanlarda duruyoruz.

Kimsor sitesinin bu tutumundan dolayi, aramizda dostluk köprüsü kurulamiyor.  Onlar kendilerini Türkcü görüyorlar. Sürekli Kürt düsmanligini tesvik ediyorlar. Devrimcileri ve yurtseverleri engel olarak görüyorlar.  Isin ilginci de solcu gecinen Kimsorlu"lular bu sitedeki fasistlere karsi tek bir yazi yazamiyorlar.

Tüm calismalar göstermektedir ki, onlar devletin resmi düsüncelerine uygun bir calisma yürütmektedirler. Devlete  hizmet etmede kusur etmemektedirler. Biz insanlarimiza bunu anlatmaya calisiyoruz. Devletin tezlerini savunmak, yurtsevrelere karsi durmanin adi nedir. Bunun adi kontradir. Bundan daha iyi belge olur mu?

Eger bu insanlar halka karsi sorumluluk tasisalardi, kendilerini coktan düzeltmislerdi.  O zaman aramizda hic bir sorun kalmiyacakti. Bizde bosuna bu yazilari yazmazdik.  

Kimsor sitesinin  tek önemli faaliyeti ziyaretci defteridir.  Ziyaretci defterinde, küfür, entrika, hile, fesatcilik yazilariyla insanlar birbirlerini karaladilar.  Özellikle yurtseverler devamli hedef alandi.  Sitede  bunun sunun adina yazilar yazilmaktadir. Insanlar ortaya cikip, bu yazilari yazmadiklarini söylediler. Her oyun mübah bunlar icin.

Aslinda e-posta adresleri  ve adi bilinmiyenlerin  yazilari yayinlanmasi gerekir.  Eger yazilan yazilar kisilere zarar veriyorsa, bunlarin sansürlenmesi gerekir. Kimsor sitesi aksine bu yazilari adeta tesvik ediyor. Adi sani bilinmiyen yüzlerce mesaj yayinlaniyor. Herkes birbirine atip tutuyor. Böyle bir calisma olur mu?

Amacimiz Kimsor sitesini suclamak degildir. Sitenin bu faaliyetlerine bakarak, kontra bir calisma oldugunu söylüyoruz. Amacsiz ve ilkesiz bir calisma halka zarar vermekten öteye gitmez. Sitenin cizgisine bakarak kimlere hizmet ettigini söyliyebiliriz.

Kimsor sitesi yöneticileri, Kürt halkinin cikarlari dogrultusunda düsünce belirtmemizi irkcilik olarak belirtiyorlar. Bu zavalilar acaba irkciligin ne oldugunu biliyorlar mi? Sitenizde Kürt halkina düsmanlik yapan sizlersiniz. Yurtsevrlere saldiran sizlersiniz. Bizim sitemizde Türk halkina karsi bir tek kelime irkci bir düsünce gösterebilirmisiniz? Sitemizde yazan devrimciler bunu en bariz örnegidir. Sizin fasist düsüncelerinizi elestirdigimiz icin irkci olduk?  

Bizi fasist irkci mhp ile ayni kefeye koyuyorsunuz? Sizin sitenizde acik acik Türk irkciligi yapanlar var, onlara kucak acan sizsiniz. Kendi irkciliginizi kapatmak icin baskalarina camur atiyorsunuz. Benim pratigimi herkes bilmektedir. Kimin irkci oldugunu herkes biliyor. Bunu anlatmamiza gerek yok.

Sizde bir parca ar damari olsa, bize saldiracaginiza, devletin Kürt halkina karsi yaptigi saldirilari sitenizde  teshir ederdiniz. Kürtlerle dayanismaya girerdiniz. Siz ise devleti savunuyorsunuz. Hemde cete devletini savunuyorsunuz.  Birde utanmadan, kendinizi "hümanist, 72 millete ayni gören ve enternasyonalist solcu" olarak görüruyorsunuz. Sizin solculugunuz chp“nin irkciligidir. Siz önce 72 milleti birakin, kendinizi hangi millete ait oldugunuzu ispatlayin. Devsirme yasam benimseyenler, ancak baska halklara düsmanlik yaparlar.

Kürt halkinin mücadelesi sapina kadar devrimcidir. Bugün tüm dünya kürtlerin hakli mücadelesini görürken, sizin gözünüzde irkci perde var, bunu göremiyorsunuz. Kürt mücadelesi, mazlum bir ulusun özgürlük mücadelesidir. Bunu kafaniza dank edin..

Aramizdaki düsünce farki da budur. Gecmis yazilarimizda size bunlari anlatmaya calistik. Sizden bunlari anlamanizi zaten beklemiyoruz.

Sitenizde sürekli yurseverlerin isimlerini ögrenmek isteyen siz degilmisiniz? Irkci devletin arkasina saklanarak insanlari tehdit eden siz degilmisiniz?

Güya ben Kimsor sitesini cekemiyormusum, meshur olmakmis amacim?  Be bre zavallilar, ben sizin neyinizi kiskanacagim. Sizin yaptiginiz calismalar ortada. Kimsor halki arasinda fesatcilik yapmaktan, düsmanligi körüklemekten baska hangi isleri basardiniz. Köydeki dedikodularinizi siteye tasidiniz. Baska hangi calismalariniz vardir. Aslinda siz kendinize layik olani yapmaktasiniz.

Kimsor sitesi olarak beni elestireceginize, önce sitede  bana karsi yazi yazan provokatörlere karsi bir yazi yazin. Onlari susturun. Hem sitenizde onlara kucak acarsiniz, hemde bizi baskalarini suclarsiniz. Ben elbette ki bu provokatörlerin suclamalarina cevap verecegim. Bu ortami yaratan  sizinsiniz.

Benim calismalarima gelince,  halkimin tarihini, kimligini, kültürünü anlatmaya calisiyorum.  Halkimizin gerceklerini anlatmaya calisiyorum. Amacimiz ülkemizdeki demokrasi mücadelesine katki sunmaktir. Eger bazilari bu calismalardan rahatsiz oluyorsa, buda onlarin bilecegi istir..

“Kime hizmet ediyorum” cevabini bekleyen ödleklere gelince, dost da, düsman da benim kime hizmet ettigimi  anliyorlar. Siz ise anlamak istemiyorsunuz.

Eger halkimizin cikarlari dogrultusunda düsüncelerinizi beyan ediyorsaniz, buna saygimiz vardir. Sizinle her konuda dostca tartismaya variz.  Fakat halkimiza karsi düsmanlik ve sahsima yönelik karalamalari sürdürseniz, size gerekli zamanda, hak ettiginiz cevabi vermekten de geri durmayacagim.  Sizin tutumunuza göre tutum takinacagim..

Bende ayni soruyu  sizlere soruyorum.

SIZIN AMACINIZ NEDIR VE KIME HIZMET EDIYORSUNUZ.????

28.12.2007

D.TaSh

 

Zum Seitenanfang

 
DÖNÜŞÜ OLMAYAN YOL
 
Bra Hasan BİLDİRİCİ,

"Dönüşü olmayan yol" romanınız elime ulaştıktan sonra, bir solukta okumaya çalıştım. Uzun zamandır roman okumamıştım, bununla bu tadı çıkardım. 

Romanı okurken, farkında bile olmadım.  Kitabın bitiminde ise neden kısa olmuş diye birazda yakındım.

Roman diliniz oldukca herkesin rahatlıkla anlıyabileceği sadeliktedir.  Gerçi  siyasal yazılarını da aynı zevkle okuduğumu belirtiyim.

Halkını çok iyi tanıyan, birinin kaleminden böyle bir romanın yazılmasını değerli buluyorum. 

Yaşam hikayende okuduğum kadarıyla,  yıllarını cezaevlerinde geçirmişsin. Bugünde fedakar ve aydın duruşunla, bu mücadeleyi sürdürmektesin. Yaşadığımız dönemde özellikle, Kürt halkının daha çok  Hasanlara ihtiyacı vardır.  Hasanlar çoğaldıkça Kürt  halkının direnç damarlarıda güçlenecektir.

"Dönüşü olmayan yol"romanınla,  okuyucularını sürüklüyorsun.Gerilla konularındaki gizli tabuları yıkıyorsun. Onların duygularını ve düşüncelerini anlatan, iyi bir gözlemcisin. Halkla olan güçlü bağların, bu romandaki karekterleri iyi belirlemişsin.

"Dönüşü olmayan yol"da bir çok karakteri, bir arada bulabiliyoruz. Kürt toplumun iç çelişkilerini çok güzel yansıtmışsın. Rojdalar, Saryalar, Haydarlar, Rozerinler, Cemiller, Şevketler, mele Saitler, Nudemler, İsmetler vardır. Her kişi içinde bulunduğu ortamın penceresinden başkasını değerlendiriyor. Sarya içindeki ortamda, aşkını feda ediyor. Durumlar değişince yeniden duygularına teslim oluyor.  Rojdayı anlamaya ve diğerlerini  anlamaya başlıyor. Yeni ortama sürüklenirken, eski arkadaşlarının hışmına uğruyacağını göze alıyor.

Biz kürtler acı ve sevinci hergün yaşayan bir toplumuz. En büyük şavaşın içinde olsak da, yinede insanlığımızı kaybetmeyiz.  Yaşadığımız coğrafyada, en yoksul ve en çok acı çeken bir halk olmamıza rağmen, hala gülüp oynayabiliyoruz. Başkalarına kucak açabiliyoruz. Düşmanlarımıza karşı kinsiz yaşıyabiliyoruz. Bu bir zayıflık mı, yoksa güçlü bir insanlık mı?

Şu barış analarımızın yüceliğine bakın; "savaşta başka evlatlar ölmesin" diye,  her türlü baskıyı  göze alıp haykırıyorlar. Türkiyede "şehit" anaları ise, evlatlarını,  genelkurmayın savaş naralarına kurbanlık koyun gibi uzatıyorlar.

Kürt halkının  ulusal mücadelesi, çok yönlü olarak kavranılmadıkça, savaşta uzuyor. Yıllarca tek  pencereden baktık soruna. Farklı pencerelerden bakanlarla yanyana gelmemeye çalıştık. Her örgüt "en doğrusu benim" demektedir.  

