|
Düzgün TASKIRAN
|
.jpg) |
|
|
Anasayfa
|Resimler
|Şiirler
|Site
defteri
|İletişim |Linkler |
DEUTSCH |
D.
TASH |
|
|
|
KORKUNUN
ECELE
FAYDASI
YOK.. |
 |
D.TaSh |
|
MHP MYK
üyesi Lütfü
Türkkan, "AK
Partinin
yeniden
iktidar
olması
halinde
hemen
ardından
Diyarbakırın
Mısırdaki
Tahrir
Meydanına
döneceğini,
karışıklık
çıkınca da
İskenderun
Limanına
Birleşmiş
Milletler
gemilerinin
gelip
"Kürtlere
yardım
etmeye
geldik"
diyerek
kukla bir
Kürt
devleti
kuracaklarını
iddia etti.
Türk
sömürgeci
sistemin
siyasetçilerin
korkusunu
anlıyoruz..
Onlara göre
lozanla
kurulan türk
devletı
parçalanır.
sevr yeniden
hortlanır.
Sevr demek
bir kürd
devletinin
kurulması
anlamına
gelir.
Nasname
sitesi haklı
olarak"
Sömürgeci
devletler
için felaket
olan şey
Sömürge
Kürdistan
için
Kurtuluş
olur. Aynı
Güçler,
Kürdlere
devletleşmeyi
öngörüyordu
diye SEVRi
felaket,
Kürdleri yok
saydı diye
de LOZANı
kurtuluş
olarak
gördüler.
Evet, yeni
bir Lozan
mı, yeni bir
Sevr mi? "
Peki biz
kürdler
adına
siyaset
yapan
"siyasetçiler"
ne diyor.?
Onlara göre
AKP ve türk
devletı
Türkiyeye
yazık
ediyorlarmış..
Bu ne anlama
geliyor?
Bunlar ne
demek
istiyorlar?
Anlayan
varsa bize
anlatsın?
Son
dönemlerde
sürekli
felaket
telalığı
yapılıyor..
Kürdlerin
gözünü
korkutuyorlar..
Aklınca
sanatj
yapıyorlar..Güya
Türkiye Irak
ve yogoslav
olacakmış,
Türkiye
parçalanacakmış?
Parçalansa
ne olacak?
Hiç olmasa
halklar
arasındaki
kavgalar
biter..
Fakat rantçı
türk
egemenleri
bunu
istemezler,
çünkü onlar
bu sayede
koca bir
ülkeyi talan
ediyorlar..
Talanın
bitmesi,
yılanın
ölümü
demektir..
Pekı ya
Kürdler için
hangisi daha
iyi. sevr
mi, lozan
mı? Kürdlere
devlet hakkı
tanıyan sevr
tabbi ki,
kürdler için
bir
kazanımdı..
Kürdler buna
neden hayır
desınler ki?
kendi inkarı
Lozana mı
evet
desinler?
Aklı başında
hiç bir kürd
bugünkü
koşullarda
yaşamak
isterr mi?
Kendini yok
sayan bir
sistemin
kölesi olmak
ister mi?
Bunları
söylemek
türk
düşmanlığı
değildir,
aksine türk
halkınında,
türkçü
faşist
parangalardan
kurtulması
demektır. Bu
parangalardan
dolayı türk
halkı
dünyada
soykırımcı
olarak
asagılanıyor..Türk
halkı bunu
ha edıyor
mu?
Biliyorum
ki, en başta
bu düsünceme
türk
"solcular"
karşı
çıkar..
Onlar
enternasyonlcı
geçindikleri
için,
herkesi türk
gibi görmek
isterler. Bu
şekilde
propaganda
yapma
imkanları
olur.
Türkiye bu
temelde
büyük bir
güç olur ve
emperyalıst
batıya kafa
tutar.. Türk
solu samimi
ise, önce
kapının
önündeki
pislikleri
temizlesin..
Kürd
halkinin
ulusal
hakları
verilmesi
mücadelesini
desteklesinl..Onlar
bunu
yapmazlar,
çünkü soven
çizgileri
buna el
vermiyor..
çünkü onlar
kemalizmin
tutsaklarıdırlar..
Tarihin
çarkını ne
kadar geriye
çevirsenizde,
çark gene
tekrar kendi
yönünü
bulur..
Bugün için
kürd
siyaseti,
karşı
devrimin
esareti
altındadır.
Birgün
mutlaka bu
parangalardan
kurtulur..
Önemli olan
kürdlük
adına
siyaset
yapanların,
bir an önce
bu yanlışdan
dönmesidir...
Kürdler
kendi
özgüçlerini
esas alamalı
ve
programlarını
ırkçı
sistemin
dışına
taşımaları
gerekir.
Tüm mücadele
biçimlerini
redetmeden,
dünyanın
konjunkturıunu
göz önünde
tutarak,
hedefe
yürümeleri
gerekir..
Özgürlük
türk ırkçı
sisteminden
kopuşla
olur.
D.TaSh |
|
|
|
|
 |
|
|
|
|
|
|
Bu
gercekleri
bilmeden hic
kimseyi
suclamaya
hakkimiz
yok...
Oda tv ve
onun
yazarlarinin
bize karsi
düsmanca
tutumlarini
bildigim
halde,
Bunlarin
ergenekoncu
olduklarini
bildigim
halde,
yalnizca
farklı
düşündükleri
veya yazıp
çizdikleri
için
tutuklandılarsa,
bunu
demokrasinin
adina
ayipliyorum.
Bu site
genelkurmayin
düsüncelerini
yansitan bir
sitedir..
Sürekli
askerlerin
yaptigi
suclari
kamufle
ederek,
dezinformation
ile
gercekleri
igdis
ediyor.
Kisacasi
suclu olarak
yargilanan
generallerin
sucsuzlugunu
ispat etmeye
calisiyor,
onlara kol
kanat
oluyordu.
Basin adina
bunlar yüz
kizartici
islerdir..
Sucluyu
övmek de bir
anlamda
insanlari
suca tesvik
etme
anlamina
geliyor..
Sayet bu
kisiler
ayrica yasa
disi v.s
gibi
olusumlarda
yer almislar
ve suc
islemislerse,
elbetteki
onlarda
yargilanmali
ve
cezalarini
cekmelidirler...
Demokrasilerde,
hic kimsenin
suc isleme
özgürlügü
olmamalidir.
Türk
sömürgeci
devleti, her
zaman
taraflidir.
Kendi
katilini,
köpegini
kolar, fakat
kendisi gibi
düsünmeyene
de en agir
yatirimlar
uygular. Bu
uygulamalarin
en büyük
kurbanlari
kürdlerdir..
AKP
ikiyüzlüdür..
Ergenekonculari,
derin
devletcileri,
kürdistanda
isledikleri
katliamlardan
dolayi
yargilamiyor..
Eger ögle
olsaydi, en
basta 17 bin
faili
cinayeti
isleyen
katiller
sürüsünü
önce yargiya
tasirlardi.
Bunlarin
hesabini
sorarlardi.
Türk adaleti
bu konuda
körleri ve
sagirlari
oynuyor.
Agarlar,
Cilerler,
Yesiller ve
ordudaki
generaller
bu suclardan
dolayi
yargilanmiyorlar.
Bu
katillerin
hepsi
aslanlar
gibi elini
kolunu
salayip
disarda
dolasiyorlar..
Tvlara
cikip,
yaptiklarini
savunuyorlar.
Ne türk
basinindan
ve nede türk
yargisindan
bir ses var.
Kürdistanin
her
tarafinda
toplu
mezarlar
ciktigi
halde,
herkes
suskundur.
AKP nin
adaleti
yalnizca
kendisini
kolamak
icindir. Ona
karsi darbe
girisiminde
bulunan
kisleri
yargiya
tasiyor..
Amac,
iktidarini
saglama
almaya,
muhaliflerini
susturmaya
yöneliktir.
AKP de türk
sömürgeci
sisteminin
üslenmistir.
Kimileri,
AKPyi
kemalizm
karsiti gibi
gösterek,
AKP ile
flört etmeye
calisirken,
kimileride
AKP ye
karsi,
kamalizmin
irkci yüzünü
gizliyor. Bu
iki
anlayisin
sahiplari
bizleri türk
irkci
sisteminine
yamama
görevlerini
üstlenmis
durumdalar..
Bunlar
kürdleri
aldatiyorlar..
Tek millet,
tek dil, tek
din, tek
bayrak ve
tek milli
mars, hem
kemalizmin
ve hemde
sahtekar
dincilarin
ortak
simgeleridir.
Kenan
Evrenin
ciftliginde
beslenerek,
büyüyen
AKPnin
demokrat
olmasini
beklemek
nafiledir..
Demokrasiyi
ancak
demokrasiye
inanmis
güclerin
ortak
cabasiyla,
ortak
cephede
bulusmasiyla
kazanilir..
Bunun icin
diyorum ki,
AKP
(Aldatmaca
Kandirmaca
bir
partidir..)
Kemalizm ile
AKP izm ikiz
kardestirler..
Biri dinle,
digeri irkci
simgeleri
öne
cikararak
halki
uyusturuyor.
Bunlarin
kendi
aralarindaki
celiski,
sistemi kim
yönetsin
kavgasidir.
Bizler bu
kavganin
tarafi
olmamaliyiz.
Bizler
sistemle
celiskisi
olan
halklarimizin
özgür
iradesini
esas alarak,
mücadelemizi
sürdürmeliyiz..
D.TASH |
|
|
|
 |
 |
|
DTP MILETVEKILLERI, BDP ILE TÜRK MECLISINE GERI DÖNERKEN... |
 |
D.TaSh |
|
DTP
kapatildiktan
sonra,
DTPnin
miletvekilleri
sine-i
millete
cekileceklerini
söylemislerdi.
Cok gecmeden
DTP
milletvekileri,
imralidan
gelen
direktif
üzerine,
tekrar türk
meclisine
geri
döndüler..
DTPnin
kapatilmasindan
sonra bende
bu konuda
görüslerimi
yazmistim.
Yazimda,
Kürdler
adina
politika
yapan bir
parti icin
dogru yolun
sine-i
millet
oldugunu
belirtmistim.
DTPye
yapilan
derin
güclerin
operasyonuydu.
Bu
operasyona
AKPde
destek
vermisti.
Amac
DTPdeki
kürtcü
kesimlere
bir ders
vermekti.
DTPnin
sine-i
millete
dönme karari
vermesiyle,
hem derin
güclerin ve
hemde
AKPnin
beklemedigi
bir durumdu.
Kürd halki
DTP
miletvekilerini
bagrina
basti.
Kürdistanda
siyasi ve
özgürlükcü
düsüncelerin
kabarmasina,
türk
parlamentosunun
teshirine
neden oldu.
Ayrica AKP,
kendisininde
kapatilacagi
korkusuna
kapilarak
geri adim
atti.
Türk
egemenleri,
kürdlerin
DTPye
partiye
sahiplenmesini,
bir tehlike
olarak
gördüler.
Alelacele
yeniden DTP
miletvekillerini
meclise
dönme
cagrisini
yaptilar.
Apdullah
Öcalanin bu
dogrultudaki
cagrisi
sonucu, DTP
milletvekilleri
meclise,
yeni
partiyle BDP
(Baris
Demokratik
Partisi)
dönmeye
karar
verdiler.
Büyük bir
ihtimalle,
Ufuk Arasla
grup
olusturarak
meclisteki
calismalarina
devam
edeceklerdir..
Bir kürd
vatandasi
olarak , DTP
milletvekillerinin
meclise geri
dönmelerini
istemedim.
Kürdün, kürd
olarak
taninmadigi
bir ülkede,
irkci bir
mecliste
olmanin
kürdlere
faydasindan
ziyade, cok
zarari
vardir.
DTP bunu
bildigi
halde,
meclise geri
döndü.
DTPnin
iradesi
Abdullah
Öcalana
baglidir.
DTP onun
söylediklerine
göre
davraniyor.
Abdullah
Öcalan ise
siyasi bir
tutukludur,
onun iradesi
ise
tutsaktir.
Tutsak
edilmis bir
kisiden
kürdler icin
özgürce
konusacagini
bekleyemeyiz.
O, ancak
kendisine
müsaade
edildigi
oranda
konusabilme
imkanina
sahiptir.
Aksi durumda
konusmasi da
yasaklanir.
Yirmi milyon
insanin
dilini
yasaklayan
bir devlet,
Apoyu neden
özgürce
konustursun
ki? Eger
devlete bir
yarari
olursa
konusmasina
müsaade
eder. Apo
icerde
bizden
bizden daha
fazla
konusuyorsa,
düsünmemiz
gerekir..
Abdullah
Öcalan
tutuklandiginda,
herkesin
gözü önünde
devlete
hizmete
hazir
oldugunu
belirtmisti.
Bunlari
nasil
unutabiliriz
ki?
Abdullah
Öcalan
Romada iken,
Roj Tv deki
bir
konusmasinda
kürdlere
seslenerek
sunlari
söylemisti.
Eger beni
Türkiyeye
verirlerse,
kendi
basinizin
caresine
bakin, beni
artik
yokum.
demisti. Ben
kisi olarak
o zaman onun
ona bu
tavrindan
dolayi saygi
duymustum.
Abdullah
Öcalanin
tutuklandiktan
sonra PKK ve
DTP
cevreleri bu
düsüncelere
uygun
davranmadilar.
Apdullah
Öcalanin
avukat
görüslerini
harfiyen
emir olarak
algiladilar.
DTP Ve PKK
iradesiz
partilerdir.
Onlarin
iradesi
Adullah
Öcalana,
dolayisiyla
onlar da
tutsak
partilerdir.
Apdullah
öcalan,
onlara
oturun
dediginde
otururlar,
kalkin
dediginde
kalkarlar.
Bu partiler
= Abdullah
Öcalan
demektir.
Apdullah
Öcalan
istedigi
düsünceleri
savunabilir.
Bugün
savundugu
düsünceler
de bir
bütünlük
yoktur.
Sürekli
degiskenlik
göstermektedir.
Bugünkü
dünya
konjukturünde
kürdler
lehine
olumlu bir
ortam
varken, kürd
talepleri
daha yüksek
sesle dile
getirlemesi
gerekirken,
asgariye
düsürdü.
Kendi
kisisel
sorunlariila
kürdleri
oyaladi.
Devrimci bir
örgüt
stratejisini
bir kere
cizer. Bu
stratejiye
uygun, somut
taktik
adimlarla
hedefe
gider.
Apdullah
Öcalanin
sabit bir
programi
yoktur. Cani
neyi
istiyorsa
onu
söylüyor.
Kürdlerin
bagimsizlik,
federasyon,
özerklik
gibi
taleplerini
agzina
almiyor.
Türkiyenin
üniter
devletine,
demokratik
cumhurriyete
ve kemalizme
övgüler
diziyor.. Bu
görüsler,
kürdlerin
talepleri
degildir.
T.C.nin
eksikliklerini
gidermeye
yönelik
reformcu
düsüncelerdir.
Kendisini
ikinci bir
kemal olarak
görüyor.
DTPnin
programi da
bu dogruluda
türkiyelesme
programidir.
DTP,
secimlere
Türkiyeye
sözümüz var
sloganlariyla
katildi.
DTPnin
miletvekilleri
yukardan,
kürdlere
dayatilan
kisilerdir.
Bu kisiler
Kürdlerin
oylariyla
meclise
girdiler,
Fakat
kendileri
türkiyeli
olarak
görüyorlar.
Her ne kadar
DTP
kendisini
bir türkiye
partisi
olarak görse
de, Türk
tarafi
onlari ögle
görmüyor.
Onlari
sürekli
tahrik
ediyor.
Sokaklarda
onlara karsi
linc
girisimleri
yaptiriyor.
DTP ne
yapsada türk
devletine
kendini
kabul
ettiremiyor.
Partinin
kapatilmasiyla
bir nebze de
olsa
rahatladilar.
DTP
parlamento
catisi
altinda
kürdlerin
taleplerinden
ziyade,
sürekli
Abdullah
Öcalanin
sorunlarini
gündeme
getirdiler.
Dünyanin hic
bir yerinde,
Abdullah
Öcalan gibi
kisisel
sorunlari
icin, bir
halki
sokaklara
cekende
yoktur.
DTP,
mecliste
acilim
konularinda,
sorumlulugu
almak
yerine,
Abdullah
Öcalani
muhatap
gösteriyorlar.
Sorumlulugu
üzerine
almiyorlar.
Irade
göstermeyen
bir partiyi
hic kimse
ciddiye
almaz.
Mecliste
olsa ne ise
yarar.
DTPnin BDP
olarak
meclise
dönmesi hic
birseyi
degistirmeyecektir.
Üzerlerinde
devletin
baskisi daha
fazlasiyla
devam
edecektir.
BDP nin
miletvekilleri
devletin
baskilarindan
kacmak icin,
kürdlerin
sorunlari
yerine,
gündem disi
konularla
kendilerini
oyalarak
zaman
gecireceklerdir.
Tipki
AKPnin
hükümete
kalmak icin,
askerlerle
uzlasmaya
giderek
iktidarda
kalmaya
calistigi
gibi..
BDP liler ,
AKP nin
acilimlarini
tesvik etmek
yerine, bu
acilimlari
etkisiz hale
getirmeye
calisacaklardir.
Kürd TV
acildiginda
DTP karsi
tavir
sergilemisti.
Kürd halki
onlari
ciddiye
almayinca,
tutumlarini
degistirdiler.
Bu olumsuz
tavirlar
devam
ederse,
ister
istemez
statükocu
güclere,
ergenekonculara
yardim etmis
olur..
Otuz yildan
beri,
Kürdler
adina
mücadele
veren bir
parti,
kürdler icin
neyi
gerceklestirdi?
Su an nerde
duruyor?
Bunlari
analiz etmek
gerekir.
Kürdlerin
adina
savunundugu
talepler
icin,
silahli
mücadele
yürütmeleri
gerekmez. Bu
talepler
düzen
sinirlari
icersinde
siyasi
olarak da
yürütülür.
Silahi öne
cikarmak,
kürt sorunun
cözümsüz
kalmasini
saglar.
Devletinde
istedigi
budur. Türk
devleti,
silahli
mücadeleyi
öne sürerek,
dünyayi
aldatarak,
kürd
taleplerini
ertelemeye
calisiyor.
Halbuki
dünyadaki
durum,
ulusal
sorunlari
bariscil
olarak
cözülebilir.
Eger
kürdlerin
bagimsizlik
hedefi esas
alinsaydi ve
ona uygun
silahli
mücadele
yürütülseydi,
silahli
mücadelenin
bir anlami
olurdu. Bu
talepler
olmadigina
göre neden
silah?
Kürdlerin
talepleri
oldukca
aciktir.
Kürd
olmaktan
kaynaklan
siyasl
haklarini
istiyorlar.
Kendi
dilinde
egitim hakki
ve kendi
topraklarinda
yönetmek
istiyorlar.
Türk devleti
bu mahsun
sorunlarin
cözümüne
yanasmiyorsa,
dünyada
tecrit olmus
demektir.
Abdullah
Öcalan
tutuklandiktan
sonra,
silahla bu
is yürümez.
Silahla on
kürd devleti
kuralacagina
inansam
yinede silah
kulanmayacagim
demisti.
Sonra yine
kararini
degistirdi..
UCK gibi bir
örgüt
Kosovada
bagimsiz bir
devlet
kurarken,
PKK gibi bir
örgüt, otuz
yildir
dünyanin en
devrimci
halkinin
destegine
ragmen, türk
devletine
anadil
egitim
talebini
bile kabul
ettiremiyor.
Burda bir
sakatlik
yokmu?
Kürdlerin
bugünkü
durumunu
söyle izah
edebiliriz.
Muhammed Ali
ringe
ciktiginda,
önce
rakibini
yorar ve
sonra onu
nakavt
ederdi.
Türkiyenin
derin
gücleri de,
kürdleri bu
sekilde
hirpalayarak,
nakavt
etmege
calisiyorlar.
Biz kürdler
hala bu
karanlik
oyunlari
görmeyecekmiyiz?
Gercek bir
kürd partisi
kürdün ayri
örgütlenmesini
savunur.
Türk
devletine
karsi, karsi
cephede
durarak
siyasal
mücadelesini
verir. Tüm
ulusal
kurtulus
mücadeleleri
böyle
verilmistir.
Düsmanla
ayni yataga
girerek,
mücadele
edemez. .
Bu anlayisi
esas
alamayan
parti kürd
partisi
olamaz.
Ancak türk
partileri
olur.
Kapatılma
sürecinde
kürdler
icersinde
iki anlayis
ortaya
ortaya
cikti.
Birinci
anlayis,
DTPli
milletvekillerin
tümden
istifa
etmelerini
salık veren,
yani sine-i
millete
dönme
ikinci
anlayis ise,
DTPnin
kapatılmasının
önemli
olmadığı ve
DTPli
parlamenterlerin
başka bir
partide
devam etmesi
gerektiğini
söyleyen
tutumdu.
Birinci
tutumda
kürdlerin
kendi
iradesini
esas alan
demokrasiyi
gelistiren,
özgürlestiren
tutumdur.
Ikincisi
tutum ise
kürdleri
gerileten,teslimiyete
ve
kaybetiren
tutumdur.
Kürdler
kendi
üzerlerinde
oynanan bu
oyunlari
bozmadikca,
saglikli
politikalar
da
gelisteremezler..
Türk devleti
kürdlerin,
farkli kürd
partilerinde
örgütlenmesini
istemezler.
Kendi
kemalistci
tekci
örgütlenme
zihniyetlerini,
kürdlere de
dayatiyor.
Tekkürd
partisini
daha rahatca
kontrol
edebilir.
Bilincli bir
sekilde, bu
partinin öne
cikmasini
sagliyor.
Devletin
Karanlik
oyunlarini
bozmak icin,
kürdler ve
örgütleri,
kendi
halkinin
somut
talepleri
etrafinda
birlesmelidirler.
Özgürlüge
giden
biricik yol
budur..
D.TaSh |
|
|
|
 |
 |
|
GENELKURMAY BASKANI ILKER BASBUG HERKESI TEHDIT EDIYOR
|
 |
D.TaSh |
|
Genelkurmay
baskani
Basbug,
orduyu
elestiren
herkesi
düsman
görerek
tehdit
ediyor.
Genelkurmaya
göre gercek
düsmanlar
ise, kürdler
ve onlari
temsil eden
siysetcilerdir.
Türklerin
aydinlari,
devrimcileri,
muhalifleri
de , ordunun
"icraatlarini
"
elestirdiklari
icin, orduyu
yipratiyorlar.
Onlarda bu
nedenle
düsmandirlar.
Kürdler,
türk
ordusunun
icraatlarini
yakinda
bildikleri
icin, ona
karsi
olmalari
dogaldir.
Kürdleri
inkar ve
imha eden
irkci
kurumlarin
basinda ordu
vardir. Bu
ordu
kürdlerin
bir numarali
düsmanidir.
Bugüne kadar
200 bin kürd
öldürmüstür.
Kürdün
mücadelesini
kanla
bastiran bir
orduya asla
sempatiyle
bakmazlar.
Bu nedenle
Kürdler bu
fasist
orduya karsi
savasiyorlar.
Türk
kesiminde
ise, ordunun
icraatlarini
elestirenler
vardir.
Cünkü ordu
her ise
burnunu
sokuyor.
Türkiye
halkini bu
pis
islerinden
dolayi esir
almistir.
Siyasete,
hukuka,
yasama
sürekli
müdahale
ediyor.
Ülkede
demokrasinin
gelismesine
engel
oluyor.
Son yillarda
ordunun
icinde bin
bir cete
fiskirdi.
Ordu, ordu
olmaktan
cikmis,
tamamen suc
ve cete
örgüte
dönüsmüstür.
Ordu, etnik
kimliklere,
farkli
inanclara ve
düsüncelere
karsi ,
sürekli
darbe,
suikast
planlari
yapti ve
yapmaya
devam
ediyor. Cete
suclarina
bulasan
generalleri
ve subaylari
hergün
izliyoruz.
Kürtlere
karsi
yürütülen
kirli
savasta,
onlara bir
cok
ayricaliklar
verildi.
"Vatan"
kurtaricisi
olarak
yüzlerce suc
örgütü kurma
hakkini elde
ettiler..
Ordunun
icindeki bu
suc
örgütleri,
artik kabina
sigmaz oldu.
Yaptiklari
suclardan
dolayi her
gecen gün
teshir
oluyorlar.
Bunlarin
yaptiklari
kamuoyunun
gündemine
girmistir.
Bu ordunun
"vatan ve
bayrak "
sevgilerinden
cok,
cikarlarini
sevdiklerini
herkes
gördü.
Ergenekon
faaliyetleri,
darbe ,
kafes
planlari
aciga cikmis
durumdadir.
Bu davalar
bugün
mahkemelerde
devam
ediyor. Ordu
gün gectikce
kan
kaybediyor.
Türiyedeki
her cetenin
icinde
askerleri
görüyoruz.
Eroin,
esrar,
cinayet ne
ararsan
bulunur.
Büyük bir
korku
imparatorlugu
olusturmuslardir.
Halklari
susturmuslardir.
Herkes
elestirilir,
fakat orduyu
elestiremesin.
"peygamber
ocagi"
görürler..
Genelkurmay
baskani
Basbug"un
gürlemesinin
nedeni de,
ordunun pis
islerini
elestirenleri
susturmaktir.
Tehdit
edilenlerin
basinda,
sayin Ahmet
Altan ve
taraf
gazetesi
vardir.
Basbug
kendilerini
eletirenlere
"baska
isiniz yokmu
"bizim
yaptiklarimizi
elestiriyorsunuz.
diyor. Biz
bu vatani
koruyoruz.
Bunun
karsiliginda
biraz suc
islemisiz
cok mu? Eger
bizi
elestirseniz,
size karsi
da operasyon
da yapariz.
demege
getiriyorlar.
Türk
siyasetcileri
ve basini,
Basbugun
tehditlerine
sessiz kaldi
veya destek
verdi.
Yalnizca
bazi namuslu
aydinlar,
Basbugun
tehditlerine
cevap verdi.
Bunlardan
biri de
Ahmet Altan
di.
Basbug
saldirgan
bir ordunun
genelkurmayidir.
Ahmet altan
ise
kalemiyle
ordunun
olumsuzluklarini
elestiren,
sagduyulu
bir
gazetecidir.
Ahmetin
kaleminden
baska bir
ordusu
yoktur. Onun
amaci orduyu
yipratmak
degil. O,
ordunun
bulastigi
pis isleri
elestiriyor
ve ordunun
kendi asli
görevlerini
yapmasini
istiyor.
Altan"in
elestrileri,
burjuva
demokrasinin
cikarlarina,
hukukuna
uygundur.
Bize göre
ise, türk
ordusu,
irkci
devletin bir
kurumudur.
Bu kurumun
elestirilmesi
yetmez,
dagitilmasi
gerekiyor.
Ahmet Altan
ise orduyu
düzeltmek
istiyor.
Orduyu kendi
ordusu
olarak
görüyor. Onu
korumak ve
kollamak
istiyor.
Orduyu suc
örgütlerinden
temizlenmesini
istiyor.
Ahmet
Altan"la
düsünce
farkliligimiz
budur. O
hala bu suc
örgütü,
ordunun
düzelecegini
saniyor.
Bunlara
ragmen,
Ahmet
Altan"in
söylediklerini
önemsiyoruz.
Genelkurmay
baskani,
Ahmet
altanin bu
düsüncelerine
dahi
tahammül
edemiyor ve
onu ve
gazetesini
tehdit
ediyor.
Bu durumda
Bizler
tehdit eden
genelkurmaya
karsi, Ahmet
Altana
sahip
cikiyoruz.
Genelkurmay
eger halkin
vergileriyle
maas
aliyorsa ve
halkin bir
memuru ise,
o zaman
halkin
taleplerine
göre
davranmalidir.
Halkin
vergisi ile
alinmis
silahlarla,
halklarimizi
ve
aydinlarimizi
tehdit
etmeye hakki
yoktur.
Genelkurmayda
herkes gibi,
halka hesap
vermelidir.
Türk ordusu
halkin
ordusu
degildir.
Bir avuc
emperyalist
isbirlikcinin
ordusudur.
Altan"i
amerikanci
diye
elestirenler,
en basta bu
natocu
orduyu
elestirmelidirler.
Güc, bu
ordunun
elindedir.
Herkesi
tehdit eden
bu saldirgan
ordudur.
Ahmet bey
iyiniyetli
olmasina
ragmen, bu
ordunun
düzelecegini,
halkin
ordusu
oldugunu
saniyor.
Bugünsolculuk
adina bu
saldirgan
ordunun
güclenmesini
savunanlar
var. Ordu
güclü
olsunki,
dünyaya kafa
tutsun.
Hitler gibi
dünyayi
atese atsin.
Bunu
isteyenler
aslinda,
emperyalist
bir türk
ordusu
istiyorlar.
Yeni Osmanli
hayalerini
canlandiriyorlar.
Dogu
Perincek,
Yalcin
kücük,
Baykal,
Devlet
bahceliyi,
ayni cizgi
de
bulusturan
anlayis da
budur..
Güya onlara
göre, bu
ordu milli
bir ordudur.
Bu ordu
güclü
olursa,
ABD,ye, AB
ye kafa
tutar.
Onlari
ülkemizden
kovar.
Emperyalizme
bagimli bir
ordu ne
zamandan
beri
yurtsever
oldu? Bu
kesimler
yalanlarla
halklarimizi
aldatmaya
calisiyorlar.
Bu
ergenekoncu
kafalar
ordunun
katliamlarina
göz
yumuyorlar.
Ahmet Altan
gibi birinin
elestirilerine
dahi
kabulenemiyorlar.
Altan"i
emperyalist
isbirlikcisi
gibi
göstermeye
calisiyorlar.
Halbuki
kendileri
emperyalist
isbirlikcilei
olduklari
halde..
Bu solcu
partiler
Ahmet
altani
hedef
alacaklarina,
önce
ordularini
hedef
almalidirlar.
Türkiye
halklarini
esir almis
bir ordudan
kurtulsunlar
Tüm
kötülüklerin
basi zaten
bu ordudur.
Ahmet
Altani
hedef
alanlara
sormak
gerekir?
Ahmet
Altan"in
nesinden
korkuyorsunuz?
Kaleminden
baska neyi
var?
Basbug"un
himayesinde
ise 1
milyonluk
ordu var.
Asil tehlike
burdan
geliyor.
Cesaretiniz
varsa, önce
bu orduyu
elestirin,
ona krasi
durun.
Aslinda isin
icinde burda
bir hinlik
var. Onlar
bu saldirgan
ordunun
icraatlarini
gizlemeye,
onu korumaya
calisiyorlar.
Onlar
Türkiyede
asker
toplumu
istiyorlar.
Bugün icin
herkesin,
Basbugun
tehditlerine
karsi, Ahmet
Altan"a
sahip
cikmasini
gerektiriyor.
D.TaSh |
|
|
|
 |
 |
|
DTP NIN SİNE-İ MİLLETTE (KÜRDISTANA) CEKILMESI DOGRUDUR... |
 |
D.TaSh |
|
DTP den
yapılan
yazılı
açıklamada,
Grubumuz
fiilen
Meclisten
çekilmiştir
ve yarın
Ahmet Türk
ve Aysel
Tuğluk başta
olmak üzere
tüm
milletvekillerimiz
Diyarbakıra
giderek
alınan
sine-i
millet
kararını
fiili olarak
yerine
getireceklerdir
denildi.
DTPnin bu
tavri
cesitli
siyasal
kesimlerde
farkli
yorumlara
neden oldu.
Bu karar
CHP, MHP,
AKP ve
devletin
kurumlarinin
mutabakati
ile alindi.
DTPye karsi
bir
ergenekon
operasyonuydu.
Gerek türk
ordusu ve
gerek PKK de
DTPnin bu
sekilde
gitmesini
istemediler.
DTP aslinda
büyük millet
meclisinde
bir anlamda
esir alinmis
bir
partiydi.
Kürt halki
adina
parlamentoya
girmesine
ragmen, bir
türk partisi
gibi
calistilar.
Buna ragmen
türk
devletine
kendilerini
begendiremediler.
Üzerindeki
cok yönlü
baskilar
nedeniyle,
kapatilmasi
belki onlari
rahatlatti.
Hem kürtleri
ve hem
türkleri
memnun etmek
mümkün
degildi. Bir
parti hangi
tabandan oy
aliyorsa, o
tabarin
sesine kulak
vermesi
gerekir.
Aksi durumda
bir sonraki
i secimlerde
halktan
gereken
ilgiyi
bulamazdi.
Mecliste
acilim ile
ilgili i son
tartismalar,
kürt sorunun
alevlenmesine
zemin
yaratti.
Bu durum
Türk devleti
ve onun
siyasi
partilerini
oldukca
rahatsiz
etti. Onlar
Kürt
sorununu
tartismak ve
siyasalastirmak
istemiyorlardi.
zlerdi. AKP
kürtlerin
oylarini
garantilemek
icin de olsa
bazi kücük
adimlar
atarak,
Kürtleri PKK
den sogutmak
istedi. PKK
bunu bildigi
icin, bu
duruma karsi
durdu.
Acilim
oyununu
bozarak, bir
anlamda
statükocularla
ayni kefeye
düstü.
Türk devleti
anasaya
mahkemesinin
araciligiyla
DTPyi
kapattirdi.
Kürtleri
siyasetten
men etti.
Türk
devleti,
Kürtleri
siyasetin
disina
atarak,
onlara
alternatif
olarak
daglari
gösterdi. Bu
sekilde
"Kürtler
teröristirler,
siyasete
gelemiyorlar"
mesajini
dünyaya
vermeye
calisiyor.
Kürtler bu
saaten sonra
daga cikmak
yerine
bulunduklari
alanlarda
örgütlenerek,
kendi en
mesru
talepleriyle
sokaklara
cikarak ,
sivil
itihatsizlikla
mücadeleye
devam
etmeleri
gerekir.
Türk
devletinin
siyasi
partilerinin
amaclarini
anliyoruz.
Fakat
solcu
gecinen
cevrenin
kürtlere
yaklasimlarini
anlamakta
zorlaniyoruz.
Türkiye
solu en
ufak karin
agrisinda
sucu ABD"ye
veya dis
emperyalist
güclere
atar. Bu
mantikla
isin icinden
cikmaya
calisir.
Peki bu
emperyalistlerin
ülkelerimizdeki
bas
destekcileri,
en basta
NATO"cu
ergenekoncu
türk ordusu
degilmidir?
Yillarca dis
ülkelerde
diplomatik
görevleri
üslenen türk
devletinin
bürokrasisi
degilmidir?
Amerikayla,
diger
emperyalistlerle
esas olarak
flört eden
bu kesimler
degilmidir?
Emperyalist
cikarlari
icin
disariya
asker
gönderenler
de onlardir.
Hükümetler
ise bu
iliskileri
onaylamaktan,
noter
görevlerini
yapmaktan
öte hangi
rolleri
vardir?