Küçük bir anımı anlatmak istiyorum. 1980 öncesi İstanbul da öğrenciydim. Bir yaz tatilinde Dersim"deki köyüme gitmiştim. O yaz dağdan bir kaç gerilla arkadaş köye inmişti. Bende merak edip yanlarına gittim. Bir hemşerimde çay içiyorlardı. Selamlaştıktan sonra bana ne iş yaptığımı sordular. Bende "Üniversite de öğrenci olduğumu". söyledim. Onlarla biraz siyaset üzerine konuşunca, bana : "hangi siyasetten olduğumu" sordular. Bende onlara:" Halkın Kurtuluşu  taraftarı "olduğumu söyledim. Bunu dememle, ordaki arkadaşlar  çaylarını yarıda bırakıp kalktılar. Dönüp bana "Türk solunun çayı içilmez. Bu nedenle kalkıyoruz." dediler. Bende; "içtiğiniz çayın Türk soluyla bir ilgisi yok, çay herkesindir."demiştim.

Halbuki ben onları daha yakında tanımak istemiştim. Arkadaşların tavırları beni üzmüştü. Kendi kendime; "Bu hareketi oluşturan kişiler böyle ise, bu örgüt nasıl devrimci  olur" diye düşünmüştüm.  Benim gibi Türk solunda olanlar, kendi ulusumuzun tarihinden habersizdik. Ulusalcı arkadaşların  tavırları, bizleri dıştalıyıcıydı. Biz devrimciler birbirimizi anlamadıysak, halkımız bizleri nasıl anlayacaktı? 

Devrimci kişi, halkın değerlerini saygı duymak ve onları bilmek zorundadır. Biz devrimciliği misaki milliin sınırları içerisinde, resmi düşünce tezlerinin ısığında kavrıyorduk. Sömürge bir ulus olduğumuzu kavrayamıyorduk. Dünyaya meydan okuyan solculardk, fakat kendi halkımızı tanımıyan yoksullardık. Dünyanın neresinde halksız devrim olmuştur? 

Devrimci olmak bir yaşam felsefesidir. Ölmek ve öldürmek üstüne yaşam kurmaya çalışanlar,  yalnızca kendilerini değil, aynı zamanda kendi toplumlarını da  öldürmüşlerdir.

Haklı ve sabırlı olanlar mutlaka kazanacak, haksız ve zalimler mutlaka yenilecektir.

Bra Hasan,

sen mazlumun ve haklının yazarısın. Seni güçlü kılanda budur. "Dönüşü olmıyan yol" romanını bize armağan etiğin için, yüreğine, emeğine  sağlık. Gelecekte de senden yeni romanlarını bekliyoruz.

En içten sevgilerimle sana başarılar diliyorum..

07. 01.2008

D.TaSh

 

Zum Seitenanfang

  ŞU BİLGİÇLİK TASLIYAN “SOLCULAR”A
 

Şu bilgiçlik taslıyan “solcular” hep  atıp atıp tutarlar. “Emperyalizme, özellikle de ABD”ye  karşı devrimci mücadele verdiklerini” söylerler. Fakat mücadelerinde burunları dibindeki kemalist rejime asla dokunmazlar. Ordu millet elele kardeşçe yaşarlar..

Küçük bir fıkra vardır;

Karslı bir köylü,  ordunun hergün köy baskınlarından bunalır.  Artık dayanamaz, orduya basar küfürü.. Bundan dolayı da köylüyü tutuklarlar..Sonra da mahkemeye çıkarılır.

Hakim köylüye sorar:  Neden ordumuza küfür ettin?”  

Köylü : “ Estarfullah, ben kim orduya küfür etmek kim. Bizim ordumuza  küfür etmedim.”

Hakim: Fakat senin orduya küfür ettiğini duymuşlar.”

Köylü: “ Hakim bey küfür ettiğim doğrudur. Fakat bizim orduya küfür etmedim. Rus ordusuna küfür ettim.”

Hakim:  “ Peki,  Rus ordusuna ne diye küfür ettin?  Rus ordusu sana ne yaptı?”

Köylü: “ Hakim bey, Rus ordusu, birinci dünya savaşında bizim buralara geldiler.  O zaman bizim yollarımızı yaptılar. Sonra da bir daha gelipte bu yolları tamir etmediler.”

Hakim bu duruma güler ve köylüyü serbest bırakır.

Bugün Türkiyede bazı  “solcu” geçinenlerin tavırları bu köylüden farklı degildir. Hergün emperyalistlere atar tutarlar. Emperyalistlerle kafayı bozarlar. Fakat Türkiyedeki egemen güçlere karşı onurlu bir duruş sergilemezler. Onlara göre tüm kötülüklerin kaynağı bu dış emperyalistlerdir.

Bu solcu kardeşlerime çok basit bir soru sormak istiyorum.

Eğer Türkiye bugün  doğrudan bir emperyalist gücün işgali altında olsaydı, sizin  ilk hedefiniz ne olacaktı?

Bu arkadaşlar mutlaka, “ ülkede emperyalizme karşı savaş vermek esas görevimizdir " diyeceklerdir.

Türkiye işgal altında olmadığına göre, işgale karşı mücadele vermeleri de sözkonusu olmaz. İşte tam da bu noktada, Türkiye ve Kürdistan farkı ortaya çıkyor.

Türk devleti, bir milyonluk saldırgan ordusuyla başka halkların ülkesini işgal altında (Kürdistan, Kıbrıs) tutmaktadır. Oralarda insan hakları ihlalleri yapmaktadır. Halkların dilini kültürünü yasaklamaktadır. İşgal altındakiler onlara yetmiyor. Güney Kürdistana girme ve oraları işgal etme niyetleri var. Güneyin bombalamasının altında bu sömürgeci emelleri var. Kendi ülkesini işgalden kurtarmaya çalışanlarla, bir başkasının ülkesini işgal edenler aynı olur mu? Biri ezilen, diğer ezendir. Ezen ve ezilen ulus farkı da budur. 

Türk devleti kendisi Nato ülkesidir ve ABD nin en yakın müttefiğidir. Sömürgeci bir devlettir. Türkiye ezilen bir ülke değil, başkalarını ezen faişst bir devlettir.

Bu gerçekler ortada iken, solculuk adına, Türkiyeyi ezilen bir ülke gibi göstermek, Türkiyenin bağımsızlık mücadelesini veriyoruz diye kimseleri kandıramazsınız. Kendi devletini akla, dış güçleri baş düşman görme, bir anlamda esas mücadeleden kaçmaktır. Bu yanlış düşüncelerden kurtulmadıkça, devrimci bir çizginiz de olmaz. 

Şu Cem gibi  “solcular” Türkiyenin bu durumunu görmemezlikten gelirler.  Türkiyeyi zavalı, emperyalizmin işgali altında görürler.

Bu sahte “solcu” düşüncelerle, Türk devletinin sömürgeci karekteri aklanmaktadır.

Emperyalizme karşı mücadele safsatasıyla,  Türk egemenlerine karşı  mücadele verilmemektedir. Bu sahte solcular, Kürtlerin sömürgeci devlete karşı verdiği mücadeleyi küçümsemektedirler. Bir anlamda onlar,  Türk devletinin, Kürtlere karşı yürütüğü savaşı alkışlamaktadırlar.

Bu yanlış düşüncelerden dolayı onlar sosyal şovendirler. Birinci dünya savaşındaki,  II enternasyonal döneklerinden farkları yoktur. Onlarda kendi emperyalist sömürgecilerinin savaşını yurt savunması diye yuturuyorlardı.

Kürtlerin ülkesi Türk, Arap ve Pers işgali altındadır. Kürtler, 100 yıldan beri bu işgalden kurtulma, yani ulusal mücadele vermektedirler. 

Barzani, Talabani ve diğer önderler, Kürt halkının içinden çıkan kişilerdir. Bir halka saygı duymak demek , onların önderlerine saygı duymaktan geçer. Bu önderliklerin amacı, Kürtleri esaretten kurtarma mücadelesidir. Onların bugün yaptığı budur.

Kürt önderlerini küçük düşürmeye çalışanlar, Türk sömürgecileridir. Bugün Kürtler yok olmama mücadelesini veriyorlar. Kendini bilmezlerin, Türk propandasının etkisiyle, kürt önderlerini karalamasını kimse ciddiye almaz..

Bugün Ortadoğuda emperyalizme uşaklık yapan en büyük devlet Türk devletidir. Onlar bu uşaklığı kimseye kolay kolay kaptırmazlar. Yeter ki ABD bunları okşasın.

Ne Barzanı ve nede Talabani başka halklara düşmanlık yapmıştır. Bugün Irakta en demokratik bölge Kürdistandır. Kürdistan bölgesinde, Kürtler, Türkmenler, Asuriler ve diğer azınlıklar kardeşçe yaşamaktalar. Tüm hakları vardır. Ordaki yapıyı yıkmaya çalışan ise Türk devletidir..

Solculuk ayaklarıyla, bu gerçekleri görmemezlikten gelmek, egemen güçlere destek vermek anlamına gelir. Bu da sosyal sovenliktir.

Kendi ulusunun gerçeğini inkar etmek ise  ihanettir. Devşirme yaşamı benimsiyenler bu yolu seçmiştir.

01.01.2008

D.TaSh

 

Zum Seitenanfang

 
 
   KIMSORLU HEMŞERİLERİME.. 
 

“Kimsor sitesini, Kimsor derneğine bırakın” demem, bazı çocukları rahatsız etmiştir..  Kimsor sitesine her yazı gönderdiğimde, birileri iş olsun diye yazdıklarıma itiraz ediyorlar. Amaçları üzüm yemek değil, bağcıyı dövmektir. 

Kimsor bir topluluktur. Bu topluluğun bir tarihi geçmişi, dili ve kültürü vardır. Atalarımız yıllarca Kimsor da yaşadılar. Onlar bir bir etnik grubun üyesidirler. Bu gerçekleri bilmek ve bunları dile getirmek her Kimsorlunun görevidir.

Tariihsel süreçle Kimsorlular, kendi topraklarını terketmişler ve dünyanın her tarafına savrulmuşlar. Bu savrulmadan sonra , Kimsorlular arasındaki etnik, kültürel bağlar da zayıflamıştır. Fakat zamanla kimileri kendilerin bu topluluktan farkli değerlendirmiş ve başka kimlikler bulmuşlardır.  

Bunların kendilerini farklı görmelerine de itirazımız yok. Bu onların ruh sorunudur.  Bu kişiler yalnızca kendilerini farklı görmüyorlar, ayrıca biz Kimsoranları da böyle görmeye başladılar. Biz Kimsorlulara yeni bir deli gömleği giydirmeye çalışıyorlar.  

Tam da bu noktada bir Kimsorlu olarak, bu deli saçması düşüncelere eleştiriyorum ve yanlışlıklarını göstermeye çalışıyorum.

Bu kişilerin yanlış düşünüyorlar çünkü;

1-) Kimsorluların etnik kimliği Türk değil Kürt”tür. Bazıları zorla bizleri Türk yapmak ve türkleştirmek istiyor.

2-) Kimsorluların anadili Türkçe değil, Kürtçedir. Türkçe zorunlu olarak bize dayatılan bir dildir.

3-) Kimsorluların dini inancı aleviliktir. Bugün alevilik diye yuturmaya çalışılan ise bir nevi sunni hanefiliktir.

4-) Kimsor, Dersim eyaletine bağlıdır.  Bu bölge dünya tarihinde Kürdistan diye geçmektedir.

5-) Kimsorluların kendilerine özgü kültürel inançları vardır. Bunları araştırmak, bu değerleri geleceğe aktarmak bizlerin görevleridir.

6-) Kimsorluların kökenlerini ve tarihsel geçmişini araştırmak bizlerin  görevleri olmalıdır.  

Bizler bu konuda yeterli bilgiye sahip olmadığımz içindir ki, aramızda farklı sesler çıkıyor. Kimsorluların kimliğini sorgulanıyor. Bunların amaçları toplumuzu bir yerlere yamalamak ve tarihi gerçekleri unuturmaktır.  

Bunlar yazdığımız için, resmi düşüncelerin uzantıları, bizleri hedefiyorlar.  

Bu çocuklar güya beni eleştirıyorlar. Beni kürtçülükle suçluyorlar.

Bir Kimsorlu olarak olarak kürt ve Kürdistanlı olmayı onur sayıyorum. Beni  eleştirenler önce kendilerini tanımlasınlar. Devşirme kimlikla karşımıza çıkmasınlar. Kimden yana olduklarını ortaya koysunlar. Hem kimsorlu geçineceksiniz  ve hemde kendi toplumun temel taşlarına itiraz edeceksiniz. Ben bunları aslını inkar eden haramzedeler olarak görüyorum.

Kendi gerçeğini bilmeyen bir topluluk hafıza kaybını yaşıyor demektir. Bunları anlatmamızın nedeni, Kimsorluluğu geleceğe taşımaktır. Bunları yapmaya çalıştığım için, bazılarınca hedef seçiliyorum. Bunu neden yaptıklarını hiç düşündünüz mü?    

Peki beni eleştiren bu çocuklar kimdir? Hangi düşünceleri savunmaktalar?

Bunlardan biri  “anadilim Türkçedir ve ben Türküm” diyor. Kimsor sitesinde,  Türkçülüğün propagandasın yapıyor. Açık açık  türk ırkçı düşünceleri savunuyor.  Peki "devrimci" geçinenler bu durumu görmüyorlar mı? Onlar görselerde buna itirazları yok.  Fakat ben birşeyler yazdığımda, hemen ortaya çıkıyorlar. Aklınca beni eleştiriyorlar.

Kimsor sitesi, türk ırkçı propagandası yapan kişilerin borazanlığını yapmaktadır. Bu anlayış Kimsorluların değerlerine ihanetir.

Kimsor bir topluluk ise, bu topluluğun değerlerine uygun bir site kurulmalıdır.  Adamın biri çıkmış, kendini göstermek için,  site kurmuştur. Kimsorluların her değerine karşı çıkıyor. Bugüne kadar bu sitenin ziyaretçi defterindeki dedikodulardan, aramızda kargaşa yaratmaktan başka hangi olumlu işlere imza atmıştır. Her kuruluşun bir amacı vardır. Kimsor sitesi, eğer bizi temsil ediyorsa, söylediklerimize hayır dememesi gerekir.

Daha önceki yazımda, Kimsor sitesini derneğe devredilmesini istemiştim. Kimsor Derneği, kimsorluların adına bunu talep etmelidir. Dernek bir topluluğun temsilcisidir. Kimsor sitesi tek kişinin malıdır. Kimsorluların iradesi dışında kurulmuştur.  Bundan dolayı bölücüdürler.  Şite şu anda   Kimsorun değerlerinden uzak, ırkçılarının görüşlerini yansıtıyor. Kimsorlu olarak buna itiraz ediyorum. Kimsor sitesi,  Kimsor derneğinin denetimine verilmesi en doğrusudur.

Eğer Kimsor sitesi yeni görevleriyle, tüm Kimsorluları temsil ederse, bizde Kimsoran sitesi olarak,  sorumluluklarımızı yeni siteye bırakacağımızı belirtiyoruz. Bu olmadığı taktirde, Kimsor sitesini Özcanların sitesi olarak kalacaktır. O,  bundan dolayı yazdıklarımızdan rahatsız oluyor.  

Bir kaç cümlede şu interasan kardeşim  Cem için. “Emeğinin, ekmeğinin derdinde olan insanlara, sadece 'kürt' gündemiyle seslenmek ne işe yarar”  diyor.  İyi de sen emek mücadelesini yürütünde biz mi engelledik? Bilgiçlik taslıyacağına, gereklerini yerini getir.  Biz ne yapıyoruz? Kimsoran sitesi olarak,  yalnızca Kürtlerin sorunlarını dile getirmiyor, aynı zamanda, Türkiyenin demokrasi mücadelesinin de kavgasını veriyoruz. H.Colak ve diğer arkadaşlarımız düşünceleriyle bunları anlatmaya çalışıyorlar. Sen sitemize yazı yazmaktan bile korkuyorsun. Bunu daha önce belirtmiştin. Yazı yazmaktan dahi korkan biri devrimci olur mu?

Bugün Türkiyede, devrimcilerin programlarında en önemli sorun Kürt sorunudur. Bu sorundan dolayı, ülkenin diğer sorunları da kilitlenmiştir. Gerçek bir devrimci bunun gereklerini yapar. Sen ise kürt sorunu görmemezlikten geliyorsun.

Daha önceleri de Nil Demirkazık için atıp tutuyordun. Nil hanım tutarlı bir demokrat olarak, savunduğu görüşlerinden dolayı bugün içerde. sanırım bu sana ders olmuştur.

Her defasında bize itiraz etmeyi devrimcilik görüyorsun.  Devrimciysen, önce yanındaki faşistleri eleştir. Onlara meydanı bırakma. Devrimci olmak, ezilen tüm topluluklara sahip çıkmaktır.  Biz bunu yapmaya çalışıyoruz.

Her kimki, halkımızın temel değerleriyle oynuyorsa,  onlara karşı mücadele vermek bizimde boynumuzun borcudur.

30.12.2007

D.TaSh

 

Zum Seitenanfang

 
 
  ULU TANRIMA..

D.TAS

Ey yeri göğü yaratan,

Herşeye kadir olan ulu tanrım.

Bügün sana içimdeki duyguları yazmaya  karar verdim.

Çaresiz ve zavallı olduğum için yazmıyorum.

Yardıma ihtıyacım olduğu için yazmıyorum.

Senden kendim adıma birşey istiyorsam namertım.

 

Sana yazmamın tek nedeni, yaşadığımız dünyadaki sorunlardır.

Burda olan biten haksızlıklardır.

Burdaki durumlar bizleri rahatsız ediyor.

Bizleri anlıyacak çok az kişi vardır. Beni anlamadıkları için sana yazıyorum..

 

Dünyamızda büyük kargaşalar var.

Bazı barbar kulların, senin yaratmış olduğun düzeni yıkmaya çalışıyorlar.

Senin bize reva gördüğün haklarımızı elimizden almaya çalışıyorlar.

Dilimizi,  kültürümüzü, inançlarımızı zorla yok etmeye çalışıyorlar.

Bir lokma ekmeğimize göz dikiyorlar.

Kimileri ekmek bulmazken, kimileri sana ait olan bu dünyayı zimmetine geçiriyorlar. Havayı, suyu ve herşeyi parayla satıyorlar.

Onlar için sen yoksun. Onlar için yeni Tanrı paradır.

 

Kimileri senin adına kendini vekil tayin ediyor.

Kimileri senin adına vaazlar veriyor.

Kimileri senin adına halklarımıza kan kusturuyor.

Kimileri senin adına dünyaya el koyuyor.

 

Sen ki en yücesin,

Tüm evrenin gerçek sahibisin

Bu duruma niçin dur diyemiyorsun?

Senki bu dünyamızın sahibisin.

Burda yaşayanların refahından ve  huzurundan esas sorumlusun. 

Bizleri kul olarak yarattın.

Yarattığın kullarının haklarını korumak ve adeleti sağlamak da senin görevindir.

 

Ben seni hiç görmedim.

Fakat içimdeki duygularla seni yaşadım.

Seni yoksulların tanrısı olarak biliyordum..

Bu dünyada en çok sana dua eden de yoksul kullarındır.

Senin adınla kendi ateşlere atarlar. 

 

Kimileri kilisede,

kimileri camide,

Kimileri kendi yaptığı tapınaklarda,

Kimileri bulunduğu mekanlarda,

Yani her zaman ve her yerde sana dua ederler..

 

Sana karşı  en güzel duygular besledim.

Hiç bir zaman varlığını inkar etmedim.

Bana reva gördüğün nimmetler için teşekkür ettim.

 

Amacım sana burdaki gelişmeleri aktarmaktır.

Hiç bir artniyetim yoktur.

Tanrı olarak sen içimizdekilerini bilensin.

 

Benim üzüldüğüm esas  sorun,

dünyanın içindeki bulunduğu durumdur.