Sucu,
yalnizca
AKP"ye
yükleyerek
isin icinden
cikilir mi?
AKP hükümet
olsa bile,
iktidar
degildir.
Adamlar bir
basörtü
kanununu
bile
cikartamiyorlar.
AKP hükümete
kalsin diye,
statükocu
güclere
boyun
egmekten öte
ne yapiyor?
Eski
statükocu
gücler
ellerindeki
mevzileri
AKP ye
kaptirmamak
icin
direniyorlar.
Solcular
ve
"koministler"
ise bu
statükocu
güclere
yöneleceklerine,
AKPyi öne
cikariyorlar.
Yapilacakolumlu
adimlari
sabote
etmeye
calisiyorlar.
Tali
sorunlari
öne cekerek,
ana
celiskiyi
neden
gözardi
ediyorlar?
Bu ülkede
degisimin
de,
devriminde,
tüm
kötülüklerin
de ana
kaynagi Türk
devleti ve
onun
kurumlaridir.
Solcular
ise yalnizca
hükümeti
görüyorlar.
Yani agaci
görürlerken,
ormani
görmüyorlar.
Bu anlayisla
yürütülen
bir
mücadele,
devletin
statükocu
güclerine
hizmet
etmekten
öteye
gitmez.
Neden ülke
icindeki
irkci
devlete
yönelen
mücadeleyi
esas
almiyorlar.
Amerika mi
dilimizi
yasakladi?
Amerika mi
kimligimizi
yasakladi?
Amerika mi
"kürt
vatandaslarinizi
insan yerine
koymayin
mi?" dedi
TKP ve
diger
solcularin
yazilarini
okudugumda
bunlarin
ergenekoncu
yazarlardan
farkli
birsey
söylemedigini
görüyorum.
Yalcin
Kücük, Dogu
Perincek,
Nihat Genc,
Ilhan
selcuk;
Balbay,
Sabih
Kanadoglu,
Baykal,
Bahceli v.s
(kizil elma
koalisyonu)
gibileriyle
ayni zeminde
bulusmak
kimlere
hizmet
ediyor.
"solcular"
AKP" ye
saldiriyorlar.
Bu"solcular"i
statükocu
güclerle
bulusturanda
bu yanlis
teorilerdir.
Devletin
temel kurumu
orduya karsi
mücadele
vermeyen
biri solcu
olur mu?
Orduya bel
baglamak ne
zamandan
beri
devrimcilik
oluyor?
TKP"nin bir
yazisinda,
"Türklerin
ve Kürtlerin
birliğini
net bir
biçimde
savunmayan
hiçbir
siyasi
dayanışma
etkinliğinin
içinde
olmayacak,
hiçbir
platformda
yer
almayacak,
emperyalizme,
gericiliğe
ve sömürücü
sınıflara
hizmet eden
hiçbir
açılıma
sessiz
kalmayacaktır.
Bu aynı
zamanda
emperyalist
projelerden
ve
gericilikten
kopma
iradesi
gösterenlerle
en derin ve
ileri
dostluklara
hazır
olunduğunun
da
ilanıdır."
Bu yazida
kürtlere tek
alternatif
sunuluyor.
Kürtlerin ve
Türklerin
birligini
savunmayanlarla
birlikte
olunmayacagi
söyleniliyor.
Kürtler
kendi
baslarina,
türk
devletinden
ayrilmaya
kalkismasinlar.
Kalkisirlarsa
biz yokuz
demek
istiyorlar.
Türk devleti
bundan
farkli
birsey mi
söylüyor?
Siz ne zaman
Kürtlerle
birlikte
oldunuz ki?
Kürtler türk
olduklarinda
onlari
kabulendiniz.
Kürtler ayri
bir ulus
olarak
mücadele
verdiginde ,
sizler
kösenizde
solcu
olarak
onlara akil
vermege
calistiniz.
Kürt halki
sizden izin
alip mi
örgütlenecek?
Sizin de
mantiginiz,
türk devleti
gibi, kendi
örgütlenme
projelerini
dayatmaktir.
Kürtler 90
yildir bu
lanetli
cemberde
esir
yasiyorlar.
Artik bu
anlayisa
hayir
mdiyoruz.
Kürtler
ancak kendi
ülkesindeki
örgütlenmeyi
esas alarak
kurtulabilirler.
Ezilen
uluslarin
kurtulusu
tüm dünyada
böyle
olmustur.
Yalcin
Kücük, Dogu
Perincek ve
Nihat Genc
gibi
ergenekoncu
yazarlar
Kürt
halkinin
mücadelesine
karsi,
devletinin
stratejik
cikarlarini
savunuyorlar.
Onlar "anti"
emperyalistci
gecinirler,
diger yandan
kendi irkci,
fasist
ordularinin
borazanligini
yaparlar.
Eger Türk
halkinin
mücadelesi
bu irkci
solculara
kaldiysa,
Türkiyede
asla degisim
olmayacaktir.
Bu
sarlatanlar
televizyonlara
cikarak,
devletine
akil
veriyorlar.
Bunlar
nasyonal
solcudurlar.
Devletci
olduklari
halde,
"solcu"
gecinirler.
Yalcin Kücük
bir dönem,
PKK"nin
televizyonuna
cikti,
Onlara
yataklik
yapti.
Kürtlerin
savasmasini
öneriyordu.
Acaba kim
ona bu
misyonu
vermisti?
Böyle bir
kisinin cift
tarafli
oynamasini
kimler
istedi? Eger
biraz
düsünürsek
neci oldugun
anlariz.
Ergenekoncu
ceteler,
derin
devletin
ceteleridirler.
Derin
devleti
temsil
ederler.
Onlar
AKP"nin
devleti ele
gecirmesine
karsi
duruyorlar.
Bunlar
statükonun
devamini
istiyorlar.
AKP ise
kendisi icin
demokrasi
oyununu
oyanayarak,
devletin
yeni sahibi
olmaya
calisiyor.
Her iki grup
da dis
emperyalistlerin
uzantilaridirlar.
Bakin
asagidaki
yazida
ergenekoncu
Nihat genc
neler diyor;
Filistin
İsrailin
toprağı
değil
işgaldir,
İsrailin
havadan
karadan
nasıl
acımasız
katliamlara
girdiğini
tüm dünya
biliyor.
Çeçenistan
Rusya
toprağı
değil
işgaldir,
sadece hava
saldırılarıyla
iki ayrı
savaşta yüz
binlerce
insan nasıl
katledildi
gördünüz.
Sincianda
olanlar
büyük bir
kışkırtma ve
katliam
olarak
görünüyor.
Irak
Afganistan
Amerika
toprağı
değil
işgaldir,
milyonları
nasıl
öldürdüler
gördünüz.
Anadolu
toprakları
ise sizlerin
öz
toprağıdır
ve bugün
askerimiz
köylerde
kimlik dahi
sorsa tüm
Avrupa ayağa
kalkıp bas
bas
bağırıyor.
Sincianda,
ne Birleşmiş
Milletler ne
Avrupa
dinlediler.
Ama sizler
öz
toprağınızda
Avrupa,
Amerika
markalı
mayınlara
dahi ses
çıkartamıyor,
silahları
kim veriyor
uluslararası
arenada tek
soru
soramıyorsunuz.
Aksine tüm
Avrupa ve
insan
hakları
kurumları
birkaç
vakayı
bahane edip
dünyanın en
faşist en
insanlık
dışı
vahşileri
bizlermişiz
gibi
bildiriler
yayınlıyor.
Bunun adı
güçtür ve
bu
katliamları
yapanlara
karşı hiçbir
dünyalı
ambargo
koyamaz,
gerçek
budur. İnsan
hakları,
hukuk, ne
anlama
geliyor bir
daha
düşünün.
Bakin Nihat
genc yukarda
ne güzel
yazmis. O
genc
Filstini,
Cecenistani,
Uygur
türklerini
savunurken
güzel bir
nutuk
cekiyor.
Peki su
yakinindaki
Kürdistan
icin neden
tek bir
cümle
yazmaz. 500
bin kisilik
türk
ordusunun
Kürdistandaki
varligina
deginmez.
Cünkü o,
irkci bir
solcu ve
ergenekoncudur.
Kendi
ordusunun
icraatlarina
deginmez. 17
bin faili
cinayeti
gündeme
getirmez.
Kürdistandaki
katliamlari
görmez.
Böyleleri
ortalikta
dolasarak,
caka atarak
halki
aldatmaya
calisiyorlar.
Nihat genc
de, Tv
programlarinda,
aynen
Fettullah
gülene
benzer
ayinlerle,
Mustafa
Kemalin
cumhurriyetine
aglama
ayinleri
yapmaktadir..
Türk
devletinin
resmi
düsüncesi
hala inkar
ve imhadir.
Bunu
unutmayalim..
Kürtler imha
ve inkara
karsi
topyekün bir
direnisle
ancak bu
sistemden
kurtulabilirler.
Dünyadaki
tüm kürt
dostlarini
yanina
almalilar.
Türk devleti
ise,
Kürtleri
dünyaya
terörist
diye kabul
etirmeye
calisiyor.
Bundanda vaz
gecmeyecektir.
Akli basinda
her kürt
artik bu
sorunun
cözümü icin
kafa
yormalidir.
Kürtler
Kürdistani
esas alan
bir
mücadeleyi
öne
cikarmalilar.
Ancak böyle
bir mücadele
ile tüm kürt
halki
kurtulusa
yönelebilir.
Kürtler türk
devletinin
kurumlarindan
uzak
durmalari
gerekir.
Güney
Kürtleri
gibi
bagimsiz
kurumlarini
yaratmalidirlar.
Biz bunu
söyledigimizde
mutlaka türk
solculari
bize
milliyetci
diyecekleridir.
Varsin
desinler.
Onlar her
zaman
sovendiler.
Biz hic
olmasa bir
ulusun temel
insani
haklari
savunan
devrimci
milliyetcileriz.
Gelinen
nokta da ,
türk siyasal
partileri de
Kürtleri
kendi
platformlarinda
görmek
istemiyorlar.
Bize Ya
türk olun,
yada kürt
olarak
bizden uzak
durun.
diyorlar.
Artik cin
siseden
cikti. Her
yerde kürt-
türk
ayrismasi
baslamistir.
Türkün
oldugu yerde
kürt, kürdün
oldugu yerde
türk
tahammül
gösteremiyor.
Son
olaylarla bu
gerginlik en
üst düzeye
cikti.
Kürdler
provokasyanlara
gelmeden,
gelecege
hazirlik
yapmalilar.
Türkiyenin
bati
illerinde
yasayan
kürtlerin
dikkatli
olmalari
gerekir.
Günden güne
linc
provalari
yapilmaktadir.
Kürdlerin
batidaki mal
ve can
güvenligi
artik
yoktur.
Devlet
bizzat
bunlari
kendisi
tesvik
ediyor.
Gecmiste
türklerin
rumlara,
ermenilere,
diger
halklara
yaptiklari
katliamlari
da
unutmayalim.
Türk kürt
iliskileri
artik eskisi
olmayacaktir.
Bu
ayrismayla
birlikte,
Kürtlerin
isgalden
kurtulma
kapisida
acildi.
Kürdistandaki
türk siyasal
partilerini
icimizden
söküp
atmaliyiz.
Iisgalci
türk ordusu
daha fazla
orda
kalamaz.
Hizli bir
sekilde
teshir olur.
Bugün icin,
türk
devletinin
Kürdistandaki
siyasal
partilerini
ayakta tutan
esas güc
ordudur.
DTPnin
parlamentodan
cekilmesi
olumludur.
Bu yeni
adimi dogru
degerlendirmeleri
gerekir. DTP
kürtlerle
yeni
itifaklar
olusturmalidir.
Kemalist
cumhurriyeti
demokratiklestirme
yerine, Kürt
halkinin
özgürlügünü
esas
almalidir.
DTPnin
sine-i
millete
cekilmesi,
halkimizin
birlik ve
beraberligine
vesile
olmasini
diliyorum.
D.TaSh |
|
|
|
 |
 |
|
TÜRK DEVLETININ, KÜRT ACILIMI TARTISMALARI.. |
 |
D.TaSh |
|
Bugün
Türkiyede ve
dünyada
herkes
kürtlerin
varligini
kabul
etmektedir.
Türk devleti
ve hükümeti
de bu
gercegi
artik inkar
edemiyor..
Kürtler
mademki bir
milletir. Bu
milletin
kimligini
belirleyen
bir dilleri
vardir. Bu
dil
Kürtcedir.
Kürtcenin
kürtlerin
anadili
olarak kabul
etmek en
temel
sartlardan
biridir. Bu
dilde egitim
yapilmasi
gerekir.
Kürtler
azinlik
olsalar
bile, BM
(birlesmis
milletlerin)
sözlesmelerine
göre, anadil
bir hak
olarak
taninmasi
gerekirdi.
Tüm bu
gerceklere
ragmen bu
irkci
cevreler
yinede,
kürtlerin
sevinmelerinden,
kendine ait
özelliklerini
ifade
etmelerinden
huzursuz
oluyorlar.
Ortaligi
sürekli
geriyorlar..
Madem ki,
Kürtler var,
o zaman
Kürtlerin
acilarini,
sevinclerini,
özelliklerini
ve onlara
ait tüm
simgelerini
insan olarak
kabullenmeleri
gerekir..
Türk devleti
bu
gereceklere
ragmen, hala
inkarci
zihniyetle
sorunlara
bakiyor.
Kürtleri
inkar ve
imha
siyasetiyle
oyaliyor.
Soykirimci
politikalarini
devam
ettiriyor..
Bizler
avrupada
yabanci
oldugumuz
halde, hem
bireysel ve
hem
kollektif
haklarimizi
buralarda
kullaniyoruz.
Ayrica
devlet bu
haklarimizi
kullandirmak
icin bizleri
tesvik
ediyor ve
bize tüm
imkanlarini
sunuyor..
Örrnegin ben
türküm,
müslümanim
dedigim
zaman,
devlet bana
gereken
sosyal
yardimlari
yaparak,
beni kendi
toplumuma
kazandiriyor.
Kimliklerimize
ve
inanclarimiza
saygi
gösteriyor.
Türk devleti
kendi
kardesi
olarak
gördügü
Kürtlere ise
bu imkanlari
vermedigi
gibi, hergün
sopayla yola
götürmeye
calisyor. .
Peki Kürtler
böyle bir
devlete,
neden kendi
devletiymis
gibi
görsünler
ki?
Türk
devletine
göre, bir
kürt kendini
inkar ederse
ve türk
olursa.
memur
olabilir.
Hic bir
azinlik
kendi
kimligiyle
türk
devletinde
görev
alamaz.
Herkes
mutlaka türk
olmali ve
sünnet
olmalidir..
Avrupali
bunlara
bakmaz.. Ise
aldigi
kisinin
yetenegine
bakar.
Türklerin
hangi
siyasal
haklari
varsa,
Kürtlere de
bu haklar
verilmeli.
Bunlar
anayasal
güvenceye
alinmali.
Türkiyede
hem Kürt var
diyeceksiniz,
hemde bir
kürde ,
kürtce
konusma,
kürtlük
özelliklerini
unut
diyeceksiniz.
Böylesine
aptal bir
politika
olurmu?
Devlet ve
AKP
isbirligi
yaparak,
ortaliga
birseyler
atiyorlar,
diger
partilerde
baliklama
üstüne
atlayarak,
kürtlere
karsi linc
politikalari
olusturuyorlar.
Kürtlersiz
kürtleri
tartisiyorlar.
. Yani bir
tiyatro
oyunu
oynanip
gidiyor..
Türk devleti
hala inkarci
zihniyeti
devam
etiriyor. .
Yok PKK
silah
biraksin,
yok teslim
olsun, yok
renklerini
sevmedim,
yok bayram
havasiyla
seviniyorlar
gibi
söylemlerle,
kürtleri
asimile
etmeye ve
yok etmeyi
kafalarindan
bir türlü
cikaramiyorlar.
Kurdun
kuzuya
söyledigi
gibi sen
suyu
bulandiruyorsun
diyerek,
kuzuyu
mutlaka
yemegi
aklindan
cikarmadigi
gibi, türk
devleti de
kürtleri
asimile
etmek icin
her türlü
osmanli
oyunu
oynayarak,
kürtlerden
kurtulmaya
calisyor...
Artik bu
cagda,
siddetle,
asimile ile,
baskiyla hic
bir milleti
yok
edemezsiniz.
Bu yöntemler
cagdisidir.
Tek cikar
yol
demokrasiyle,
kardesce bu
sorunlari
cözmeye
yönelik
atilacak
adimlardir.
Gercek türk
ve kürt
kardesligi
ancak bu
temelde
gerceklesir.
Aksi durumda
ise sürekli
düsmanliklar
üretir...
En dogru
yol, kürt
milletini
tanimak ve
onun tüm
insani
haklarini
teslim
etmektir.
Bir milleti
var eden
dilidir.
Anadil
egitimini
serbest
birakmak,
kimligini
anayasal
güvenceye
almak
gerekir.
Kürtlerin
kendi
bölgesinde
yönetim
hakkini
teslim etmek
gerekir.
Kürtlerin en
temel
haklari
verildiginde,
inan ki PKK
diye bir
örgüt zaten
kendiliginden
silahini
birakir
gelir.
PKK, zaten
silahli
mücadeleyi
birakmaya
hazir
oldugunu
belirtmektedir.
Buna ragmen
Türk ordusui
operasyonlarla,
PKK"nin
üzerine
gidiyor.
Zorla
savastirmaya
calisiyor.
Bu
oprerasyonlarin
sonucunda
hem asker ve
hemde
gerilla
cenazeleri
geliyor.
Asker
operasyon
yapmasa, hic
kimsenin
burnu bile
kanamaz.