Burda olan biten haksızlıklardır.

Bir kulun olarak, bu durumu kabullenemiyorum.

Bu dik kafalılığım yüzünden, başım beladan kurtulmuyor.

Bu isyan genlerimden dolayı, haksızlıklara, adeletsizliklere hep isyan edesim geliyor.

Bu dünyada isyancı olmak zorunda kaldıysam,  yine sorumlu olan da sensin.

Sen her kuluna bir yetenek vermişin.

Bana isyan yeteneklerini bağışlamışın.

Kuzu olarak yaratsaydın, bu dünya umrumda olmazdı..

 

Bir kulun olarak,

burdaki haksızlıklara karşı dururken, acı çekerken sen nerelerdesin?

Yıllarca en içten duygularımla seni çağırıyordum.  

 “Allahım bu dünyada , hiç bir kuluna acı çektirme ve onları aç bıraktırma” diye

Anlaşılan sen beni duymuyor ve beni kaale almıyorsun..

Hadi beni boşver, diğer milyonlarca kullarının çığliklarını duymuyormusun?

 

Eğer sen onların  çığlıklarını da  duymasan,  

bu dünya da yaşanılmıyacaktır.

Milyonlarca  yoksul ve zavallı kulların zalimlerce yok edilecektir..

Bir Tanrı olarak bunlara nasıl göz yumabiliyorsun?

 

Senki herşeyin bilen ve dünyayı yaratansın,

Bir Tanrı olarak istesen, çok şey yaparsın.

kulların arasında adeleti gerçekleştirebilirsin.

İstesen yeni vekiller şeçtirebilirsin.

 

Senin bu vurdum duymazlığından dolayı, 

milyonlarca kişi umutların kaybetti.

Herkes yarınından kaygılı ve huzursuz yaşıyor.

Senin varlığını tartışıyor.

Varmısın?

varsan neden ortaya çıkmıyorsun?

 

Ey yüce tanrım!

Neden zalimlere bu kadar güç verdin?

Halklarımıza acı çeksin diye mi?

Bu dünyada yaşamak bizler için zindandan beter..

Bu dünyanın sorumlusu sensin, bu  haksızlıkları düzeltme  görevi yine sana düşüyor

Zalim kullalarını cezalandırmalı, yoksullarına kol kanat olmalısn.

Bunları yapmayan Tanrı sorgulanır.

Sen bunu yapmasan,

ortalıkta din simsarları dolaşır ve senin itibarını düşürürler.

 

Ey ulu tanrım,

İnşallah bu duygularımı anlar gerekeni yaparsın.

Tanrı olmak kolaydır, önemli olan sorumluluğunu bilmektir.

Eğer Tanrı olarak görevlerini yapmasan,

sana olan güvenimizi kaybedeceğiz.

 

Sayet sen darda isen,

Benim gibi isyancılar olarak, yardımına koşmaya hazırız.

Yeterki sen zalimlere karşı bizimle aynı saflarda dur..

 

Yüce Tanrım,

yeni bir yıla girerken, sana en içten duygularımla yalvarıyorum.

Bizlere bu dünyayı zindan eyleme,

umutla yarınlara bakmak istiyoruz.

Bunun için senden, 

Zalimlerin olmadığı bir dünya yaratmanı istiyoruz.

Eğer bunu yapmasan

Bir isyancı olarak,

Kendime yeni bir Tanrı arayacağım, haberin olsun..

30.12.2007

 D.TASH

 

Zum Seitenanfang

 
  KISA BİR YAŞAM ÖYKÜSÜ...

D.TAS

1966 yılında Kimsor köyündeki ilkokulunda mezun oldum. Ailemin durumu iyi olmadığından beni ortaokula göndermeye niyetleri yoktu.  Öğretmenimin zorlamasıyla , 'sevgili' babacığım benim için  bir koyun feda etti. Satılan koyunun sayesinde, beni İstanbulda oturan amcam Hüsê'nin yanına gönderdiler. Bu şekilde İstanbul yolculuğum başladı. İstanbul'da kalabileceğim tek yer amcamdı.  Ape Husê Kağıthane ile  Alibeyköy arasındaki bir tepe üzerinde yeni kurulan Nişantaşlar mahallesinde oturuyordu. Geldiğim dönemde mahalle de yalnızca 100’e yakın gecekondu vardı. Büyük bir köydü. Mahallenin  ilk yerleşimcileri bizim Dersim’lilerdi. 1960 yıllarında,  orda ilk gecokonduyu eniştem Alî'ye Koyser yapmıştı. Eniştem Nazimiye kazasının Koyser köyündendi. Bundan dolayı bu mahallenin takma adı Koyser olarak kaldı.   

Sonradan Türkiye’nin  birçok kırsal kesimlerden gelen aileler burayı kendilerine mekan seçtiler. Mahalle gün geçtikçe büyüdü. Ev yapma müsaadesi verilmediği için, gelenler, kulübe şeklinde gecokondular diktiler. Ordaki arazilerin sahibi bir mafiacıydı. Yer almak isteyenler ona haraç vermek zorundaydılar. Devlet ev yapmalarına müsaade etmemesine rağmen, onlardan vergi ve elektrik paralarını düzenli toplamasını biliyordu. Mahallede  oturan insanların büyük bir kesimi, işsiz, güçsüzdü.. Çalışanlarda ağır işlerde, un fabrikalarında, Tuğla fabrikalarında, Demir döküm’de veya inşaat işlerinde çalışırlardı. Kadınlar ise Alibeyköydeki kurbağa, salyangoz fabrikasında çalışırlardı. 

Mahalle de oturanların büyük kesimi kızılbaş Kürtler’di. Mahallenin bu özelliklerinden dolayı,  devlet orda oturanlara üvey evlat muamelesi yapıyordu. Belediye  alt yapı hizmeti götürmüyordu.  Lise yıllarıma kadar mahallede içme  suyumuz yoktu. Halk  suyu Kağıthane deresindeki Sadabat’taki çeşmeden temin ediyordu. Suyu omuzlukla tepeye çıkartırdık. Oraya  gidip gelme en az  1-2 saat sürerdi.  Su taşımaktan  omuzlarımız nasır tutmuş, omurgalarımız eğri büğrü olmuş ve genç yaşta sırt ağrılarımız başlamıştı. Mahallenin halkı defalarca Kağıthane belediyesine sorunlarını ilettiği halde, kimse onları  ciddiye almamıştı.  Yağmur yağdığı günlerde bayram ederdik. Bidonlarımızı yağmur suyu ile doldururduk. Bu şekilde su ihtiyacımızın bir kısmını tedarik ederdik.  Mahallenin içinde İstanbul şehirin su boruları geçtiği halde, suya hasret kalmıştık. Günün birinde bir vatandaş, bu duruma isyan eder, geceleyin kalkar, mahallenin ortasından geçen kalın su borusunu deler. Bu şekilde mahallenin halkı suya kavuştu. Halk bu duruma çok sevinmişti. O günden sonra halk su ihtiyacini patlamış borudan temin ediyordu.  Saatlerce kuyruklarda beklerlerdi. En azından Kağıthane deresine gitmekten kurtulmuşlardı. Su sorunu yıllarca devam etti.. 

Nişantaşlar mahallesinde okul yoktu. Ilkokula gitmek için, ya Kağıthaneye veya Silahtara gitmek gerekiyordu. Bazı Dersimli ailelerin  çocukları 10-15 yaşlarında olmalarına ragmen, okula yeni başlamışlardı. Hata bir arkadaşımızin sakalı çıkmıştı.  İlkokula yeni başlamıştı. Okuldaki çocuklar ona “baba” diyorlardı. Bizde onu sürekli “sakalı sırık ” diye kızdırırdık. O da bizi kovalardı...

Mahalle halkı, devletin ayırımcı politikalarının kurbanıydı. Halk ise farklı yollarla tepkisini göstermeğe çalışıyordu. Devlet ise  baskıdan baska yol bilmezdi.. Polisler ve Jandarmalar keyfi olarak mahallede aramalar yaparlardı. Tiplerini beğenmediklerini alıp götürürlerdi. Halk artık bu duruma alışmıştı. 12 Marttan  sonra, devletin baskıları  daha çok yoğunlaştı. Halkın devlete zere kadar güveni yoktu...

Ortaokula gittiğim sıralarda, amcamın maskanlı bir komşusu vardı. Maskanlı amcanın  yıkık dökük bir gecekondusu vardı. Pencereleri naylonla kapatıyordu. Beş altı çocuğu vardı.  Çocuklarının üstü başı perişandı. Kendisi inşaatlarda çalışarak çocuklarının geçimlerini sağlıyordu. Ev yapmaya parası yoktu.. 

Bu maskanlı amcanın büyük oğlu Heqî ile arkadaştık. Heqî on yaşında olmasına rağmen, babası onu okula göndermemişti. Onu galeta satıcılığına göndermişti. Çevredekiler  babasına”  Çocuğu niçin okula göndermiyorsun”  diye kızarlar.  O da  ilkokula gider, oğlunun kayıdını yaptırır. Heqî bunları öğrenince evden kaçar.

Babası çıkıp yanıma geldi. Heqi’nin evden kaçtığını, onu bulmamı ve okula gitmesi için ikna etmemi istedi. Heqî arkadaşımdı. Mahallede devamlı birlikteydik. Onun okula gitmesini bende çok  istiyordum. Heqi’yi buldum. Okula neden gitmek istemediğini sordum. Oda bana:   “arkadaşım, babam beni okula kayıt etmiş, fakat  defter kalem bile almıyor. Okula gidip rezilmi olayım.” dedi. Bende ona; “okula gidersen, defter ve kalemin benden” dedim. Fakat  Heqî okula gitmemede kararlıydı. Kendisinden küçük çocuklarla aynı yerde görünmek istemiyordu. Babası zaten onu okula göndermede istekli değildi. İşin gerçeği, Heqî’nin çalışması onun işine geliyordu. Heqî’nin annesi şeker gibi bir kadındı. Oğlunun bu yaşta çalışmasına gönlü razı olmuyordu.  O günden sonra Heqî’nin okul sorunu kalmadı. Hayat okuluna başladı. Galeta satıcılığına devam etti.

Heqî mahallemizin  en zayıf ve en çelimsiz genciydi. Dokunsan sanki düşecek. Onu yakında tanıdığınızda, hiçte güçsüz olmadığını anlardınız. Heqî dert ortağımdı. Çoğu zaman onunla beraberdik..  

Amcamda kaldığım dönemde,  evimizde tek çalışan kişi amcamdı. Zar zor geçiniyorlardı . Üstelik bende  onlara yük olmuştum. Amoza Lolî ikide bir bana  “git bir iş bul. Sende kendi yol harçlığını  çıkar” diyordu. Yengem haklıydı. Yaşam koşulları acımasızdı. Beni evine alarak iyilik yapmışlardı. Ben yengemin her dediğini yapardım. Tek derdim okula  devam etmekti. Sınıfta kalmamak için çok direniyordum. Eger bbir yıl sınıfta kalsaydım, beni dehal köye  göndereceklerdi. Yengeme hoş görünmek için, elimde geleni yapmaya çalışıyordum. Bir an önce iş bulmalıydım. 

Heqî arkadaşıma gittim. Ona “bende galeta satmak istiyorum”dedim. O  da  benimle olmaya çoktan hazırdı. Ertesi gün beni evden  aldı, birlikte galeta fırınına gittik. Aldığımız galetaleri satmaya gittik. Artık bende galeta satıcısı olmuştum. Her sabah saat dörte kalkardım. Heqî’le birlikte fırına giderdik. Üç saat boyunca, mahalle mahalle dolaşır ve aldığımız galetaleri elden çıkarmaya çalışırdık. Galeta satarken” gevrek galeta, sıcak  galeta” diye  bağırırdık. Bu arada sesimizin düzenini terbiye ederdik. Her geçen gün daha güzel bağırmasını öğrendik. Yanık ses tonumuzla müşterilerin dikkatlerini çekmeye, galetaleri kısa zamanda satmaya çalışırdık..

Satış iyi gittiğinde galetalerden kurtulurduk. İşler iyi gitmediğinde, galetaler elimizde kalırdı. Galetalerin satışı geciktiğinde, galetaler taş gibi sertleşirdi. Heqî’yle bir çeşmenin başında buluşurduk. Galetalerimizi hafif bir suyla yumuşatır, tekrar satmaya devam ederdik.

Birgün yolda bir lira bulmuştum. Heqî bir liralık galetaleri kendimiz yedik. Satılmıyan galetaleri evde yengeme teslim ederdim. Yengem pek sevinmezdi. Yengem patronumdu. Kazandığım parayı ona verirdim. O da bu kazandığım paradan, bana  yol harçlığı verirdi. Her gün aynı işleri tekra yapardım. Galeta işinden sonra,  Eyüp’teki Ebuussut ortaokuluna giderdim. Lise yıllarına kadar galeta satmaya devam ettim.
Heqî arkadaşımın tek işi galeta satmaktı.  Galeta dışındaki zamanını kahvelerde geçirirdi.  Kahvedeki bütün oyunları öğrenmişti. Daha sonraki yıllarda babasının yanında inşaatlarda çalışmaya başladı. Heqî  çocuk yaşında emekçi olmuştu. Askerden sonra inşaatçı oldu.  

Heqî askerden döndükten sonrada gene zayıf ve cılızdı.  Ben kendime “bu haliyle inşaatta nasıl çalışır” diye sorardım. Heqî iyi ve yumuşak bir arkadaştı. Hiç kimsenin kalbini kolay kırmazdı. Kızsa bile yüzü güleç görünürdü. Onunla olduğumda kendimi rahat hissediyordum. Bizi birbirimize yakınlaştıran, yoksul ailelerden olmamızdı. Onunla çok ortak yanlarımız vardı...

Liseye  gittiğim dönemlerde, mahallemizde politik tartışmalar başlamıştı. Mahallede üniversite okuyan arkadaşlar vardı. Onlarla kahvelerde sohbet ederdik. Onlar bize birşeyler anlatırlardı. Silahtarda Demir Döküm işçilerinin  grevlerine giderdik. 15-16 Haziran işçi eylemleri halkta deprem etkisi yapmıştı. Denizlerin Demir dökümdeki işçilerle dayanışmalarını yakından biliyorduk. Böyle bir politik çevrede olmanın avantajlarıyla büyüdük. Türkiyede gelişen olaylar bizleri de etkilyordu.

Ayrıca mahalle halkı her zaman devlete güven duymuyordu. Devlet mahallemizi  üç KKK (Kızılbaş, Kürt, Kominist) bölgesi olarak damgalamıştı.  Daha sonra gecekondu direnişimizle dördüncü K  (Kurtarılmış bölge) ünvanını elde elde etmiş olduk. Yani bizler dört KKKK'lıydık.

12 eylül aşkeri cuntasından sonra, Mahalemizde yoğun baskılar, tutuklanmalar oldu. Basılmıyan ev kalmadı. Mahallemizin ortasından bilinçli olarak otoyol geçirdiler. Bununla mahalleyi ikiye böldüler, ordaki halkı dağıttılar...

Üniversite yıllarımla birlikte yaşamımda köklü değişimler oldu. Ülke sorunlarına, devrim sorunlarına kafa yormaya başladım.  Bir yandan pratik mücadelede yer alırken, diğer yandan teoriye olan susamışlığım artıyordu. Halkı devrime kazanmadan hiç bir değişimin olmıyacağını anlamıştım. Saflarımı ezilenden, mazlumdan yana belirlemiştim..

Bir akşam mahallemizdeki  kahveye gittim. Arkadaşım Heqî kahvede okey oynuyordu. Yanına oturdum. Onun ordaki halini görünce üzüldüm. Madem ki amacımız işçileri kazanmaktır. Madem ki devrimi savunuyoruz. Bu mücadelenin motor gücü olan işçileri neden kazanmıyoruz?  Ayrıca Heqî benim yakın ardaşımdı. Onu kahve bataklığından çekip almalıydım. Kahveden sonra onunla konuşmak istediğimi söyledim. Heqî beni sever sayardı. Hemen benimle geldi. Tenha yerlere çekildik. Ona devrim hakkında bildiklerimi anlatmaya başladım.  O can kulağıyla beni dinliyordu. Defalarca birlikte olduk. Heqî sürekli yeni şeyler soruyordu. Daha fazlasını öğrenmek istiyordu.  Ona her defasında yeni şeyler anlatmaya çalışıyordum. H.K. dergisinden yazılar okurdum.  Arkadaşım çölde susuz kalmış gibi öğrenmek istiyordu. Bu çalışmalar onun yaşamını altüst etti. Okuma ve yazmanın gerekliliğine inandı. İnatçı bir çaba sonucunda kendi başına okuma ve yazmayı öğrendi. Artık kendisi dergileri okuyabiliyordu.Bana ihtıyacı kalmamıştı.  Onun bu gelişmesinden çok etkilenmiştim. Bir işçinin  istediğinde neleri başarabileceğini gördüm. Heqî fabrikadaki arkadaşlarını  eğitip örgütlümeye başlamıştı. O artık işçi sınıfının öncü neferi olmuştu. Bulunduğu iş yerlerinde  işçi temsilcisi ve sendikacı oldu. Okuma yazmayı bilmiyen bir insanın, felsefe dersi vermesine şait olmuştum. Basit anlatım tarzıyla  emekçilere, sosyalist bilimi anlatıyordu.

Üniversite çevresinde tüm çabalarıma rağmen, Heqî gibi güvenilir bir arkadaş bulamamıştım. Öğrenciler sınıfsal konumları gereği bir işçi gibi kadar fedakarlık yapamazlar. Ben, okul çevresinden ziyade, emekçi kesimlerle olmayı tercih ediyordum.  Proleterlerin dostluğuna daha çok güvenirdim.
Heqî’yle her eylemde yanyana olurduk. Mahallemizdeki gecekondu direnişini başlatığımızda, o hep bizim yanıbaşımızdaydı. Dostluğumuz buraya gelinceye kadar devam etti.

Heqî ile  ilgili küçük bir anımı anlatamadan geçemiyeceğim. 1980 öncesinde bir devrimcinin cenaze törenine birlikte katılmıştık. Yürüyüş izinsiz yapılıyordu. Yürüyüşte 1000- 1500 kişi vardık. Şişli’den  Osmanbey istikametine doğru yürüyorduk.  Osmanbey’e  geldiğimizde,  polis ve Jandarma yolumuza barikat kurmuştu. Barikatta takılıp kaldık. Ya ordan dağılacaktık, yada barikatı aşmalıydık.  Barikatın önünde yüzlerce kişi toplanmıştı. Hic kimse ne yapacağını bilmiyordu. Yürüyüşçülerin arasında homurdanmalar başlamıştı, Bir kısmı ayrılmak üzere idi. Tam o esnada benim küçük arkadaşım, insiyatifi eline aldı. Barikata doğru ilerledi. Barikattaki bir polise tokat atmasıyla, ortalık karıştı. Bu hareketle yürüyüştekiler cesaretlendiler. Sel  olup barikatı, darmadağın ettiler. Bu şekilde yürüyüş istikameti tekrar açıldı. Polis ve Jandarma çil yavruları gibi dağıldılar. Arkamızda baka kaldılar ve sonra kaleşçe arkamızdan  ateş açtılar, bazı arkadaşlarımız yaralandı. Heqî bu eylemle önderliğini gösterdi.