Fakat savas
rantcilari
bu savasin
bitmesini
istemiyorlar.
Issiz
kalacaklarini
biliyorlar.
Savas
ortaminda
her türlü
karanlik
islerini
daha rahatca
yürütebiliyorlar.
Savasi
kendileri
tesvik
ediyorlar ve
sucu da
PKKye
yüklüyorlar.
Ondan sonra
kalkip "KK
silahi
biraksin,
gelip teslim
olsunlar
diyorlar.
Bu insanlar
daga neden
ciktilar?
Kürt sorunu
orta yerinde
dururken,
kürt
gerillarinin
gelip türk
cezaevinde
yatmalarini
mi
bekliyorsunuz?
Abdullah
Öcalan,
devletin bir
mahkumudur.
Devlet
onunla
icerde
görüsüyor.
Abdullah
Öcalanin
aciklamalarindan
sunu
cikariyoruz.;
Kemalizm ile
bir problemi
olmadigini
belirtiyor.
Ayrica "Ben
ayri devlet
istemiyorum.
Ben üniter
devlete,
bayraga
karsi
degilim.
Amac
demokratik
özerklik ve
ayrica beni
özgür
birakin. "
diyor.
Abdullah
öcalan"in ve
PKK"nin su
anda dile
getirdikleri
talepler,
kürtlerin en
asgari
talepleri
dahi
degildir.
Gecmiste
bagimsiz,
birlesik
Kürdistani
savunuyordu..
Durum böyle
iken, devlet
hala PKK yi
öcü,
terörist
gibi
göstererek,
kürtlere
karsi bir
saldiri
kalkani
olarak
kulaniyor.
Kürtlere hic
bir hak
tanimak
istemiyor.
PKK"yi zorla
catistirmaya
calisiyor.
Bu ortamdan
yararlanarak
hem
kürtlerin
haklarini
vermeyerek
ve hemde
dünyaya "
biz PKK"nin
"terör"ünden
dolayi
demokratik
adimlari
atamiyoruz "
diye
aldatacaklardir.
Böylesine
hilebaz ve
sahtekar bir
devlet nerde
var? AKP,
osmanli
kurnazligiyla
kürtleri "
din
kardesligi"
adi altinda,
aldatarak
Kürtlerin
sempatisini
kazanmaya
calisiyor.
Güya AKP
"demokratik
acilim"
yapacak ve
Türkiyeyi
düze
cikaracak.
Iyi de bir
an önce bu
acilimlarin
gereklerini
yapsinda
herkes
görsün ve
rahatlasin.
Kisacasi
AKP, süreci
yavaslatarak,
zaman
kazanmaya
calisiyor.
Kürdistan da
tüm irkci
partiler yok
oldu. AKP
Kürdistanda
devletin
ordaki
prejtijini
yeniden
güclendirmeye
calisiyor.
Kürdistanda
AKP demek,
T.C. nin
Kürdistanda
kalmasi
demektir..
Kürtler
uyanik
olmali,
AKP"nin
sinsi
oyunlarina
kanmamalilar.
AKP yi de
diger
partiler
gibi icinden
söküp
atmalilar.
Kürtlerin
siyasal,
kültürel,
ekonomik
cikarlarini
savunmayan
hic bir
partiye
güvenmemeleri
gerekir, bu
parti DTP
olsa bile.
D.TaSh |
|
|
|
 |
 |
|
TÜRK DEVLETININ, KÜRT ACILIMI TARTISMALARI.. |
 |
D.TaSh |
|
Bugün
Türkiyede ve
dünyada
herkes
kürtlerin
varligini
kabul
etmektedir.
Türk devleti
ve hükümeti
de bu
gercegi
artik inkar
edemiyor..
Kürtler
mademki bir
milletir. Bu
milletin
kimligini
belirleyen
bir dilleri
vardir. Bu
dil
Kürtcedir.
Kürtcenin
kürtlerin
anadili
olarak kabul
etmek en
temel
sartlardan
biridir. Bu
dilde egitim
yapilmasi
gerekir.
Kürtler
azinlik
olsalar
bile, BM
(birlesmis
milletlerin)
sözlesmelerine
göre, anadil
bir hak
olarak
taninmasi
gerekirdi.
Tüm bu
gerceklere
ragmen bu
irkci
cevreler
yinede,
kürtlerin
sevinmelerinden,
kendine ait
özelliklerini
ifade
etmelerinden
huzursuz
oluyorlar.
Ortaligi
sürekli
geriyorlar..
Madem ki,
Kürtler var,
o zaman
Kürtlerin
acilarini,
sevinclerini,
özelliklerini
ve onlara
ait tüm
simgelerini
insan olarak
kabullenmeleri
gerekir..
Türk devleti
bu
gereceklere
ragmen, hala
inkarci
zihniyetle
sorunlara
bakiyor.
Kürtleri
inkar ve
imha
siyasetiyle
oyaliyor.
Soykirimci
politikalarini
devam
ettiriyor..
Bizler
avrupada
yabanci
oldugumuz
halde, hem
bireysel ve
hem
kollektif
haklarimizi
buralarda
kullaniyoruz.
Ayrica
devlet bu
haklarimizi
kullandirmak
icin bizleri
tesvik
ediyor ve
bize tüm
imkanlarini
sunuyor..
Örrnegin ben
türküm,
müslümanim
dedigim
zaman,
devlet bana
gereken
sosyal
yardimlari
yaparak,
beni kendi
toplumuma
kazandiriyor.
Kimliklerimize
ve
inanclarimiza
saygi
gösteriyor.
Türk devleti
kendi
kardesi
olarak
gördügü
Kürtlere ise
bu imkanlari
vermedigi
gibi, hergün
sopayla yola
götürmeye
calisyor. .
Peki Kürtler
böyle bir
devlete,
neden kendi
devletiymis
gibi
görsünler
ki?
Türk
devletine
göre, bir
kürt kendini
inkar ederse
ve türk
olursa.
memur
olabilir.
Hic bir
azinlik
kendi
kimligiyle
türk
devletinde
görev
alamaz.
Herkes
mutlaka türk
olmali ve
sünnet
olmalidir..
Avrupali
bunlara
bakmaz.. Ise
aldigi
kisinin
yetenegine
bakar.
Türklerin
hangi
siyasal
haklari
varsa,
Kürtlere de
bu haklar
verilmeli.
Bunlar
anayasal
güvenceye
alinmali.
Türkiyede
hem Kürt var
diyeceksiniz,
hemde bir
kürde ,
kürtce
konusma,
kürtlük
özelliklerini
unut
diyeceksiniz.
Böylesine
aptal bir
politika
olurmu?
Devlet ve
AKP
isbirligi
yaparak,
ortaliga
birseyler
atiyorlar,
diger
partilerde
baliklama
üstüne
atlayarak,
kürtlere
karsi linc
politikalari
olusturuyorlar.
Kürtlersiz
kürtleri
tartisiyorlar.
. Yani bir
tiyatro
oyunu
oynanip
gidiyor..
Türk devleti
hala inkarci
zihniyeti
devam
etiriyor. .
Yok PKK
silah
biraksin,
yok teslim
olsun, yok
renklerini
sevmedim,
yok bayram
havasiyla
seviniyorlar
gibi
söylemlerle,
kürtleri
asimile
etmeye ve
yok etmeyi
kafalarindan
bir türlü
cikaramiyorlar.
Kurdun
kuzuya
söyledigi
gibi sen
suyu
bulandiruyorsun
diyerek,
kuzuyu
mutlaka
yemegi
aklindan
cikarmadigi
gibi, türk
devleti de
kürtleri
asimile
etmek icin
her türlü
osmanli
oyunu
oynayarak,
kürtlerden
kurtulmaya
calisyor...
Artik bu
cagda,
siddetle,
asimile ile,
baskiyla hic
bir milleti
yok
edemezsiniz.
Bu yöntemler
cagdisidir.
Tek cikar
yol
demokrasiyle,
kardesce bu
sorunlari
cözmeye
yönelik
atilacak
adimlardir.
Gercek türk
ve kürt
kardesligi
ancak bu
temelde
gerceklesir.
Aksi durumda
ise sürekli
düsmanliklar
üretir...
En dogru
yol, kürt
milletini
tanimak ve
onun tüm
insani
haklarini
teslim
etmektir.
Bir milleti
var eden
dilidir.
Anadil
egitimini
serbest
birakmak,
kimligini
anayasal
güvenceye
almak
gerekir.
Kürtlerin
kendi
bölgesinde
yönetim
hakkini
teslim etmek
gerekir.
Kürtlerin en
temel
haklari
verildiginde,
inan ki PKK
diye bir
örgüt zaten
kendiliginden
silahini
birakir
gelir.
PKK, zaten
silahli
mücadeleyi
birakmaya
hazir
oldugunu
belirtmektedir.
Buna ragmen
Türk ordusui
operasyonlarla,
PKK"nin
üzerine
gidiyor.
Zorla
savastirmaya
calisiyor.
Bu
oprerasyonlarin
sonucunda
hem asker ve
hemde
gerilla
cenazeleri
geliyor.
Asker
operasyon
yapmasa, hic
kimsenin
burnu bile
kanamaz.
Fakat savas
rantcilari
bu savasin
bitmesini
istemiyorlar.
Issiz
kalacaklarini
biliyorlar.
Savas
ortaminda
her türlü
karanlik
islerini
daha rahatca
yürütebiliyorlar.
Savasi
kendileri
tesvik
ediyorlar ve
sucu da
PKKye
yüklüyorlar.
Ondan sonra
kalkip "KK
silahi
biraksin,
gelip teslim
olsunlar
diyorlar.
Bu insanlar
daga neden
ciktilar?
Kürt sorunu
orta yerinde
dururken,
kürt
gerillarinin
gelip türk
cezaevinde
yatmalarini
mi
bekliyorsunuz?
Abdullah
Öcalan,
devletin bir
mahkumudur.
Devlet
onunla
icerde
görüsüyor.
Abdullah
Öcalanin
aciklamalarindan
sunu
cikariyoruz.;
Kemalizm ile
bir problemi
olmadigini
belirtiyor.
Ayrica "Ben
ayri devlet
istemiyorum.
Ben üniter
devlete,
bayraga
karsi
degilim.
Amac
demokratik
özerklik ve
ayrica beni
özgür
birakin. "
diyor.
Abdullah
öcalan"in ve
PKK"nin su
anda dile
getirdikleri
talepler,
kürtlerin en
asgari
talepleri
dahi
degildir.
Gecmiste
bagimsiz,
birlesik
Kürdistani
savunuyordu..
Durum böyle
iken, devlet
hala PKK yi
öcü,
terörist
gibi
göstererek,
kürtlere
karsi bir
saldiri
kalkani
olarak
kulaniyor.
Kürtlere hic
bir hak
tanimak
istemiyor.
PKK"yi zorla
catistirmaya
calisiyor.
Bu ortamdan
yararlanarak
hem
kürtlerin
haklarini
vermeyerek
ve hemde
dünyaya "
biz PKK"nin
"terör"ünden
dolayi
demokratik
adimlari
atamiyoruz "
diye
aldatacaklardir.
Böylesine
hilebaz ve
sahtekar bir
devlet nerde
var? AKP,
osmanli
kurnazligiyla
kürtleri "
din
kardesligi"
adi altinda,
aldatarak
Kürtlerin
sempatisini
kazanmaya
calisiyor.
Güya AKP
"demokratik
acilim"
yapacak ve
Türkiyeyi
düze
cikaracak.
Iyi de bir
an önce bu
acilimlarin
gereklerini
yapsinda
herkes
görsün ve
rahatlasin.
Kisacasi
AKP, süreci
yavaslatarak,
zaman
kazanmaya
calisiyor.
Kürdistan da
tüm irkci
partiler yok
oldu. AKP
Kürdistanda
devletin
ordaki
prejtijini
yeniden
güclendirmeye
calisiyor.
Kürdistanda
AKP demek,
T.C. nin
Kürdistanda
kalmasi
demektir..
Kürtler
uyanik
olmali,
AKP"nin
sinsi
oyunlarina
kanmamalilar.
AKP yi de
diger
partiler
gibi icinden
söküp
atmalilar.
Kürtlerin
siyasal,
kültürel,
ekonomik
cikarlarini
savunmayan
hic bir
partiye
güvenmemeleri
gerekir, bu
parti DTP
olsa bile.
D.TaSh |
|
|
|
 |
 |
|
CHP'DE
ONUR
ÖYMEN YALNIZ
MI IRKÇI? |
D.TaSh |
|
CHP" de yalniz Onur Öymen mi irkci? Baykal sanki daha mi iyi?
CHP de bir cok Hitler hayranlari var.
Bir ara Baykal politikadan tamamen elini etegini cekerek kösesine cekildi. Sonra derin devlet onu yeniden egiterek, tekrar CHP"nin basina getirdi.
Baykal CHP"nin basina gectikten sonra, eski reformcu söylemleriniden tamamen vazgecti. Baykalin artik hükümet olup olmama gibi bir derdi olmadi. Cünkü o, illegal olarak T.C. nin yeni sahibiydi. Onlarin adina politikaya soyundu.
CHP Atatürk"ün kurdugu partidir. 1950"lere kadar, bu parti tek basina Türkiyeyi diktatörce, fasistce yönetti.
Ikinci dünya savasindan sonra, bu partiden ayrilan bazi kisiler , demokrat partisini kurdular. Sözüm ona, Türkiye cok partili bir döneme gecti. Daha sonra bunlara dahi tahamül etmediler. 1960 darbesiyle menderes ve arkadaslarini asarak yeni bir anayasa yaptilar. Inonü"nun CHP"si her zaman gercek iktidar partisi olarak kaldi. Günümüze kadar da bu islevini sürdürüyor.
Normal parlamenter sistemlerde her parti, halkin isteklerini göz önüne alarak, politikalar yapar. Halkin destegini alarak hükümet olmaya calisir.
Gerek Baykalin , gerek partisi CHP"nin,böyle sorunu olmadi. Onlar kendilerini cumhurriyetin bekcileri olarak görüyorlar. Derin güclerle isbirligi icindeler. Bu parti esas olarak, bürokrasi ve askerlere dayaniyor. Kendisne bagli olusturdugu sivil örgütlerle parlamentoda yerlerini aliyorlar.
Parlamentoya geirdikten sonra gercek bir iktidar partisi olarak davraniyorlar. Onlarin muhalefeti eski düzeni korumadir. Halkin taleplerinini düzeltmek degildir. Türkiyede kiim hükümet olursa olsun, sonucta iktidar olamiyor.Hükümet halkin tümünün oylarini da alsa da , anayasayi degistiremiyor.
Hükümet bunu yapmaya kalkarsa, basina dert almis olur. Derin gücler hemen devreye girerek, darbelerle, anayasa mahkemesi oyunlariyla hükümetin önünü keserler.
Bugün hükümet olan AKP"nin durumu budur. Derin devletin hismindan korktugu icin basörtü sorununu bile cözemiyorlar. Kendi tabanin isteklerini bile yerine getiremiyorlar. Diger partilerle aralarindaki kavga burdan kaynaklaniyoir..
CHP kendisini Atatürkün partisi, gercek iktidar partisi olarak görüyor. Bundan dolayi da ülkenin demokratiklesmesini engeliyor..
Bunlarin oy kaygisi, halkin talepleri, demokrasi mücadelesi v.s gibi kaygilari yoktur. Halka düsman bir partiidir. Irkci ve fasist bir partidir. Bu partiden degisim beklemek kendimizi aldatmaktir.
Yillardir bu partiye oy verenler birazcik düsünsünler. Bu parti bu insanlarin hangi sorunlarini cözmüstür?
CHP"nin asil islevi, halkin sorunlarini inkar ve imha yöntemleriyle cözmektir. Hitlerin politiklarini hayata gecirmektir. Halklarin demokratik düsüncelerini, inaclarini ve kimliklerini tanimiyan bir partidir...
Alevilerin, Kürtlerin oylarini alir, onlarin katliamlarina imza atar. Savas cigirtkaligi yapar.Fasizme karsi oldugunu söyler, fasist partilerin güclenmesine zemin yaratir.
Diger gerici partilerle aralarindaki kavga, iktidar kavgasidir. Kimin bu iktidari savunacagidir. .
CHP iste böyle bir partidir.
CHPli Öymen bugün parlamento da kan üzerine politikalar yapiyorsa, bu o partinin üstlendigi misyondan kaynaklaniyor.
Türkiye"de, bir cok sahte solcu parti, halka bu partiyi "sosyal demokrat" diye yuturmaya calisiyor.Onlar, CHP"nin degirmenine su tasiyorlar. Artik bu sahte söylemlerden kurtulmaliyiz. Bu sahte solcularin, sigindigi son liman CHP"dir. Hayatin gercegi bize bunu gösterdi.
Gercek bir demokrat, gercek bir inanc sahibi insan, gercek bir mazlum kisi, böyle bir partiyi desteklemez. Bu partiye giden her oy, tekrar kursun olur, halka geri döner..
Aleviler, dindarlar, Kürtler, emekcilerr bu partiden uzak durmalidirlar. Bu partiden kurtulmadikca, demokrasinininde yolu acilmayacaktir.
D.TaSh
|
|
|
|
 |
 |
|
|
ARKADASIM
ZÜLFÜ
TÜZÜNÜN
ARDINDAN....
|
D.TaSh |
|
 |
Temmuz
ayinda
izindeydim.
Iznimi
Amerikanin
New
york
kentinde
geciriyordum.
Istanbuldan
aldigim
bir
mesajda
Zülfü
TÜZÜN
arkadasimizin
ölüm
haberini
ögrendim.