12 eylül’den sonra, içeri düşen bazı kişiler Heqî arkadası ihbar etmişlerdi. Polisler onu içeri aldılar. 45 gün boyunca iskence tezgahında kaldı.  Kendi anlatımlarına göre, işkenceciler kendisine her türlü  insanlık dışı işkence yöntemlerini uygulamışlar. Heqî; "Bir insan eğer inançlı değilse,  bu işkencelere dayanamaz ” diyordu. İşkence esnasında yapılanlara, bazen fiziki olarak  dayanılmıyor. O zaman iskencecilere ”yeter, ara verin konuşacağim” dersin. İşkenceciler kısa bir ara verirler. Heqî’nin neler anlatacaklarını beklerler.  Fakat o onlarin yüzüne  "bana yaptiğiniz işkenceleri yazin. Bunlardan başka birsey bilmiyorum” der. Heqî inatçıdır, ağzından laf çıkmaz. İşkenceciler onu yüksek bir kata çıkarırlar. Pencereden aşağı doğru sarkıtırlar.  “Biz seni konuşturmasını biliriz . konuş ulan, konuşmasan  seni burdan aşaği atariz.” der işkenceciler. Heqî her defasında "tamam beni yukarı çekin bu sefer konuşacağim” der. Defalarca aynı  oyunu oynar.  işkenceciler dahada kudururlar. . Heqî'nin amacı kısa bir süre için zaman kazanmaktır. İşkenceciler onun nezdinde yenilirler. . Heqî’den tek kelime alamamışlardır. Onu konuşturamayınca bırakmak zorunda kalmışlardır.  Kimileri  "onun bünyesi sağlam değildir, işkencede konuştururlar”  demişlerdi. Heqî herkesi mahçup etmişti. O devrime olan inancını tazeledi. Mücadelesiyle halkın sevgisini, saygısını kazandı.

Burda onunla bağ kurmaya çalıştım. Buraya getirmek istemiştim.  Fakat o  orda kalmayı tercih etti.  Buraya gelenlerin halini görünce,  Heqî’nin gelmemesi bence daha iyi oldu.

Şimdi Heqî’nin nerelerde olduğunu bilmiyorum. Onu görmek, onunla eski bir dost olarak anılarımızı yaşamak isterim. Sayet o bu satırları okursa mutlaka beni arayacaktır. Şu konuda eminim ki, o nerde olursa olsun, mutlaka halkının gönlünde taht kurmuştur. 

Bu kısa öyküyle anlatmak istediğim, emekçi bir insanın, kendi davasına  inandığında neler başaracağıdır. 


20.2.2007
D.TAS 

 

Zum Seitenanfang

 
  KEMALISTLERİN SESI  " www.kimsor.com"ve sitemiz KIMSORAN -1

D.TAS

Kimsor comda bazı ‘hemşerilerim’, kimsor com’u kulanarak şahsımı hedef alan yazılar yazıyorlar.. Bu kişilerin düşüncelerimi eleştirmelerinden ziyade,  şahsımı hedef almalarıdır. Ayrıca ismimi deşifre ederek ajanlık yapmalarını kınıyorum... Bu durumlardan Kımsor sitesi sorumludur.  Daha önceki yazılarımda bu sitenin kime hizmet verdiğini uzun uzun anlatmıştım.. Anlaşılan eleştirilerimizden ders çıkarmamışlardır...Aynı lanetli yolda devam ediyorlar.. Bu şahışların tek amacı efendilerine hizmet sunmaktır. Kişileri deşifre etme ve onları journalamaktır..

Bazı hemşerilerim, Kimsoran com sitesinin faaliyetlerinden rahatsız  olduklarını yazıyorlar. Bunların bazıları kişisel düşüncelerinden, kimileri de düzen çarkının bir parçası olduğundan rahatsız oluyorlar..Kimileri, Kimsor sitesini, aile şirketi gibi gördüklerinden başka sitelerin ortaya çıkmasına tahamül edemiyorlar..Bunları ciddiye almıyorum..Kimsor geniş bir topluluktur. Kişilerin farklı düşünceler savunmaları doğaldır....

   Kimsoran sitemizde farklı düşüceleri savunan arkadaşlarımız vardır. Kimi kürt milliyetçisi, kimi kürt devrimcisi, kimi kürt alevisi, kimi kürt demokratları, kimi kürt  kürt dindarı.. Bunların ortak noktaları,Kürtlerin kendi kader tayin hakına inanmalarıdır..

 Türkiyede Kürt sorunu çözülmeden, diğer sorunlarında  çözülmiyeceğini biliyoruz. Kimsoran com’da çıkan yazılar da farklı insanlara ve farklı düşüncelere aitir.. Orda çıkan tüm tüm düşüncelere katıldığım anlamına da gelmez..Şiddette ısrar eden bir devlet var.  Bizler ise sorunların dialogla ve siyasal zeminde çözülmesinden yanayız.. Bu eğer suç ise bu suçu işlemeye devam edeceğiz..

   Askerden dönen bir kardeşimiz, hızını almadan bana atıp tutmuş..Onun ruh halini anlıyorum.. 18 ay beyni yıkanan bir kurumdan geliyor.. Ordan kurtulmak için sürekli Kimsor com'da kalan günlerini aktarıyordu...

    Ayrıca kendini M-L ve maocu görmesi gariptir. Sosyalist geçinen biri,  ulus ile inanç arasındaki farkı  bilmesi gerekirdi. Ezen ve ezilen halklar hakında biraz bilgi sahibi olurdu..  Anlaşılan marksizmden hiç nasibini alamamıştır.. Kendi öz halkına inanmıyan biri asla devrimci olamaz.. Ben o gencin dedesini tanırım, kürtçe konuşurdu. Babası Kürtçe bilir. Kendisi de de Kürt diye bir ulusun varlığını biliyor. Kürdistan halkını cahil ve  hor görüyor.. Kürtleri bu durumda yaşatan rejimi suçlayacağına, onlara düşmanlık yapıyor.. Kürtleri beğenmesende, bir devrimci olarak onların kurtuluşu için mücadele etmen gerekmez mi?.

  Ayrıca buralarda atıp tutmuyorum.. Sen daha dünyada yok iken ben o ülkede halka ve devrimciliğe inanmıştım..Bu uğurda mücadelemi de verdim..Dağa gitmeyi doğru bulsaydım,  bu yaşta da  dağa çıkmasını bilirim..Bu konuda kuşkun olmasın. Görüşlerimi ortaya koymam dolayı,   senin gibi  'M-L'  geçinenleri rahatsız ediyorsa, vay solcuların haline..

Bir başka Kimsorlu, bizim sitemizden dolayı zarar gördüklerini anlatıyor.. Bu arkadaştan ricam,  ne gibi zarar gördüklerini E- Posta adresime yazsın, bizde gerekeni yapalım.  Eğer arkadaş zarar görüyorsa, düşüncelerini internete yazmasın.. Kürt halkı özgürleşinceye kadar bizde düşüncelerimizi yazmaya devam edeceğiz.. Bundan kimse alınmasın.. Benim kişilerle değil, sistemle sorunum var..

    Sitemize her yurtsever kişi düşüncelerini yazabilir.. Eğer sizlerde bu inanç varsa  yazabilirsiniz..

D.TAS
 

Zum Seitenanfang

 
  KEMALISTLERİN SESI  - 2   °www.kimsor.com"ve sitemiz KIMSORAN

D.TAS

   Öncelikle şunu belirtelim. Hic bir zaman devşirmeliği kabul etmedim. Kizilbaşim ve Kürdüm. Kızılbaşlık ulusallık değil bir inançtır. Metafizik bir duruştur. Ölüm,yaşam,sosyal yaşamda iletişim,yaradılış vs sorunlara genel tarzda bakar. Yani Kızılbaşlık felsefik bir duruştur  Dinler tarihine bakarsanız, bilim dogmadan önce, olaylara ve olgulara metafizik perspektifle baklırdı.. İlk insanin dünyayı kavrayışı ile günümüz insanın bakışı farklidir. Çünkü bilim çağındayız, bilim ve olgulardan yola çıkarak gerçeğe varılır.Metafizik yaklaşım ise her seyi bir yaradana bağlar.Yaradan bilir.Yani yaratan yüce tanrı her seyi bilen,yaratan ve yok edendir.Bütün dinlerin ortak yani budur.

Peki Kizilbaslik nedir? Bu soruya değişik cevaplar verilmektedir.Kimisi bir dindir yorumunu,kimisi de bir felsefe, bir duruş olarak yorumlar.Ama Kızılbaşlik bir gerçekliktir . Kimisi utangaç bir tarzda alevi deyip geçistirir. Anlayacağınız tartışmaya açık  bir konu.Ben ise Kızılbaşlığıi yaşadığımız cografyanın bir düşünce, yaşam felsefesi olduğuna inanıyorum.
"insanin guzeli güzeldir, diyen bir felsefe...Kabem insandir diyen bir felsefe..."
Kizilbaşliği islama bağlayan kemalist ve şoven duruş ayrı bir değerlendirme konusudur..
 

Şimdi gelelim esas konuya. Peki milliyet olarak biz neyiz? Kürd müyüz? Türk müyüz? Arap ya da Acem miyiz? Bu soru politik olarak ele alındığından "devşirmeler" hemen biz türküüüüüüz’ derler. Bazılarıdaa ‘yok biz aleviiiiiiiiiyiz’...diye bağırırlar.  Kimsor sitesinin sakinleri,kimlik bunaliminda ve ulusal bilinçten yoksun,zavalli bir duruş sergiliyorlar. Ne de olsa sol üst kösede bay Kemal'in resmiyle birilerine göndermede bulunmaktalar. Öyle ya"Ankara"leblebisi tatlı olunca, kimlik te ne olurmuş.Adamin biri yazilarima eleştiri yerine, küfrediyor. Hemde bir Kimsorlu olarak. Neymis efendim ben Kürdçülük yapıyormuşum.Yani bölücüymüşüm. Türkiyedeki üniter devlet yapılanması, diğer halk,ulus ve grupları inkar eden bir sistemdir. Bu inkarcı duruşa karşıyım. Gayri insani olarak görüyorum.Politik ifadesi başkalarını inkar ederek kendisini var eden anlayışın sömürgeci karekterinden dolayı bu coğrafya yıllarca kana bulandı. 1919 Koçgiri halk hareketi buna karşiydi. Kürdlük ve Kızılbaşlık rengine sahipti. Bizim zavalli insanlarımız tarihlerini bilmediği için...Kimsoran aşiretinin liderlerinden PASO nun da bu harekette yer aldığını bilemiyecektir.Kürdçe dilini konuşan ve Zara,Divriği ve ilçelerinde yaşıyan bu kimsoranlılar halen vardır. Bu guruplar ortak bir catı altında ulusal bilinçle kürdçülük  yapıyordu . Ben bir Kimsorluyum bay "devsirme". Kendini inkar eden haramzadedir. Ben inkarin ötesinde ulusları,halkları katledene karşı olduğumu haykırıyorum.Peki ya sen? Anlaşılan odur ki adam zalimden yana tavır alarak ne kadar onurlu olduğunu açıkliyor...Eh...Xızır islah etsin.
                                                                                                                       D.TAS

 
 

Zum Seitenanfang

 
  İNSANİ HAKLARIMI GERİ İSTİYORUM!