Izin
dönüsünden
sonra
Zülfü
Tüzün
arkadasimizin
ölümü
üzerine
bir
kac
satir
yazi
yazmak
istedim.
|
Bosuna
insanlar
dememisler
ölüm
adin
kales
olsun.diye.
Gerçektende
ölüm
kalestir.
Nerede
ve
nasil
kimi
alacagi
bilinmez.
Simdi
ise
genc
ve
selvi
boylu
arkadasimizi,
Zülfü
Tüzünümüzü
bizden
aldi.
Her
ölüm
haberinin
ardindan
yasamdan
uzaklasiyoruz
ve
ic
dünyamizla
yeniden
hesaplasiyoruz..
Bir
agaci
kökleriyle
düsünün.
Köklerinin
kurumasiyla,
agacin
ölümü
de
hizlanir.
Bizde
sevdiklerimizle
yasiyoruz.
Bizi
dünyaya
baglayan
sevdiklerimizdir.
Onlari
her
kaybetigimizde,
yasami
da
sorguluyoruz..
Zülfü
ile
ben,
Kagithane
Nisantaslar
mahalesinde
arkadasdik..
Birlikte
büyüdük..
O
simdi
aramizda
yok.
Ben
ise
onun
her
hareketini
hatirliyor
ve
üzülüyorum.
Gercekten
bu
güzel
arkadasim
yok
mu
diye?
Yaklasik
otuz
yildir
ülkeden
ayriyim.
Zülfü
arkadasi
bu
sürede
yalnizca
bir
kere
gördüm.
Bes
yil
önce
Istanbulda
izine
gittigimde
görmüstüm.
Beni
de
havalanina
o
birakmisti.
Onunla
son
sohbetimizde
cocuklar
gibi
sevinmistik.
Gecmisteki
anilarimizi
birbirimize
anlatmistik.
Bir
dahaki
iznimde,
onunla
melmeketimize,
köylerimize
gidecektik.
Topraklarimiza
olan
hasretimizi
giderecektik.
Eski
dönemde
bir
kere
Herdife
gitmis
ve
onlarda
misafir
olmustum.
Herdif"i
cevrenin
en
güzel
köylerinden
biriydi.
Onunla
tekrar
o
köyü
görmek
beni
mutlu
edecekti.
Ne
acidir
ki o
artik
yok
ve
ben
bu
yolculugu
onunla
yapamiyorum.
Ama
söz
olsun
ki,
ilk
firsatta
onun
adina
Hardifi
ziyaret
edecegim..
Zülfü
arkadas
alcak
gönüllü
ve
yasam
doluydu.
O
düsleriyle
yeni
dünyalar
kurardi.
Kurdugu
düsler
ugruna
samimice
mücadele
ederdi.
Yöresine
ve
insanlarina
icten
bagliydi.
Onun
yasama
kaynagi
da
zaten
buydu.
Bu
nedenlerle
köy
derneginin
baskani
olmus
ve
köyüne
hizmet
etmege
calisiyordu.
Köylüllerini
köye
yerlesmesini
tesvik
ediyordu.
Zülfü
eskiden
pek
konuskan
biri
degildi.
Kücük
bir
cocukken
köyünden,
yurdundan,
dilinden
koparilmisti.
Ailesi
yasam
kosullarindan
dolayi
melmeketini
terketmis,
istanbula
yerlesmisti.
Zülfü
yoksul
bir
ailenin
bir
kac
cocugundan
biriydi.
Babasini
ve
abisini
de
erken
kaybetmisti.
Ailenin
sorumlulugu
ondaydi.
Genc
yasinda
dünyanin
dertlerini
yüklenmisti.
Yürek
bu
yükü
tasiyabilir
mi?
Zülfü
de
her
Kürt
cocugu
gibi
ayni
kadere
sahipti.
O da
diger
cocuklar
gibi
köklerinden
koparilmis
ve
türklestirilmisti.
Önce
sorunlara
bu
pencereden
bakardi.
Türklestirilmis
kisiler
kendilerini
ispatlayabilmek
icin,
daha
güzel
türkce
ile
kendilerini
kabul
etirmeye
calisirlardi.
Hata
bazilari
"en
hakiki
Türk
biziz
"diyerek
aslini
inkar
ederlerdi.
Zülfü
bu
anlayisi
hic
bir
zaman
benimsemedi.
O
hep
temiz
ve
cocuksu
kaldi.
Bizler
büyüdükce
ve
olgunlastikca
kendimizi,
toplumuzu
da
tanimaya
basladik.
Her
defasinda
toplumuzu
daha
iyi
tanirdik.
Kücükken
göremediklerimizi,
büyürken
daha
iyi
görürdük.
Kimiz,
neciyiz
bunlari
sorgulamaya
baslardik.
Anladikca
sisteme
olan
kinimiz
de
her
defasinda
artardi.
Sistem
herkesi
karga
yapmaya
calisirken,
biz
ayri
oldugumuzu
anlatmaya
calisirdik.
Zülfü
de
bunu
yapardi.
Bizler,
bir
agacin
farkli
dallari
gibi
saga
sola
ayrilmistik.
Bazen
farkli
seyler
söylesek
de,
yine
de
ayni
tarafta
dururduk.
Cünkü
biz
ayni
topraklardan
mayalanmistik.
Bizi
biz
eden
de
dogdugumuz
topraklardi..
Biz
orta
asyadan
gelmedik..
Zülfü
ile
konusurken
veya
tartisirken
masum
bir
cocuk
gibi
yüzü
kizarir
ve
terlerdi.
.
Onun
bu
durumu
büyüklerine
karsi
gösterdigi
saygidan
kaynaklaniyordu.
O
Sürekli
okur
ve
yeni
seyler
ögrenirdi.
Gelismeye
acikti.
Ögrendiklerini
cevresiyle
paylasirdi.
Sizlere
birazda
,
Zülfünün
hangi
ortamda
devrimcilestigini
anlatmak
istiyorum.
1980
öncesi,
Türkiye
de
halk
muhalefetinin
kabardigi
yillardi.
O
dönem
ayni
zamanda
örgütlü
gecekondu
mücalesinin
temellerinin
atildigi
yillardir.
1975
yillinda
bizler
Alibeyköy
Nisantaslar
mahalesinde
otururduk.
Ben
üniversiteye,
Zülfü
de o
yillarda
liseye
gidiyordu.
Mahalemizde
oturanlarin
cogunlugu
Kürt,
Alevi
ve
yoksul
Karedenizlilerden
olusurdu.
Mahalemiz
bu
özelliginden
dolayi,
sürekli
devlet
tarafindan
üvey
evlat
muamelesi
görürdü.
Devlet
baba
keyfince
huzurumuzu
bozardi.
Mahalede
kücük
bir
vukuat
olsa
devletin
güvenlik
gücleri
hemen
orayi
ablukaya
alirlardi.
Sokaklarda
insanlar
dövülür
ve
tutuklanirdi.
Kahveler
basilirdi.
Evler
aranirdi.
Devlet
hizmetle
degil,
siddetle
egemen
olmaya
calisirdi.
Devlet
baba
icin
orasi,
üc
KKK
dan
olusan
bir
bölgeydi
(Kürt,
Kizilbas,
Kominist).
Orayi
düsman
kalesi
olarak
gördügü
cindır
kı,
her
defasinda
orayı
ele
gecirmek
isterdi..
Biz
ise
mahalemize
Köyser
derdik.
Cünkü
oraya
ilk
yerlesenler
Dersim
Nazimiye
kazasindan
gelen
Köyserli
alevi
Kürtleriydi.
Orasi
aynen
Köyser
gibi
unutulan
bir
dag
basiydi.
Bundan
dolayi
Köyserin
adi
takilmisti.
Orda
oturanlarin
yüzde
doksan
dokuzu
yoksul
gariban
insanlardi.
Mahalemizin
halki
devletin
baskici
uygulamalarindan
bikmisti.
Mahalenin
gencligi
yapilanlara
tahammül
edemiyordu
ve
cifte
standarti
sorguyorlardi.
1970
lerde
devimcilerin
yaratigi
etki,
burdaki
halka
yansimisti.
Yusuf
KÜPELI,
Hasan
ERKILIC
v.s
gibi
devrimciler
mahalemizide
tutuklanmislardi.
Bu
arkadaslar
uzun
yillar
ceza
evinde
kalmislardi.
Ayrica
üniversite
de
okuyan
mahalenin
devrimci
evlatlari
vardi.
Bir
anlamda
orasi
devrimcilerin
siginak
bölgesiydi.
Hergecen
gün
genclerimiz
devrime
sempati
duyuyorlardi.
Mahalemiz
kücüktü,
fakat
her
cesit
politik
düsünceleriyle
etkisi
büyüktü.
Sokaklarda,
kahvelerde,
evlerde
devrim
konulari
tartisiliyordu..
1975
yilinin
sonbaharinda,
mahalenin
gencligi,
mahaledeki
yoksul
halkin
gecekondu
talebini
karsilamak
icin,
birseyler
yapmaya
karar
verdi..
Nisantaslar
mahalesinin
karsisinda,
Güzeltepe
de
büyük
bos
bir
arazi
vardi.
Burdaki
araziler
mafialarin
rant
kapilariydi.
Yüksek
fiyatlarla
arsalar
yoksul
insanlara
satilirdi.
Gecekondu
yapildigi
zamanda
devlet
baba
gelir
yikardi.
Devlet
mafiacilara
göz
yumarken,
yoksullara
ise
göz
actirmazdi.
Düzen
partileri
adil
ve
hakca
bir
düzen
savunurlardi.
Bize
ise
baskiyi
reva
görürlerdi.
Halkin
talebi,
bu
araziyi
isgal
etmekti.
Fakat
halk
kendiliginden
bunu
yapmaya
cesaret
edemiyordu.
Bireysel
yapilan
gecekondular
devletce
rahatca
yikilirdi.
Halkin
gecekondu
talebini
önce
kendi
aramizda,
sonra
devrimci
örgütlere
aktardik.
Halkin
kurtulusu,
Halkin
yolu,
Halkin
birligi
ve
Partizan
v.s
gibi
örgütler
bu
taleplerimize
derhal
sahip
ciktilar.ve
bizlere
destek
sundular.
Nisantaslarda
halkla
toplantilar
düzenledik.
Onlara
gelismeleri
aktardik.
Toplantilardan
sonra
gecekondu
komitesi
kurulmasi
kararini
aldik.
Yedi
kisilik
bir
gecekondu
komitesi
olusturduk.
Mahaleden
bir
kac
arkadas
olarak
bu
komitede
yer
aldik.
Komitenin
diger
üyeleri
ise
disardan
gelen
devrimcilerdi
Gecekondu
komitesi
kurulduktan
sonra,
amaclarini
ve
calismalarini
cevreye
duyurdu.
Bu
calismalardan
haberdar
olanlar,
en
basta
üniversitenin
gencleri
ve
diger
cevrelerden
gelen
gencler
mahalemize
akin
akin
gelmeye
basladilar.
Tipki
Denizlerin
Demir
döküm
direnisinde
iscilerle
yaptigi
dayanismalar
gibi,
O
günlerde
mahalemizde
bir
nevi
sosyalist
kültür
yasaniyordu.
Herkes
bu
sicak
iliskilerden
etkileniyor
ve
devrimcilesiyordu.
Gelen
devrimcileri
evlerimizde
agirliyorduk.
Mahale
halki
devrimcileri
bagrina
basiyordu..
Kurulan
gecekondu
komitesi,
önce
araziyi
isgal
etti.
Sonra
Isgal
ettigi
araziyi
200
parsele
böldü.
Bu
parselleri
evi
olmayanlara
dagitti.
Arsa
icin
gelenleri
önce
arastirir
ve
sonra
verirdik.
Adam
kayirmaksizin
arsayi
ihtiyaci
olanlara
verirdik.
Bu
tutarli
tutumumuzdan
dolayi
da
akrabalarimiz
bizleri
elestirirlerdi.
Neden
kendimize
bir
yer
almadik
diye.
Parsellerin
dagitimdan
sonra
canla
basla,
bir
an
önce
evlerin
yapilmasi
icin
elimizden
geleni
yaptik.
Devrimciler,
yagmur
camur
demeden,
halkin
pirketlerini,
cimentosunu
sirtlarinda
tasiyarak
gecekondulari
yaptilar.
Gece
gündüz
nöbet
tutular.
Jandarma,
polis
ve
sivil
fasist
provokasyonlara
karsi
hepimiz
topyekün
ayaktaydik..
Haftalarca
devam
etti
bu
durumlar..
Gecekondu
calismalari
sürerken,
askerler,
polisler
ve
belediyenin
yikimcilari
etrafimizi
sardilar.
Bizler
gecekondu
alaninda
onlara
karsi
direnise
gectik.
Onlari
ordan
geri
püskürtük.
Bazi
olumsuzluklara
da
sahit
olduk.
Kimi
gecekondu
sahipleri,
kahvelerde
oturarak
bizleri
izlediler.
Fakat
halktan
bazilari
yanimiza
gelerek
bizleri
yalniz
birakmadilar.
Bunlardan
biri
amca
Hüseyinin
hanimi
Loli
idi.
Jandarmaya
karsi
direndigimizde
kosarak
saflarimiza
geldi.
Loli
ölürsek
birlikte
ölelim
diyordu.
Lolinin
bu
soylu
tavrini
hic
bir
zaman
unutamadim.
Halktan
gelen
bu
olumlu
tavirlar
bizim
direnme
kaynagimizdi...
Devletin
güvenlik
gücleri
direnis
karsisinda,
geri
cekilmek
zorunda
kaldilar..
Biz
sonucta
saldirilari
püskürtmüs,
gecekondu
mücadelesinden
zaferle
cikmistik.
Gecekondu
mücadelesinin
basarisi,
tüm
Türkiye
sathina
dalga
dalga
yayildi.
Daha
sonraki
gecekondu
mücadelelerine
emsal
oldu.
Egemen
basin
o
dönemde
komitede
yer
alan
arkadaslarimizi
desifre
ederek
ispiyonladi.
Bazi
siyasi
örgütler
bu
provokasyonlarin
aleti
oldular.
O
dönemde
komitede
yer
alan
büyük
devrimci
Ömer
ÖZSÖKMENLER
bugün
aramizda
yok.
Ayrica
gecekondu
komitesinin
baskani
Hasan
arkadas,
sonradan
aydinlik
örgütüne
gitmesine
ragmen,
örnek
tavirlarini
unutmadik.
Komitenin
her
üyesi
büyük
fedakarliklar
gösterdi..
Zülfü
arkadasimizda
bu
mahalenin
cocuguydu.
O da
bu
mücadeleye
omuz
verdi..
Devrimciler
hic
bir
kisisel
cikarlari
olmaksizin
gecekondu
mücadelesinde
yer
aldilar.
Devrimcilerin
bu
direnisini
her
zaman
saygiyla
aniyoruz..
Güzeltepe
de,
bazi
yoksul
insanlar
ev
sahibi
olmussa
bunu
o
dönemde
canla
basla
mücadele
veren
devrimci
arkadaslarimiza
borclu
oldugumuzu
unutmayalim.
Ne
yazik
ki
daha
sonra
gelisen
gecekondu
mücadelelerinde
asalaklar
türedi.
Isi
ranta
döktüler.
Mahalemize
ve
devrimcilere
zarar
verdiler..
1980
lerden
sonra
iktidara
gelen
askeri
rejim,
gencligin
devrimci
kesimine
saldirdi.
Ülkeyi
bastan
basa
bir
cezaevine
dönüstürdü.
.Askerler
ülkede
fasist
diktatörlüklerini
kurdular.
Halkin
devrimcilesmesini
engellediler.
Gencler
arasinda
eroin,
fuhus
gibi
her
türlü
kirli
iliskiler
gelistirdiler.
Insanlari
devrimden
soguttular.
Bugüne
kadar
hale
bu
cuntacilar
yargilanmiyor.
Yaratilan
yeni
nesil
icin,
ne
insan
ve
ne
devrim
vardi.
Onlar
bu
degerleri
anlamazlar.
Onlar
icin
hersey
paradir.
Aile
ve
toplum
sorumlulugu
tasiyamazlar.
Egemen
güclerin
istedigi
de
bu
uyusuk
kitlelerdi.
Zülfüyü
anlamak
icin,
onun
yasadigi
dönemi
anlamak
gerekir.
Onunla
kalblerimiz
hep
ayni
seyler
icin
carpardi.
Onun
özlemi,
insanlarin
irklarina,
renklerine,
inanclarina
bakmaksizin
herkesin
kanun
karsisinda
esit,
özgür
ve
demokratik
bir
düzende
yasamalariydi..
O
halkini
seven
ve
ayni
zamanda
sevilen
bir
arkadasimizdi.
Böyle
bir
arkadasi
kaybetmenin
acisini
sizlerle
paylasmak
istedim.
Ailesine,
sevenlerine
sabir
diliyorum.
01.08.2009
D.TaSh
|
|
|
|
 |
 |
|
16 MART
KATLİAMI
|
D.TaSh |
|
 |
16
mart
1978
Mart
katliamının
otuzuncu
yıldönümünde,
katliamın
bir
tanığı
olarak,
o
dönemdeki
gelişmeleri
kısaca
yazmak
istedim.
1975
1980
yılları
arasında
İstanbul
Üniversitesi
Eczacılık
Fakültesinde
öğrenciydim.
O
dönemde
üniversitemizdeki
gelişmeleri
yakından
biliyorum.
O yıllarda
halk
muhalefetinin
yükseldiği
ve öğrenci
gençliğn
arasında devrimci
düşüncelerin
güçlendiği
yıllardı.
Halkın
gelişen
mücadelesi,
egemen
güçleri
rahatsız
ediyordu.
Devlet bu
gelişmeleri
kontrolden
çıkmadan,
bitirmeye
çalışıyordu.
Önce üniversitelere
polis ve
Jandarmayı
yerleştirdi.
Sonra sivil
faşistleri
(ülkücüleri)
devreye
soktu.
|
Tüm üniversitelerde
devrimci
düşünceler hakimdi.
Güvenlik
güçlerinin
üniversiteye
girmesiyle
birlikte,
ülkücüler
türemeye
başladı.
Ülkücüler
ancak
güvenlik
güçlerinin
gölgesinde
üniversitelerde
güçlenmeye
başladılar.
Onların
egemen
oldukları
fakültelerde
eğitim
yapılmıyordu,can
güvenliği
olmuyordu.
Devletin
istediğide
buydu.
İstanbul
Üniversitesinin
en şanslı
okulu bizim Eczacılıktı.
Fakültemizde devrimci
ve demokratlar
yoğunluktaydı.
Fakültemiz
bayan
ağırlıklı ve
hali vakti
yerinde
öğrenciler
hakimdi. Eczacılıktaki
devrimci
arkadaşlarımızın
olumlu
tutumları,
öğrencilere
güven
veriyordu.
Devrimcilerin
bu tutum
okulumuzun
saldırgan
kesimlerin
çalışmalarını
da
engeliyordu.
Diğer
okullarda
hergün kavga
döğüş ortamı
varken,
biz her
devrimci
faaliteyeti
rahatlıkla
yürütüyorduk.
Okula ilk
başladığım
günlerde,
benimle aynı
sınıfta
okuyan,
İzmir
Bornovalı,
Mustafa
adında
biriyle
tanişmıştım.
Mustafa
yoksul bir
ailenin
çocuğuydu.
Sakin ve
sessiz biriydi.
Politika ile
ilgisi
yoktu.
Ülkücüler
onun bu
yoksul
durumundan
yararlanarak,
onu bir öğrenci
yurduna
yerleştirdiler.
Mustafa da
vefa borcunu
vermek için
onlardan
olmak
zorunda
kaldı. Sonradan eczacılığın en
militan
ülkücüsü
oldu.
Dışardaki
ülkücülerle
arkadaşlarımızı
rahatsız
etmeye
başladı.
Okulda
kendini
kabul
etirmek
istesede,
beceremedi.
Mustafa bir
kaç kere,
dışardan
aldığı
ülkücü
desteği ile
fakültemizi
işgal etmeye
yeltensede,
bunu
başaramadı.
1976
yıllında bir
gün sabah
bizler okulda
iken, Ülkücü
Mustafa ve
arkadaşları
fakültemizi
işgal etmeğe
geldiler.
Okuldaki
arkadaşlarla,
onlara karşı
koyunca
kaçıp
gittiler.
Kısa bir
aradan sonra,
yanlarında
polislerle
tekrar
geldiler.
Polislerden
cesaret alan
bu kişiler,
devrimcileri
polislere
gösterdiler.
Polis orda
bizleri
(ben, Osman,
Hasan,
Ercan)
gözaltına
aldı.
Polis bizi
önce
Beyazittaki
karakola
götürdü.
Orda
ifadelerimizi
aldılar. Karakoldaki
amir (Reşat
Altay
da olabilir)
bize birde
nutuk çekti.
Hatırladığım
kadarıyla
bana şunları
söylemişti.
"insan 30
yaşına kadar
devrimci, 50
yaşına kadar
demokrat,
50"sinden
sonra
milliyetçi
olur ve
70"sinden
faşist olur"
demişti.
Biz karakolda
iken, uzun
boylu, iri
cüseli biri,
Ercan
arkadaşımızı
yukarı kata
çıkardı.
Orda
arkadaşımızı
dövdü. Ercan
arkadaşımız
ona karşı
kendini
korumaya
çalışıyordu.
Daha
sonradan
öğrendik ki
arkadaşımızı
döven kişi,
istanbul ülkü
Ocakları
başkanı
Mustafa
Verkaya
imiş.
Bu şahsın
karakol gibi
bir yerde,
arkadaşımızı
dövmesinin
anlamı
şuydu.
"Ülkücüler bu
devletın
sivil
güçleridir."
ülkücüler
eşittir
devlet.
Ülkü
ocaklarının
önderleri
istibaratçıydı.
Polisler hep
onları
korurlardı.
Polis
sonra
bizleri
cezaevine
bıraktı.
Faşistlerin
provokasyonuyla,
hiç bir
suçumuz
olmadığı
halde,
boş yere
üç ay cezaevinde
kaldık. Bir
dönem eğitimden
geri kaldık.
Üniversitelere
polis ve
jandarmanın
girmesiyle,
üniversitelerin
düzeni
bozuldu.
Okullar
artık birer
kışlaya
dönmüştü.
Polisler
arasında
pol-der'liler
vardı.
Onlar iyi
polis
rollerini
oynuyorlardı. Üniversitelerde
Polisin
girmesiyle can
güvenliğimiz
de kalmadı.
Ülkücü
faşistler
daha rahatça
üniversitelere
giriyorlardı.
Onlar ortamı
provoke
ederlerdi.
devletin
resmi
güçleri de
toplardı.
Gün geçtikçe
faşist
saldırılarındozu
artıyordu.
Eğer polis ve
asker
okullarda
olmasa,
üniversitelerde
tek bir
faşist
belki de
olmayacaktı.
Eylemsiz gün
yoktu.
Ülkücü
elebaşıları
( o yıllarda
ülkü
ocaklarının
başkanları
ve
militanları
Türkiye
çapında
tanınmaktadır)
üniversitelerin
içinde,
polislerin
gözleri
önünde
arkadaşlarımızı
döverlerdi.
Bizler de
onlara karşı
koyardık.
Polislerle
faşistler
elele
devrimcilere
saldırıyorlardı.
Her olayda
ülkücüler
tutuklanmazken,
tutuklanan
hep biz olurduk.
Üniversite
yıllarında
defalarca
polislerin
ve
ülkücülerin
ortak
saldırılarına
maruz
kaldık.
Üniversite
rektörlerine
gelince,
onlar zaten
resmi
düşüncelerin
yılmaz
bekçileriydiler.
Çoğunluğu
kemalistçiydi.
Devrimcilere
asla
tahammül
etmezlerdi.
En basit
olayda polis
çağırırlardı.
Fakültemizde
onlarla
çok kovalamaca
oynadık.
16 Mart
katliamı
böyle bir
ortamda
gerçekleşti.
Halkın
devrimci
muhalefeti
geliştikçe,
Devletin
saldırıları
da
artıyordu.
Devlet
halka
karşı
kendi
konseptini
geliştirdi.
Mit, özel
harp
dairesi,
Genelkurmay
ve
Nato
karargahlarında
yeni
konseptler
hazırlandı.
Bunlar
devreye
sokuldu.
Türk
devletini
kuran,
Teşkilat-ı
Mahsusa
örgütüdür.
Bu teşkilat
entrikacı
bir
örgüttür..
Muhalifleri yoketmek
için,
pravan
örgütler
kurar,
örgütlerin
içine
istihbaratçılarını
yerleştirir.
Paravan
örgütlerle
veya
istihbaratçılarıyla,
provokasyon
ortamını
hazırlarlar.
Bunların
yaptıkları
provokasyonları
bahane
ederek,
muhaliflerini
yokederler.
Türk
devleti, yüz
yıldır bu
şekilde
ayakta
duruyor.
Devlet
düşmansız
yapamaz.
Devletin bu
işlevini
anlarsak,
gelişen
olayların
münferit
olaylar
olmadığını
anlarız. Bu
eylemler
hep planlı ve
programlıdır.
Her döneme
uygun yeni
taktikler
uygularlar. Eylemlerde
deşifre
olanlar
varsa, onlar elimine
edilir. Bu
şekilde devlet
de aklanmış
olur. Bu
oyun
hep
oynanır.
Devlet,
12 Eylülden
önce ülkücü
faşistleri
devreye
soktu. 12
eylül gecesi
dinlenmeye
aldı.
PKK "ye karşı
da
Hizbullah'ı
örgütünü
kurdu.
İşi
bittikten
sonra, bir
günde
defterlerini
dürdü.
Devlet
hedeflere
uygun yeni
örgütler
kurar.
Atatürkçü
dernekleri,
Ergenekon
yapılanmaları
v.s. gibi.
Bu örgütlere
sus
dediklerine de
susarlar,
eylem geç
dediklerinde
eyleme
geçerler. Bu
örgütler
sağcı
veya
solcu da
olabilir.
Saldırıların
yoğunlaşmasıyla
birlikte,
biz
devrimciler,
1 mart 1978
den itibaren,
sabahları
Fakültelerimize
giderken,
belirli
yerlerde
toplanarak
giderdik.
Faşistlerin
saldırılarından
ancak bu
şekilde
korunabilirdik.
Aksi durumda
kurulan
pusularla
arkadaşlarımızı
kaybediyorduk.
Merkez
binasına
giden
öğrenciler,
Süleymaniye
çıkışlı,
üniversitenin
arka
kapısından
girerler ve
çıkarlardı.
Biz ise
hastane
sokağından
Eczacılığa
giderdik.
Her sabah
olduğu gibi,
16 mart
perşembe günü, sabah
erkenden
evden
ayrıldım.
Nişantaşlar
mahallesinden,
Alibeyköye
indim. Halk
otobusuyla
unkapana,
ordanda yaya
Süleymaniyeye
çıktım.
Arkadaşlarla
bulustum.
Sonra
topluca
fakültelerimize
gittik. İstanbul
Merkez
binasındaki
arkadaşlar
normalde hep
üniversitenin
arka
kapısından
(Süleymaniye
tarafindan)
girip
çikarlardı.
Fakat o gün
polis
arkapıdan
giriş ve
çıkışları yasaklamıştı.
Bu nedenle
arkadaşlar
Merkez
binasına
önden girmek
zorunda
kaldılar.
O gün
sanki olağan
bir durum
vardı.
Normal
zamanlardan
daha fazla
polis
vardı.
Beyazit
meydanında
çok polis
minubusları
toplanmıştı.
Birşeyler
olacak gibi
bir hava
vardı.
Üniversiteye
başladığım
dönem okul
ortamı
rahattı.
Merkez
binadaki
yemekhanede
her zaman
sıcak yemek
yerdik.
Fakat bu yıl
yemekhane
kapatmışlardı.
Soğuk,
paketlenmiş
kumanyalarla
kendimizi
doyurmaya
çalışıyorduk.
Zengin
çocuğu
olmadığımız
içinde,
dışardan
yemek yeme
lüksüne
sahip
değildik.
Artık
üniversiteler cezaevine
dönüştürülmüştü.
Öğleden
sonra 13.30
sularında
İstanbul
Üniversitesi
merkez
binasından
sloganlar
sesleri
duyuluyordu.
Bu sesleri
duyunca
arkadaşlarla,
Eczacilik
fakültesinin
dışına
çıktık.
Etrafı
kontrol
ettik.
Merkez
binasındaki
polis,
ordaki
devrimci
öğrencileri
zorla ön
kapıdan
çıkarmaya
çalışıyordu.
100 kişilik
devrimci
grup zorunlu
olarak
topluca
merkez
binasından
çıktı.
Arkadaşlar
kolkola
girmişlerdi.
Faşistlerin
sloganlarına
karşı, kendi
sloganlarını haykırıyorlardı.
Ben arkadaşlarımla
okulumuzun
dış
kapısında
bekliyordum.
Bizede onlara
katılacaktık. Yürüyüş
korteji,
Eczacılığın
köşesine
ulaştığında girerken,
kulaklarımızı
sağır eden,
o lanetli
bomba
yanıbaşımızda,
yürüyüşçülerin
ortasında
patladı.
Ne olduğunu
anlamamıştım.
Önüme baktım ki,
yerde
onlarca kişi
hareketsiz
duruyor. O an sanki
yer
yarılmış,
herkes
içinde
düşmüş. Ayakta kimseler
yoktu.
O an hiç
düşünmeden,
yerde
uzananlara
koştum. Ben
bunu yapmaya
çalışırken
bize doğru
ateş
ettiklerini
farkettim.
Hemen
kendimi yere
attım. Ateş
edilen yeri
tespit
etmeye
çalışıyordum.
Bır kaç
dakika sonra
silah sesleri
kesildi. Ayağa
kalktım.
Beyazit
meydanında
koşusmalar
gördüm. Ben,
tekrar
yerdeki
arkadaşların
yardımına
koştum.
Arkadaşlarla
yerdeki yaralıları
kaldırmaya,
onları
arbalara
taşıdık.
Bizler,
yaralı arkadaşlarımızı
kurtarmaya
çalışırken,
polislerin
coplu
saldırısına
maruz
kaldık.
Polisin bu
tavrı bizi
çileden
çıkardı.
Öfkemizle
polisin
üstüne
gittik.
Polis
bizleri
yaralılarımızla
başbaşa
bırakıp
kaçtı.
O an sanki
bir ruh
gibiydim.
Hiç birşey
hisedemiyordum.
Yaşayıp
yaşamadığı
dahi
bilmiyordum.
Bir cansız
bir
bedendim. İlk defa
bir katliama
tanık
olmuştum.
Şokta olmama
rağmen,
arkadaşlara
yardım etmeğe
çalışıyordum. Bazı
arkadaşlarımız
bu manzara
karşısında
şoke
oldular,
kustular,
bayıldılar.
Günlerce
yemek
yemiyenler
oldu.
Katiamdan
sonra
işletme
fakültesinin
önünde
toplandık.
2000 kişilik
bir grupla
merkez
binasına
doğru yürüdük.
Merkez
binasındaki
polisleri
dışarı
attık.
Binayı
işgal
ettik.
İstanbulun
her yerinden
akın akın
insanlar
geldiler.
Karşı
devrimin
kalelerini
zaptetmiş
gibi
onurluyduk.
Tüm devrımci gençlik
örgütleri
yekvucüt
olmuşlardı.
Faşizme
karşı ortak
bir cephe
oluşmuştu.
Gece boyunca
yapılan
forumlarla
katliamlar
kınandı.
Ölen
ölen arkadaşların
resimleri
çizildi. pankartlar
hazırlandı.
Geceleyin dışarda
ateşler
yakıldı,
marşlar
söylendi.
Ertesi gün
devrimci
örgütler,
sendikalar,
barolar ve
meslek
odalarının
katıldığı
büyük bir
cenaze
töreni
düzenlendi.
Cenaze
töreninin
ardından
kitle,
Sirkeciye
doğru
yürüdü.
Burada
yapılan
konuşmalardan
sonra
dağılındı ve
Merkez
Binadaki
işgal de
bitirildi.
Fasist
saldırıda
Hukuk ve
iktisat
Fakültesinde
okuyan
öğrencilerden
Cemil
Sönmez, Baki
Ekiz, Hatice
Özen,
Abdullah
Şimşek,
Murat Kurt,
Hamdi Akıl
ve Turan Ören
hayatını
kaybetmişti.
50den fazla
öğrenci de
yaralanmıştı.
16 mart
katliamı
planlı bir
katliamdı.
12 Eylül
faşist
darbesine
giden
sürecin
planlanmasiydi.
Bu katliam
öğrenci
gençliğin
devrimci
kesimine
yapıldı. Bu
katliami
devletin
resmi ve
sivil
faşistleri
ortaklaşa
yaptı.
16 mart katliamında
parmaği olan
kişiler,
Polis
sefleri
Sükrü Balci,
Süreyya San
, Resat
Altay Ülkü
Ocakları
Derneği
(ÜOD)
Istanbul
şube Başkanı
Orhan
Çakıroğlu,
ÜOD
yöneticilerinden
Mehmet Gül,
dönemin MHP
Gençlik
Kolları
Kazım
Ayaydın,
ÜODli
Sıddık Polat
ve Ahmet
Hamdi
Paksoy,
Apdullah
Çatlı, ,
Latif Aktı
ve Zülküf.
Isot tur
Devlet,
katliamdan
sonra,
katliam
delillerini
yoketti.
Katilleri
gizledi.
Onları en
yüksek
mevkilerine kadar
getirerek
ödülendirdi.
Bugüne kadar
bu katiller
yargılanmadılar.
Onlar bulundukları
mevkilerde
hala
görevlerini
sürdürmektedirler.
30 yıl sonra
16 Mart
katliamının
bir tanığı
olarak, o
dönemde
yaşadıklarımı
sizlerle
paylaşırken,
ruhumda hala
bu katliam
izleri
durmaktadır.
Ölenleri
yüreklerimize
gömdük. Onların
ideallerini
asla
unutmadık.
25.02.2007
D.TASKIRAN
|
YEDİ
TABUT |
|
|
|
|
|
Hava
puslu,
|
|
|
hava
kurt
kokardı. |
|
|
Onaltı
mart
ta
toplandık,
|
|
|
Fakültenin
avlusunda. |
|
|
Yürüdük
kolkola |
|
|
Tek
bir
ses,
tek
bir
yürektik. |
|
|
|
|
|
Bir
çığlık
koptu |
|
|
Beyazit
meydanında |
|
|
Yedi
sevda
düştü
aramızda, |
|
|
Gülüşleri
asılıydı
suratlarında. |
|
|
Yerde
uzanırken
biz,
|
|
|
Joplarla
saldırdı
polis |
|
|
Kaçıp
kayboldu
kancıklar.. |
|
|
|
|
|
Yüzbinler
toplandı
o
gün |
|
|
haykırdılar
sokaklarda.
|
|
|
Yedi
tabut
taşıdık
omuzlarda
|
|
|
Gömdük
onları
hafızalarımıza.. |
|
|
|
|
|
D.TaSh |
|
|
|
|
|
 |
 |
|
KIMSOR
SITESI NEDEN
PROVOKATÖRLERE
KUCAK
ACIYOR?
|
D.TaSh |
|
Kimsor
sitesinde
her
defasinda,
birileri
cikip
ortaligi
geriyor ve
beni hedef
gösteriyor.