D.TAS

Bir çocuk, kendisi dünyaya geldiği yeri seçemez.. Anası ve ailesi nerde yaşıyorsa, çocukta  orda gözlerini dünyaya açar. Çevresini ve dünyayı ordan başlıyarak tanır. Annesi, ailesi ve ait  olduğu topluluk hangi dili konuşuyorsa, çocukta aynı dili öğrenir ve konuşur. Bu yalnızca insanlara mahsus bir olgu değildir. Diğer canlılar da (hayvanlar ve bitkiler)  bulundukları çevreye uyum gösterirler. Her çocuk annesinden ve çevresinden öğrendikleriyle gelişir ve okula başlar..Okula başladıktan sonra öğrendiklerini yazıya döker. Yazı dili geliştikçe yetenekleri artar. Yaşamda ve  meslek hayatında bir yer edinmeye çalışır.

    Bugün dünyamızda konuşulan binlerce farklı dil vardır. Bu farklı toplumunda kendine has dili vardır. Bu topluluklar dünyamızın farklı çiçekleridir.. Birleşmiş milletler bu farklılıkları bir zenginlik olarak kabul etmiş ve anlaşmalarla bu farklılıkların gelişmesini ve  korunmasını güvence altına almıştır... Birleşmiş Milletlere üye devletler  bu kararlara uyacaklarını kabul etmişlerdir..

      BM topluluğu,  anadilde eğitimi, bir hak olarak kabul etmiştir. Bu hakın kulanımı herkes için geçerlidir. Bu hakı her halk kulanmak ister.. Bazı devletler bu taleplere karşı duyarsız davranmaktadırlar. Bazıları, kendi çıkarlarını başkalarına dayatarak bu maddeyi görmezlikten geliyorlar.  Irkçı ve baskıcı devletler daha da ileri giderek, azınlıklara karşı  inkar, imhaya ve soykırım uyguluyorlar.  Etnik temizlikle bu sorunları çözmeye çalışıyorlar. Azınlık hakların kulanımı engelendiği zaman, azınlıklar, haklarını almak için mücadele verirler.

    Kürt halkı 4000 bin yıldır aynı topraklarda yaşıyor ve kendine özgü bir dili ve kültürü vardır. Bir azınlık değil bir büyük halktır. Fakat ne acıdır ki  Dünyamız ve Birleşik Milletler, 40 milyonluk bir halkın en insani haklarına karşı duyarsız,  kör ve sağırları oynamaktadırlar. Kürtlerin haklı mücadelelerini teröristlikle suçluyorlar. Yeni bir  yüzyıla girerken, Kürtlerin hakları Emperyalistlerin çıkarlarına kurban edilmektedir..

   Türkiye Cumhurriyeti devleti ise , 'kardeş' dedikleri Kürtleri tarihten silmek için mücadele veriyorlar. Bu soykırım zihniyetine karşı dünya ülkeleri ise sessiz kalıyorlar.

     T.C. yi kuranların ilk ihracatı, diğer halkların dillerini yasaklamak oldu. Bu yasakla Türk miletini yaratmak oldu. Osmanlı yeniçeri ocağına aldığı çocukları devşirip asker yapıyordu. Türk devleti de okularıyla, diğer halkların çocuklarını   devşirip Türkleştirdi..

       Kürt çocuklarına kültürel bir katliam uygulanmaktadır. Her çocuk gibi, kürt çocuğu da gözlerini anasının kucağında açar. Anasından aldığı simgelerle ilk heceleri öğrenir, çevresini tanıyarak konuşmaya başlar.  Çocuk okul yaşına kadar anasından ve çevresinden öğrenmeye  devam eder. Kürt çocukları okula başladıktan sonra, Türk eğitim sistemi tarafından, yaşadığı dünyadan koparılır. Bir karanlık kuyuya atılır. Çocuğun daha önce öğrendikleri hiç bir işe yaramaz. Türkçeyi  öğrenmek zorundadır.  Okulla birlikte adım adım anasından, yaşadığı toplumdan kopar.. Çocuk bu karanlık kuyuda çıkmak için çırpınır durur.  Fakat nafile, çocuk ancak, geçmişini unutarak ve kendi toplumunu inkar ederek  karanlık kuyudan  çıkacaktır. Irkçı asimilasyoncu eğitimle, bu körpecik beyinler yıkanır ve yeni bir insan tipi yaratılır. Yeni tip insan anasını ve  toplumunu hor, dilini - kültürünü ilkel, giyim-kuşağını çağdışı görür... Bu  nesil, kendi gerçekliğinde uzaklaşmış, kibirli ve komplekslidir... Böyle bir neslin ne kendi toplumuna, nede özendiği topluma faydası vardır. Haklı ve haksızı ayırımı yapamaz.  Türk sistemini kurtarıcı olarak görürken, kendi toplumuna karşı  kırgın ve kinlidir.. Kürt halkının içinden çıkan hainler sahiplerinden daha tehlikelidirler..

     Türk eğitim sistemi tek ırkın, tek tip insanını yaratmıştır. Böyle bir ortamda yetişenler elbette ki sağlıklı düşünemezler..Dünyayı tekçi anlayışlarla  yorumlarlar. Bu sistemdeki görüşler, ister sağcı- solcu olsun, ister liberal - dinci - miliyetçi olsun herkes tekçi ve Kemalistçidirler..Bizim aramızda çıkan Kemalistçilerde onlardan farklı düşünmezler.

       Bende kişi olarak Türk eğitim sisteminden geçtim ve kendi toplumumdan uzaklaşmıştım. Daha sonra devrimci çevrelerle ilişkilerim oldu. Devrimci çevrelerde uzun yıllar kalmama rağmen, kendi kimliğimi bulamamıştım. Bizler hep soyut kavramların mücadelesini yürüttük. Hayali düşmanlarla uğraştığımız için,  gerçek düşmanlarımızı tanıma fırsatını bulamadık...Türkiyede  gelişen her olaydan dış güçleri sorumlu tutuyorduk. Onlara veryansın ederken, asıl sorumluları, Türkiyedeki militaristleri ve zorbaları görmemezlikten geliyorduk..  Devrim hayali ile yatıp kalkarken, Kürtlerin en insani haklarından habersizdik. Bir kürt olmama rağmen, halkımın tarihi hakında hiç bir kelime bilmiyordum. Türkiyede Kürt sorunu bir tabuydu. Kimse bu tabulara dokunamıyordu. Kürtler olmadığına göre, haklarıda olmazdı. Bugün Kürtlerin  varlığını kabul etselerde, hakları olmaz diyorlar....

       Devrimci olmamıza rağmen kürt  halk gerçekliğinden çok çok uzak yaşıyorduk. Avrupanın özgür ortamına çıktıktan sonra, kişi olarak kendimi yeniden gözden geçirdim...Kürt ve Kürdistan tarihini öğrenme imkanını buldum. Ulusal gerçekliğimi tanıdım.  

      30 yıldan beri Avrupada yaşıyorum. Bulunduğum ülkede, bugüne kadar hiç bir insanın farklı düşüncelerinden ve inançlarından dolayı yargılandığını görmedim. Hiç kimseyi sokakta infaz etmediler.  Asker ve sivil yaşam birbirinden ayrı. Hiç bir generalin adını bilmem. Her inanç ve kimlik kendisini ifade edebiliyor. Yabancı ve misafir olmamıza rağmen, bizlere insan muamelesi yapılmaktadır. Her çocuğun, okulda anadilini öğrenme hakkı vardır.

     Demokratik sistemlerde önce insan sonra devlet gelir..Devlet bireyin refahını yükseltmekle yükümlüdür. Avrupadaki bu demokratik yaşamın, Türkiyede olmasını isterim.  Hoşgörü ve kardeşliği geliştirmeliyiz. Hergün devrim adına   bağırmak yerine, en basit hakların nasıl alınacağı mücadelesini vermeliyiz. Kuru laflarla ne devrim olur, nede gerçek yaşamda bir iyleşme olur. Devleten değişimini beklemek yerine, önce biz kendimizi değiştirmeliyiz..Türkiye cuhuriyetinde önce devlet, sonra vatandaş gelir. Devlet, vatandaşı  kul ve köle görüyor... Herkesin kendisine itaat etmesini istiyor.

       Anadilde eğitim ve öğretim bir “insan hakkı”dır. Anadil anneden öğrenilen ilk dil olmasının yanısıra insanın kimliğini ve kişiliğini oluşmasında belirleyici bir rol oynar. Anadil olmadan bir kültürün yaşaması mümkün değildir. Anadilini yitirmiş bir kişi özkültürünü ve kimliğini de yitirmiş olur. Dil olmadan kültür olmaz. Her dilin yok oluşu bir tarihin yok oluşu anlamına geliyor. Dil kısacası halkın aynasıdır. Kendi dilini kaybeden bir toplum ulusal olmanın, toplum olmanın temelini kendi elleriyle yıkması demektir  

      Acaba bizim insanlar kendilerini tanıyorlar mı? Kendilerini tanımak için çaba harcıyorlar mı?  Her şeyden önce kendimizi sorgulamalıyız. 

1-Hangi  toprak parçasında dünyaya geldik ve bu toprak parçasının adı nedir?

2-Dünyaya geldiğimiz topraklarda hangi dili konuşuyorduk ve hangi inaçlarımız vardı?

3-Atalarımızın yaşadıkları bölgede hangi üretim ilişkileri hakimdi? 

4-Atalarımızın bağlı olduğu topluluğun adı nedir?

5-Ulusumuz hakında tarihi bilgimiz var mı?

6-Geçmişten bügüne yaşamımızda  neler değişti?

7-Kendimizi inkar etmeden, başka topluluklarla hoşgörü temelinde yaşabiliyormuyuz?