Son olarak
adini
yazmayan
biri, benden
aptalca bir
cevap
bekliyor..
Kimsor
sitesi
acildigindan
beri tek
faaliyeti,
kontracilara
kucak acmak
oldu.
Kimsor
sitesini
defalarca
uyarmamiza
ragmen bir
ders
cikarmadilar.
Onlara kendi
yöntemlerimle
cevap
vermege
calisacagim....
"cevap
istiyoruz
Peki Sayin,
D.TASKIRAN
siz
degilmiydiniz,
yillar önce
bir kitap
yazarken tüm
Kimsor
halkinin,
soy agacini
konu olarak,
ele alip
isleyen siz,
bunlari
yazarken tüm
Kimsorlularin
kimliklerini
kitabinizda
belirtirken,
hangi
Kimsorludan
izin
aldiniz. Siz
o zaman
hangi amaca
hizmet
ettiniz.
Süphe ile
düsünülmeli.!
"
Nurettin
Demiralin
Kimsor
sitesinde,
yukardaki
yazisindan
dolayi
kendisinden
bir aciklama
bekledigimi
yazmistim.
Fakat su ana
kadar ondan
bir cevap
alamadim.
Cevap
alamadigim
icinde , ona
ve onun bu
yazisini
istismar
eden
karanlik
kisilere (bu
kisiler
adlarini
aciklamaktan
korkan
ödleklerdir.)
karsi cevap
hakkimi
kullaniyorum.
Bu kisiler
bana
soruyorlar.
Ben
soyagaci
calismasiyla
kime hizmet
etmisim?
Bu konuda
süpheleri
varmis!!!
Bu soysuzlar
aslinda
yaptigim
calismalarin
kime hizmet
ettigini bal
gibi
biliyorlar.
Genede böyle
bir soru
sormaktalar..
Kimsorlularin
soy agacini
cikarmakla,
Kimsor
tarihinini
yazmakla
elbette birilerine
hizmet
vermekteyim.
Yaptigim
calismalar
hangi
kesimin
isine
geliyorsa,
onlara
hizmet
etmisim
demektir.
Bunu
anlamamak
icin aptal
olmak
gerekiyor..
Soyagaci
calismasi,
Kimsorda
yasamis
ailelerin
Kürtce
lakaplariyla
tanitmayi
amacliyordu..
Bu calismayi
Avupadaki
kisitli
imkanlarima
ragmen
yapmaya
calistim. Bu
calismayi
yaparkende
Türkiyede
bazi
hemserilerimizin
katkilari
da oldu.
Avrupada bu
isi yapmaya
calistigim
icinde, cok
zorlandim.
Bundan
dolayi her
aile ile tek
tek görüsme
imkani
bulamadim.
Bundan
dolayi da
eksikliklerim
oldu. Eger
bu konuda
bir elestiri
gelseydi,
saygiyla
karsilardim.
Ama ne yazik
ki is
yapmayanlar,
is yapani
elestiriyorlar.
Daha iyisini
yapmaya
calisan
varsa da
saygi
duyarim..
Yogun bir
caba ve
inancla bu
kitabini
yazdim. Bu
isi para
icin degil,
halkima
hizmet
amaciyla
yaptim.
Kitabin masraflarini cepten ödedim. Eger bu iste
para kazanan
birileri
varsa da,
Türkiyede
kitabin
dagitimini
yapan
kitapevidir.
Zülfü top
arkadasa bu
konuda
sorabilirsiniz...
Kimsor
kitabiyla,
Kimsoru bir
parca da
olsa
tanitmaya
calistim.
Atalarimizi,
bir nebzede
olsa
hatirlamaya
calistim.
Maalesef
kitap yazma
da
cok gec
kalmistik.
Köyümüzün
degerli
büyükleri
hayatta
degillerdi.
Kalanlardan cok
az bilgi
toplayabildik.
Gönül
isterdi ki
köydeki her
insandan bir
aniyla bu
kitabi daha
genis
yazabilseydik.
Benim
cabalarim
ancak buna
yetti..
Yillar önce
Kimsoru
terkeden
Kimsorlu
aileler
vardir. Bu
ailelerin
cocuklari
Kimsor
hakkinda
kücük bir
bilgi sahibi
degillerdir,
Bu el
kitabiyla,
en azindan
yeni
nesiller kim
olduklarini
ögrenme
imkanini
bulabilirler..
.
Cevap
bekleyen bu
art
niyetlilere
soruyorum?
Benim
yaptigim bu
calismalar
Kimsorlulardan
baska
kimlere
hizmet
etmistir? Bu
konuda
bildikleri
birsey varsa
aciklasinlar
bizde
bilelim.
Bu kitap
yazildiktan
sonra, cevre
köylerdeki
insanlardan
bile övgüler
aldim.
Kendileri de
böyle bir
calisma
yapmak
istediklerini,
fakat bunu
yapacak
kisiler
olmadigini
söylüyorlardi.
Kendilerine
yardimci
olmami
istediler.
Baskalari bu
calismalara
deger
verirken,
bizimkilerin
bu
calismalari
karalamasina
bir anlam
veremiyorum..
Yasadigimiz
dünyayi iyi
taniyalim.
Kapitalist
ekonomi,
kirsal
ekonomiyi
dagitiyor.
Artik dünya
tek bir
ekonomik
zincirin
halkasina
dönüstü.
Kimsor
köyüde artik
eski
yapisini
koruyamadi.
dagilmayla
karsi
karsiya
kaldi.
Kimsor esas
olarak bu
ekonomik
yapidan
dolayi
bosalmistir.
Simdi orda
cok az insan
vardir.
Gelecekte
belki de hic
bir Kimsorlu
orda
olmayacaktir.
Tüm eski
degerlerimiz
yok olup
unutulacaktir.
Metropolde
yasayan
gençlerimizin
düsüncelerini
okursaniz
bunu daha
iyi
anlarsiniz.
Bunları köze
bağlıyan bir
neden
olmayacaktır.
Yaptigim
calisma ile
bir nebzede
olsa bu
gecmis
yasantimizdan
bir kesinti
olarak
hafizalarimızda
kalacaktir.
Kültürsüz ve
belleksiz
bir toplum
olarak
yasamaktansa,
gecmisizi
bilen
insanlar
olarak
yasamanın
bilincinde
olmak
gerekiyor.
Bu
calismalarla
Kimsoru
gelecege
tasimaktir.
Asimile olup
tarihten
köksüz
olmadigimizı
anlatmaya
calistim.
Kendi
gecmisini
bilmiyenlerin
gelecegi
olur mu?
Her canli
ve cansizin
bir hayat
hikayesi
vardir.
Kimsorun
da bir tarihi
vardir.
Kimsorla
ilgili
calisma,
halkimizin
mücadelesinden
ayri
düsünemeyiz.
Kürdistan
özgürlesmedigi
sürece,
Kimsor
bir daha bir
olmayacaktir.
Kimsor
anilarda
kalacaktir.
Buna dur
demenin yolu
kendi özüne
dönmekle
olur.
Bugün
metropolde
yasayanlarin
Kimsorlularin
yüzde % 50
asimile
olmustur.
Kendilerini
Kimsorlu
olarak
görmemektedir.
Benim
calismalarimda
rahatsiz
olan, Türk
devletidir.
Onun resmi
resmi
gücleridir.
Türk devleti
Kürdü inkar
temelinde
kurulmustur.
Halklarla
ilgili bir
calismanin
yapilmasi
onlari
rahatsiz
etmektedir.
Onlarin
amaci
herkesi
türklestirmek
ve asimile
etmektir.
Kimsor adını
bile duymak
istemezler.
Benim
calismalarim,
devletin
asimile
politikalarini
teshir eden
calismalardir.
Bu
calismalarin
amaci,
kimligimizi,
kültürümüzü,
tarihimizi
ögrenmek ve
bunlari
gelecek
nesillerimize
aktarmaktir.
Halkimiza
hizmet
budur.
Avrupa'da böyle
bir
calismalar
ödülendirilirken,
Türkiye
ise bu işi yapanları
susturuyor.
Demokrasi ve
dikatörlük
farki budur.
Devlet bu
gibi
calismalari
engelemek
için elinden
geleni
yapiyor.
Insanlarin
bilgiye
ulasmasini
engelliyor.
Türk
kültürünü
empoze
etmege
calisiyor.
Devletin bu
konularda
basarili
oldugunu
görüyoruz.
Bugün
aramizda
asimile
olmus ve
kendini Türk
gören bir
nesil
vardir. Bu
insanlar
artik
gecmisine
ve toplumuna
lanet
okumaktadirlar.
Devletin
resmi
tezlerini
savunmaktadirlar.
Bunlar artik
Kimsorlu
degildirler,
metropol
devsirmeleridir.
Kimsor
sitesi ilk
acildigi
dönemde, en
cok da ben
sevinmistim.
Kimsor
sitesi
halkimizin
degerlerini
gelecege
tasir diye
düsünmüstüm.
Ne yazik ki
bu konuda
yanilmisim.
Siteyi kuran
kisinin
sosyal
durumuna
baktigimizda
bunu yapacak
bir durumu
yoktur. O
kendi
kisisel
cikarlari
dogrultusunda, Kimsor
adini
istismar
ederek
egemen
düsüncelere
hizmet
etmeyi
amaçlıyor. Düzenle
herhangi bir
celiskisi
yoktur.
Kimsor
sitesinin
logosuna
bakarsaniz,
kimlere
hizmet
edecegini de
rahatlikla görebilirsiniz.
Sitenin
bugüne kadar
ki pratigi
ortadir.
Defalarca
sitenin
sorumlularini
dostca
uyardik.
Buna ragmen
onlar,
hatalarini
düzeltme
yerine,
yurtseverlere
sansür
uyguladilar
ve onlara
saldirdilar.
Siteyi
kontraci
kisilerin
hizmetine
sundular.
Kontracilar
kimsor
sitesinden
yararlanarak,
degerlerimize
ve bize saldirdilar.
Aciktan
aciga irkci
propaganda
yaptilar.
Bu durumun
tek
sorumlusu,
site
yöneticileridir.
Site
yöneticisi,
kendi
cikarlari
acisindan
soruna
bakiyor.
Onun
cikarlariyla,
rantci
düzenin
cikarlari
icicedir.
Rantci
düzenden
nemalaniyor. Aralarinda
kader
birligi
vardir.
Kimsor
sitesi bu
nedenle
sürekli
devletin resmi
tezleri
savunmaktadir.
Bu nedenle
bize karsi
durmaktadir. Bu
anlayistir
ki,
Kimsorlulari
birlestirmek
yerine,
ayristirmaktadir.
Kisacasi
farkli
alanlarda
duruyoruz.
Kimsor
sitesinin bu
tutumundan
dolayi, aramizda
dostluk
köprüsü
kurulamiyor.
Onlar
kendilerini
Türkcü
görüyorlar.
Sürekli Kürt
düsmanligini
tesvik
ediyorlar.
Devrimcileri
ve
yurtseverleri
engel olarak
görüyorlar.
Isin ilginci
de solcu
gecinen
Kimsorlu"lular
bu sitedeki
fasistlere
karsi tek
bir yazi
yazamiyorlar.
Tüm
calismalar
göstermektedir
ki, onlar
devletin
resmi
düsüncelerine
uygun bir
calisma
yürütmektedirler.
Devlete
hizmet
etmede kusur
etmemektedirler.
Biz
insanlarimiza
bunu
anlatmaya
calisiyoruz.
Devletin
tezlerini
savunmak,
yurtsevrelere
karsi
durmanin adi
nedir. Bunun
adi
kontradir.
Bundan daha
iyi belge
olur mu?
Eger bu
insanlar
halka karsi
sorumluluk
tasisalardi,
kendilerini
coktan
düzeltmislerdi.
O zaman
aramizda hic
bir sorun
kalmiyacakti.
Bizde bosuna
bu yazilari
yazmazdik.
Kimsor
sitesinin
tek önemli
faaliyeti
ziyaretci
defteridir.
Ziyaretci
defterinde,
küfür,
entrika,
hile,
fesatcilik
yazilariyla
insanlar
birbirlerini
karaladilar.
Özellikle
yurtseverler
devamli hedef
alandi.
Sitede
bunun sunun
adina
yazilar
yazilmaktadir.
Insanlar
ortaya
cikip, bu
yazilari
yazmadiklarini
söylediler.
Her oyun
mübah bunlar
icin.
Aslinda
e-posta
adresleri
ve adi
bilinmiyenlerin
yazilari
yayinlanmasi
gerekir.
Eger
yazilan yazilar
kisilere
zarar
veriyorsa,
bunlarin
sansürlenmesi
gerekir.
Kimsor
sitesi
aksine bu
yazilari
adeta tesvik
ediyor. Adi
sani
bilinmiyen
yüzlerce
mesaj
yayinlaniyor.
Herkes
birbirine
atip
tutuyor.
Böyle bir
calisma olur
mu?
Amacimiz
Kimsor
sitesini
suclamak
degildir.
Sitenin bu
faaliyetlerine
bakarak,
kontra bir
calisma
oldugunu
söylüyoruz.
Amacsiz ve
ilkesiz bir
calisma
halka zarar
vermekten
öteye
gitmez.
Sitenin
cizgisine
bakarak
kimlere
hizmet
ettigini
söyliyebiliriz.
Kimsor
sitesi
yöneticileri,
Kürt
halkinin
cikarlari
dogrultusunda
düsünce
belirtmemizi
irkcilik
olarak
belirtiyorlar.
Bu zavalilar
acaba
irkciligin
ne oldugunu
biliyorlar
mi?
Sitenizde
Kürt halkina
düsmanlik
yapan
sizlersiniz.
Yurtsevrlere
saldiran
sizlersiniz. Bizim
sitemizde
Türk halkina
karsi bir
tek kelime
irkci bir
düsünce
gösterebilirmisiniz?
Sitemizde
yazan
devrimciler
bunu en
bariz
örnegidir.
Sizin fasist
düsüncelerinizi
elestirdigimiz
icin irkci
olduk?
Bizi fasist
irkci mhp
ile ayni
kefeye
koyuyorsunuz?
Sizin
sitenizde
acik acik
Türk
irkciligi
yapanlar
var, onlara
kucak acan
sizsiniz.
Kendi
irkciliginizi
kapatmak
icin
baskalarina
camur
atiyorsunuz.
Benim
pratigimi
herkes
bilmektedir. Kimin
irkci
oldugunu
herkes
biliyor.
Bunu
anlatmamiza
gerek yok.
Sizde bir
parca ar
damari olsa,
bize
saldiracaginiza,
devletin
Kürt halkina
karsi
yaptigi
saldirilari
sitenizde
teshir
ederdiniz.
Kürtlerle
dayanismaya
girerdiniz.
Siz ise
devleti
savunuyorsunuz.
Hemde cete
devletini
savunuyorsunuz.
Birde
utanmadan,
kendinizi
"hümanist, 72
millete ayni
gören ve
enternasyonalist
solcu" olarak
görüruyorsunuz.
Sizin
solculugunuz
chpnin
irkciligidir.
Siz önce 72
milleti
birakin,
kendinizi
hangi
millete ait
oldugunuzu
ispatlayin.
Devsirme
yasam
benimseyenler,
ancak baska
halklara
düsmanlik
yaparlar.
Kürt
halkinin
mücadelesi
sapina kadar
devrimcidir.
Bugün tüm
dünya
kürtlerin
hakli
mücadelesini
görürken,
sizin
gözünüzde
irkci perde var,
bunu
göremiyorsunuz.
Kürt
mücadelesi,
mazlum bir
ulusun
özgürlük
mücadelesidir.
Bunu
kafaniza
dank edin..
Aramizdaki
düsünce
farki da
budur. Gecmis
yazilarimizda
size bunlari
anlatmaya
calistik. Sizden
bunlari
anlamanizi
zaten beklemiyoruz.
Sitenizde
sürekli yurseverlerin
isimlerini
ögrenmek
isteyen siz
degilmisiniz?
Irkci
devletin
arkasina
saklanarak
insanlari
tehdit eden
siz
degilmisiniz?
Güya ben
Kimsor
sitesini
cekemiyormusum,
meshur
olmakmis
amacim? Be
bre
zavallilar,
ben sizin
neyinizi
kiskanacagim.
Sizin
yaptiginiz
calismalar
ortada.
Kimsor halki
arasinda
fesatcilik
yapmaktan,
düsmanligi
körüklemekten
baska hangi
isleri
basardiniz.
Köydeki
dedikodularinizi
siteye
tasidiniz.
Baska hangi
calismalariniz
vardir.
Aslinda siz
kendinize
layik olani
yapmaktasiniz.
Kimsor
sitesi
olarak beni
elestireceginize,
önce sitede
bana karsi
yazi yazan
provokatörlere
karsi bir
yazi yazin.
Onlari
susturun. Hem
sitenizde
onlara kucak
acarsiniz,
hemde bizi
baskalarini
suclarsiniz.
Ben elbette
ki bu
provokatörlerin
suclamalarina
cevap
verecegim.
Bu ortami
yaratan
sizinsiniz.
Benim
calismalarima
gelince,
halkimin
tarihini,
kimligini,
kültürünü
anlatmaya
calisiyorum.
Halkimizin
gerceklerini
anlatmaya
calisiyorum.
Amacimiz
ülkemizdeki
demokrasi
mücadelesine
katki
sunmaktir.