8-Türkiye ve Kürdistandaki gelişmeler bizi etkiliyor mu? Etkiliyorsa neler yapmalıyız?

      Bu kısa sorularla kendimizi  tanımaya çalışalım... Kendisini tanıyanlar, haklarını  araştıracaklardır. Haklarını araştıranlar, bilinçlilenirler. Bilinçlenmiş insanlar özgürdür. Özgür insan hiç kimseden korkmadan düşüncelerini  savunur...  Özgür ve onurlu insanlar haksızlığa karşı dururlar. Mazlum halklardan yana olurlar.

Bir Kürt insanı olarak, haklarımı gaspeden Türk devletini suçluyorum. Çünkü;

1-Ülkemi, askeri güçüyle işgal altında tutmaktadır.

2-Askeri gücüne ve kurumlarına  dayanarak, ulusumuzun dokusunu değiştirerek, yaşamıma  müdahale etmiştir. Beni insani haklarımdan yoksun bıraktırmış ve Türleştirmiştir.. Bu durum kültürel soykırımdır.

3-Beni Türkleştirdiği halde, farklı düşüncelerime müsamah etmiyerek,  beni hain ve terörist ilan etmiş ve ülkemde kalmamı engelemiştir.

4- Yaşama ve çalışma  hakkımı  gaspetmiştir.

5-Beni vatandaşlıktan atarak, vatansız ve göçmen bir yaşama zorlıyarak, ülkemden ve halkımdan koparmıştır..

İnsanlık adına, Türk devletinden bana ait olan  insani haklarımı, en başta da anadilimi geri istiyorum. Bunları vermediği taktirde kendisine karşıduracağımı belirtiyorum.. Kaybolan yıllarımı yeniden telafi etmek, özgür, onurlu ve başı dik bir insan olarak ülkemin toprağında yaşamak ve ölmek istiyorum.

 30-09-2006..

                                                                                                                    D.TAS 

 

Zum Seitenanfang

 
 
  KANİYA DERE GAZE

D.TaSh

2005 yılında, köyümüz Kimsor"un Ahaskan mahlesinde, Dere Gaze"de, Ale Orde’nın kızı Fatma tarafından bir çeşme yaptırıldı. Bu çeşmeye "KANİYA DERE GAZE’ adını verdi.

    Dersimin Kımsor köyü de diğer Kürdistan köyleri gibi, savaş ve  ekonomik zorluklardan dolayı terkedilmek zorunda kalındı. Geçmişte 50 hanelik olan köyümüz, şimdi bir kaç haneye düştü. Şu anda kalan ailelerde, başka alternatifleri olmadıkları için köyde kaldılar.

     Köyden ayrılan Kımsorluların kimileri Avrupada ve kimileri de Türkiye metropollerinde yaşıyorlar. Göçmen ve gurbet hayatı yasayan Kimsorlular, yaşadıkları alanlarda duygusal olarak geçmiş bağlarından kurtulmadılar. Kimileri geçmişinine lanet okuyup, asimile olurken, kimileri de olan bitenin nedenlerini öğrenmeye ve kendilerini sorgulamaya başladılar. Yurtsever olmanın kıstası, terkettikleri toprakları ve bu topraklarda yaşayan atalarının diline ve kültürüne sahip çıkıp çıkmama olarak algılamasıdır.

      Fate Ale Orde  küçük yaşta iken köyünü terketmişti. Önce İstanbul da yaşıyordu. Evlendikten sonra Almanya ya yerleşti. Almanyada kaldığı sürede ülkesine ve köyüne olan hasretlik duygularıyla büyüdü. Bu duygular öylesine büyüdü ki mutlaka doğduğu topraklara gidecekti.  2005 yılında köye gitmeye karar verdi. 35 yıl boyunca ayrı kaldığı köyünü ziyaret etti. Yeniden dünyaya gelmiş gibi, çocukluğunu yeniden yaşadı. Oranın havasını soludu, suyunu içti. Bağırıp çağırdı. İçindekilerini döktü. Hasretini doya doya yaşadi ve tekrar kendini buldu. Kendi kendine yemin etti. Bundan sonra hiçbir güç beni köyüme gelmemi engelemiyecektir. Bu karardan sonra, virane olmuş babadan kalma evini yapmaya karar verdi. Bir mütahitle anlaşarak, doğduğu baba evini inşa etti .. İki yıldan beri iznini köyünde ve kendi insanlarının  arasinda geçiriyor..

   Fata Ale Orde, yalnızca evini yapmakla kalmadı. Ayrıca köyünde mutlaka hayırlı bir iş yapmakta istiyordu. Onun köyde bir çok çocukluk anıları vardı. Dere Gazede dünyaya ilk adımını atmıştı.  Bunları düşünürken, çocukluğunun geçtiği yerde, bir Çeşme yaptırmaya karar verdi. Dere Gaze köyümüzün girişi ve açik bir mekandır. Dağlardan gelen rüzgarlar orda insanınn ruhunu temizler. Temizlenen ruhlarla gelecekler kurulur. Dere Gaze bu anlamıyla başlangıçtır. Ordan ayrılıklar ve kucaklaşmalar başlar. Orası kavga edenlerin barış meydanıdır. Orda atalarımızın ayak izlerine rastlanır. Hatıralar tazelenir. Köye gelen her kişi, her misafir mutlaka orda durur ve dinlenir. Bir anlamda orasi bir köy kahvesidir. Tam da böyle bir alanda çeşme yapmak oldukça anlamlıdır. Oraya uğrayan her insan orda dinlenir ve su içer. Her su içtiğinde çeşmeyi yaptırana dua eder ve  teşekkürlerini sunar.

    Fatma kendi emeği ile, hiç kimseden bir yardım almadan bir eser yapmıştır. Çeşmenin isminide kendisi seçmiştir.  Tüm hemşerilerime tavsiyem Fatmayı örnek alsınlar. Kendileri de köyüne bir hizmet sunsunlar. Köyde yapılan her hizmet bizleri birbirimize dahada yakınlaştırır. Çocuklarımıza örnek olmuş oluruz. Kımsor daha uzun yıllar yerleşim yeri kalır..

       Fatma, Kımsor ve kürt kadının onurlandıran bir iş yapmıştır. Yıllarca icinde büyütüğü duygularını pratiğe dökmüştür. Türkiyede insanlarımızın asimile olduğu bir dönemde, o kendi  diline, kimliğine ve kültürüne sahip çıkmıştır.. Köyümüzde daha fazla Fatmalar olmalı ki, köyümüz daha da iyi aydınlansın..

     Kımsorun yurtsever kadını Fate, hepimize örnek olmuştur. Bundan dolayı kendisini kutluyorum. Yaşamı boyunca başarı ve mutluluk diliyorum..

SILAVE GERM HEMU MİROVEN  KUMSURAN!

 05.09.2006

D.TAS


 

 

Zum Seitenanfang

 
  YENİ BİR SİTENİN AMACI!

D.TAS

DEĞERLİ DOSTLAR! 

BU SİTENİN ASIL AMACI KİMSORANLAR ARASINDA DİALOG GELİŞTİRMEK VE  ÜLKEMİZ KURDİSTAN HAKKINDA GENEL BİR BİLGİ VERMEĞİ AMAÇLAMAKTADIR..    

EĞER MEVCUT KİMSORANLARIN SİTELERİ BU AMACA HİZMET ETSEYDİ,  BİZLER BU SİTEYE  GEREK DUYMIYACAKTIK. BAZI SİTELER YURTSEVER SESLERE TAAHAMÜL EDEMEDİKLERİ GİBİ, RESMİ İDEOLOJİNİN KÜRT İNKARİ POLİTIKASINA GÖNÜLLÜ    HİZMET VERİYORLARDI.  BU DURUMLARA DAHA FAZLA GÖZ YUMAMAZDIK..

DÜNYAMIZIN İÇİNDE BULUNDUĞU DURUMU GÖZÖNÜNE ALARAK, HALKIMIZIN TALEPLERİNİ DAHA FAZLA DİLE GETİRECEĞİZ.. BU KONUDA GÖRÜŞ BELİRTEN HER İNSANA SİTEMİZ AÇIKTIR.

KÜRT SORUNU CUMHURİYET TARİHİNİN EN TEMEL SORUNUDUR: BU SORUN  ÇÖZÜLMEDİĞİ SÜRECE, TÜRKİYEDE YAŞAYAN EZİLEN HALKLAR KAN KAYBETMEĞE DEVAM EDECEKTİR.

HEM KÜRT OLUŞUMUZDAN VE HEMDE TARİHE KARŞI SORUMLU OLMANIN GEREĞİ  OLARAK,   KÜRT SORUNUNA DUYARLI OLMAYA DEVAM EDECEĞİZ.

BİZİM ESAS AMACIMIZ HALKIMIZIN SORUNLARINI ORTAYA KOYMAK VE BU  DOĞRULTUDA BİR ÇABA GÖSTERMEKTİR..

BİZ BİLİYORUZ Kİ ÜLKEMİZ İŞGALCİ GÜÇLERDEN KURTULMADIKÇA, ONLARIN YARATIĞI TAHRİBATA  GİDERİLEMEZ. EĞER BUGÜN HALK OLARAK FARKLI TELLERDEN   ÇALIYORSAK  GERÇEK NEDENİ BU SÖMÜRGECİ GÜÇLERDİR.. GERÇEK BİR YURSEVERLİK ANCAK HALKININ    MÜCADELESİNİN YANINDA YER ALMAK VE İMHA VE İNKARA KARŞI DURMAKTIR.

BUNDAN BÖYLE HALKIMIZA YÖNELİK  DÜŞMANCA ANLAYIŞLARI  MAHKUM ETMEĞE DEVAM EDECEĞİZ.. RESMİ İDEOLOJİNİN YALANLARINI  TEŞHİR EDECEĞİZ. HER YURTSEVER SESE DE EŞLİK EDECEĞİZ..

HEPİNİZE SEVGİLER VE SELAMLAR..


D.TaSh

 

Zum Seitenanfang

 

 

 

 

    D.TaSKIRaN
 
 
 

Zum Seitenanfang