Eger
bazilari bu
calismalardan
rahatsiz
oluyorsa,
buda onlarin
bilecegi
istir..
Kime hizmet
ediyorum
cevabini
bekleyen
ödleklere
gelince,
dost da,
düsman da
benim kime
hizmet
ettigimi
anliyorlar.
Siz ise
anlamak
istemiyorsunuz.
Eger
halkimizin
cikarlari
dogrultusunda
düsüncelerinizi
beyan
ediyorsaniz,
buna
saygimiz
vardir.
Sizinle her
konuda
dostca
tartismaya
variz.
Fakat
halkimiza
karsi
düsmanlik ve
sahsima
yönelik
karalamalari
sürdürseniz,
size gerekli
zamanda, hak
ettiginiz
cevabi
vermekten de
geri
durmayacagim.
Sizin
tutumunuza
göre tutum
takinacagim..
Bende ayni
soruyu
sizlere
soruyorum.
SIZIN
AMACINIZ
NEDIR VE
KIME HIZMET
EDIYORSUNUZ.????
28.12.2007
D.TaSh |
|
|
|
 |
 |
|
|
|
ECZACI
ARKADAŞLARIMA... |
D.TaSh |
|
Wien,
06.06.2009
SEVGİLİ
ARKADAŞIM
LÜTFİYE,
Eğer
mezuniyet
davetimizde
bulunamasam,
arkadaşlarımıza
aşağıdaki
yazımı
okumanı
istiyorum..
Mezuniyetimizin
otuzuncu
yılı
vesilesiyle,
bana ulaşmak
için
gösterdiğin
çabadan
dolayı sana
ve Leyla
arkadaşımıza
özellikle teşekkür
etmek
istiyorum.
Sizlerin
aracılığıyla
otuzuncu yıl
mezuniyet
davetimize
katılan
arkadaşlarımızı,
ayrı ayrı en
içten
duygularımla
selamlıyorum.
DEĞERLİ
ECZACI
ARKADAŞLARIM..
Uzun
yılların
özlemi ve
hasretiyle
yanıp
tutuşan biri
olarak
aranızda
olmadığım
için çok
üzgünüm. Ne
yazik ki
davete
katılmamı
engeleyen
nedenlerim
vardı.
Çalıştığım
iş yerinde,
haziran
ayında izin
alma imkanım
yoktu. Ben
iznimi
önceden
ayarlamıştım.
Temmuzun
dördünde
izine
çıkıyorum
ve üç
haftalığına
Amerikanin
Newyork
kentine
gidiyorum.
Biletleri
önceden
almıştım ve
bunu
değiştirme
durumum yok.
Diğer bir
sorun da şu
anda
oturduğum
evin
tamiratı
var.
Eğer bir kaç
günlüğüne
izin
alabilseydim,
mutlaka
gelip
sizleri
görecektim.
Gelemediğim
için beni
mahzur
görün
Halbuki ben
yıllarca hep
bu günü
bekliyordum.
Hepinizi bir
arada
görmeyi,
birlikte
hasret
gidermeyi ne
kadar da
çok isterdim
.
Ben gurbette
yıllarca
sizlerle
yaşadığım
anılarımı,
dokuyarak
yaşadım.
öğlesine
hasretlik
duygularıyla
yüklüyüm ki,
bunu sizlere
anlatamam.
Sizler
ülkedesiniz
ve
birbirlerinizi
görme
imkanınız
her zaman
vardır. Ya
ben ?
Aranızda
Eczacı olup
da bu
mesleği
sürdürmeyen
belki bir
kaç kişiden
biriyim.. Bu
meslekte
çalışmasam
da, bu
mesleğe emek
harcamıştım.
Kimileri bu
meslekte
çalışmak
için
can
atarken,
ben ise bu
mesleğin
hayalini
bile
yaşayamadım.
Halbuki
Eczacilik
Fakültesini
isteyerek
seçmiştim.
Üniversite
yıllarında
siyasi
düşüncelerimle
öne çıksam
da,
derslerimi
asla
savsaklamadım.
Fakat arkadaşlarım
beni dersle
ilgisi
olmayan biri
gibi
görürlerdi.
Size
Üniversite
yıllarımla
ilgili bir
anımı
anlatmak
istiyorum.
Farmasotik
Kimya
imtihanımız
vardı.
İmtihana
girmeden iki
ay önce
evde oturup
sıkı sıkıya
ders
çalışmıştım.
Arkadaşlarım
bunu
bilmiyorlardı.
İmtihanda
400-500 kişi
vardi.
İmtihandaki
tüm soruları
cevaplamıştım.
Çalışmamın
bedelini
pekiyi
olarak
almıştım. O
imtihanda
yalnızca
iki kişi
pekiyi
almıştık.
Arkadaşlarım
aldığım bu
nottan
dolayı
şaşırmışlardı
ve en başta
da hocamız
Prof. Nedime
Ergenç
şaşırmıştı.
.
Sonuçlardan
sonra birgün
beni odasına
çağırdı.
Bana Benim
dersimde iki
kişi pekiyi
almış. Biri
sensin,
diğeri de
bir bayan.
Bayan
arkadaşınızın
aldığı
nottan
eminim.
Çünkü o
bayan
dersime
devamlı
gelirdi.
Fakat senin
aldığın
pekiyi
notundan
şüphem var.
Yoksa derste
kopya mı
çektin? Ben
kendimden
emin hocama
gülümseyerek
Hocam
şüpheniz
varsa,
kitabınızdan
istediğiniz
soruyu
sorabilirsiniz.
dedim.
Nedime
hocamız bunu
fırsat
bilerek,
bana bir
kaç soru
yönelti.
Hocamızın
sorularını
anında cevap
verdim.
Nedime hocam
yanıldığını
anladı ve
sonra bana
Seni
dersimde
doğru dürüst
görmedim.
Derse her
geldiğinde
talebeleri
boykota
sokuyordun.
Doğrusu beni
çok
şaşırtın.
Sana ne
söyliyeceğimi
bilemiyorum.
Nedime Hoca
sonra
Eğer
okulunu
bitirirsen,
seni yanıma
asistan
olarak
alacağıma
söz
veriyorum..
dedi.
Hocamın bu
güzel
teklifine
düşünmeden
hayır
demiştim. .
Kendisine
Hocam
ülkemiz
yanıyor.
Halkımız
ayakta.
Birşeyler
yapmamız
gerekirken,
siz benim
asistan
olmamı
istiyorsunuz.
dedim
Nedime hocam
beni ikna
etmeğe
çalışsada,
ben
bildiklerimi
okumuştum.
Aslında
hocamız
haklıydı.
Biz gençler
heyacanlı ve
tecrübesizdik.
Eğer Nedime
hocamız orda
ise
bu
yazdıklarımı
teyit
edecektir.
Bu davet
vesilesi ile
tüm
hocalarımıza
en derin
saygılarımla
selamlarımı
iletir ve
onların ellerinden
öperim.
12 eylül
cuntasına
karşı
hazırlıksız
yakalandık.
Cuntacılar
halkımızın
tüm
değerlerine
saldırdılar.
Daha önceden
aramıza
ektikleri
nifak
tohumlarıyla
bizleri
birbirimize
vurdurtular.
Egemenler
saltanatlığını
sürdürürken,
bizler
birbirimizle
uğraştık.
Düşüncelerimden
dolayı,
ülkemden
ayrılmak
zorunda
kaldım.
Meslek
yaşantım da
bitti.
Türkiyeden
ayrıldıktan
sonra
Viyanayi
kendime
mekan olarak
seçtim. İlk
dönemde
burda kalmak
bana acı
veriyordu.
Sonradan
burdaki
yaşama
alıştım..
Şimdi eski
günler benim
için birer
anı olarak
kaldı.
Her şeye
rağmen
geçmiste
yaptıklarımdan
pişman
değilim.
Bugünde
aynı
şartlarda
yaşasam, aynı
şeyleri
tekrar
yapardım.
Ülkemizde
iyi gitmeyen
çok şey
vardı,
Bunların
düzelmesi
için insan
olarak bize
düşen
sorumluluklarımız
vardı.
Düşüncede
asla şiddeti
tasvip
etmedim.
Şiddeti
uygulayanlar
düşüncelerinden
korkanlardır.
Önemli olan
düşüncelerimizle
insanları
aydınlatmaktır.
Bugün de
Türkiyedeki
politik
sorunlar
aynen devam
etmektedir.
Kendi
insanlarına
değer
vermeyen bir
ülke
demokratik
bir ülke
olur mu?
Adaletin
olmadığı
yerde
eşitlik ve
mutluluk
olur mu?.
Militarizmin
baş olduğu,
düşüncelerin
yasak olduğu
ülkeler geri
kalmış
ülkelerdir.
Böyle
ülkelerde ne
insan ve ne
de bilim
gelişir.
Türkiyedeki
sistem
şiddetle
ayakta
duruyor.
Eğer
silahlar
susarsa,
düzen
kendiliğinden
çözülür.
Halklar
arasında
kavgalar
biter ve barış
hemen
gerçekleşir.
Gök kubenin
altında
yaşayan tüm
varlıkları
olduğu kabul
ederek
yaşamak
varken, niçin bunca
şiddet ve kan?
Halbuki
öğlesine
özlemişiz
ki, kavgasiz
ve şiddetsiz
bir gün
yaşamak.
Ömrümüz
tükeniyor,
biz hala
Türkiyedeki
sorunları
konuşmak
zorunda
kalıyoruz.
Eğer her
insan aile
ve toplum
içindeki
şiddete
karşı
durursa,
zorbalar bu
kadar uzun hüküm
sürmezlerdi.
İnşallah bir
gün
şiddetten
arınmış bir
ülke
olacağız ve arzuladığımız
barışçıl
günleri
göreceğiz
Değerli
arkadaşlarım,
Kusuruma
bakmayın
zamanınızı
aldım. Ben
aslında
hepinizi
öğlesine
özlemişim
ki, sizlerle
Süleymaniyedeki
çay
bahçelerinde
oturmayı,
dertleşmeyi
politikaya
tercih
ederdim.
Hele şu anda
sizlerle
otuzuncu
mezuniyetimizin
heyacanını
yaşamayı
candan
isterdim.
Benim için
en büyük
mutluluk bu
olacaktı. Ne
yazık ki
aranızda
değilim..
Aranızda
olmasamda
sizler için
yazdığım bir
şiirle
sizlerle
olacağım.
> On iki
Eylül
karanlığı
> Bir
karasaban
gibi çöktü
üzerimize
> Savrulduk
her birimiz
bir yerlere
>
Sevdiklerimizi
geride
birakırken
>
Düşlerimizle
yaşamaya
devam ettik.
>
> Bu ömrüm
yaban
ellerde
> Su gibi
akıp
giderken
> Her yaşlı
bulutun
gözyaşlarını
> Her yürek
dağlayan
ananın
çığlıklarını
> Beynime
kazarak
isyan ettim.
>
> Ey şirin
ve
> Güneş
gülüşlü
arkadaşlarım
> Her aşk
sevdasında
> Her isyan
kavgasında
>
Şiirlerimin
her
mısrasında
> Düşlerimde
hep siz
vardınız.
>
>
Karşılaşırsak
birgün eğer
>
Ellerimizde
asalarımız
>
Gözlerimizde
kalın gözlüklerimiz
> Kırlaşan
saçlarımızla
> Yaşlı
miskinler
misali
>
Birbirimize
sarılıp
hasret
gidereceğiz
...
>
>
Hepinizi
seviyorum.
Hepinizi en
samimi
düygularımla
selamlıyorum.
Yaşamınızda
ve
uğraşlarınızda
başarılar
diliyorum
.
HOŞCA KALIN
VE SEVGİYLE
KALIN.
D.TaSh |
|
|
|
 |
 |
|
16 MART
KATLİAMI
|
D.TaSh |
|
 |
16
mart
1978
Mart
katliamının
otuzuncu
yıldönümünde,
katliamın
bir
tanığı
olarak,
o
dönemdeki
gelişmeleri
kısaca
yazmak
istedim.
1975
1980
yılları
arasında
İstanbul
Üniversitesi
Eczacılık
Fakültesinde
öğrenciydim.
O
dönemde
üniversitemizdeki
gelişmeleri
yakından
biliyorum.
O yıllarda
halk
muhalefetinin
yükseldiği
ve öğrenci
gençliğn
arasında devrimci
düşüncelerin
güçlendiği
yıllardı.
Halkın
gelişen
mücadelesi,
egemen
güçleri
rahatsız
ediyordu.
Devlet bu
gelişmeleri
kontrolden
çıkmadan,
bitirmeye
çalışıyordu.
Önce üniversitelere
polis ve
Jandarmayı
yerleştirdi.
Sonra sivil
faşistleri
(ülkücüleri)
devreye
soktu.
|
Tüm üniversitelerde
devrimci
düşünceler hakimdi.
Güvenlik
güçlerinin
üniversiteye
girmesiyle
birlikte,
ülkücüler
türemeye
başladı.
Ülkücüler
ancak
güvenlik
güçlerinin
gölgesinde
üniversitelerde
güçlenmeye
başladılar.
Onların
egemen
oldukları
fakültelerde
eğitim
yapılmıyordu,can
güvenliği
olmuyordu.
Devletin
istediğide
buydu.
İstanbul
Üniversitesinin
en şanslı
okulu bizim Eczacılıktı.
Fakültemizde devrimci
ve demokratlar
yoğunluktaydı.
Fakültemiz
bayan
ağırlıklı ve
hali vakti
yerinde
öğrenciler
hakimdi. Eczacılıktaki
devrimci
arkadaşlarımızın
olumlu
tutumları,
öğrencilere
güven
veriyordu.
Devrimcilerin
bu tutum
okulumuzun
saldırgan
kesimlerin
çalışmalarını
da
engeliyordu.
Diğer
okullarda
hergün kavga
döğüş ortamı
varken,
biz her
devrimci
faaliteyeti
rahatlıkla
yürütüyorduk.
Okula ilk
başladığım
günlerde,
benimle aynı
sınıfta
okuyan,
İzmir
Bornovalı,
Mustafa
adında
biriyle
tanişmıştım.
Mustafa
yoksul bir
ailenin
çocuğuydu.
Sakin ve
sessiz biriydi.
Politika ile
ilgisi
yoktu.
Ülkücüler
onun bu
yoksul
durumundan
yararlanarak,
onu bir öğrenci
yurduna
yerleştirdiler.
Mustafa da
vefa borcunu
vermek için
onlardan
olmak
zorunda
kaldı. Sonradan eczacılığın en
militan
ülkücüsü
oldu.
Dışardaki
ülkücülerle
arkadaşlarımızı
rahatsız
etmeye
başladı.
Okulda
kendini
kabul
etirmek
istesede,
beceremedi.
Mustafa bir
kaç kere,
dışardan
aldığı
ülkücü
desteği ile
fakültemizi
işgal etmeye
yeltensede,
bunu
başaramadı.
1976
yıllında bir
gün sabah
bizler okulda
iken, Ülkücü
Mustafa ve
arkadaşları
fakültemizi
işgal etmeğe
geldiler.
Okuldaki
arkadaşlarla,
onlara karşı
koyunca
kaçıp
gittiler.
Kısa bir
aradan sonra,
yanlarında
polislerle
tekrar
geldiler.
Polislerden
cesaret alan
bu kişiler,
devrimcileri
polislere
gösterdiler.
Polis orda
bizleri
(ben, Osman,
Hasan,
Ercan)
gözaltına
aldı.
Polis bizi
önce
Beyazittaki
karakola
götürdü.
Orda
ifadelerimizi
aldılar. Karakoldaki
amir (Reşat
Altay
da olabilir)
bize birde
nutuk çekti.
Hatırladığım
kadarıyla
bana şunları
söylemişti.
"insan 30
yaşına kadar
devrimci, 50
yaşına kadar
demokrat,
50"sinden
sonra
milliyetçi
olur ve
70"sinden
faşist olur"
demişti.
Biz karakolda
iken, uzun
boylu, iri
cüseli biri,
Ercan
arkadaşımızı
yukarı kata
çıkardı.
Orda
arkadaşımızı
dövdü. Ercan
arkadaşımız
ona karşı
kendini
korumaya
çalışıyordu.
Daha
sonradan
öğrendik ki
arkadaşımızı
döven kişi,
istanbul ülkü
Ocakları
başkanı
Mustafa
Verkaya
imiş.
Bu şahsın
karakol gibi
bir yerde,
arkadaşımızı
dövmesinin
anlamı
şuydu.
"Ülkücüler bu
devletın
sivil
güçleridir."
ülkücüler
eşittir
devlet.
Ülkü
ocaklarının
önderleri
istibaratçıydı.
Polisler hep
onları
korurlardı.
Polis
sonra
bizleri
cezaevine
bıraktı.
Faşistlerin
provokasyonuyla,
hiç bir
suçumuz
olmadığı
halde,
boş yere
üç ay cezaevinde
kaldık. Bir
dönem eğitimden
geri kaldık.
Üniversitelere
polis ve
jandarmanın
girmesiyle,
üniversitelerin
düzeni
bozuldu.
Okullar
artık birer
kışlaya
dönmüştü.
Polisler
arasında
pol-der'liler
vardı.
Onlar iyi
polis
rollerini
oynuyorlardı. Üniversitelerde
Polisin
girmesiyle can
güvenliğimiz
de kalmadı.
Ülkücü
faşistler
daha rahatça
üniversitelere
giriyorlardı.
Onlar ortamı
provoke
ederlerdi.
devletin
resmi
güçleri de
toplardı.
Gün geçtikçe
faşist
saldırılarındozu
artıyordu.
Eğer polis ve
asker
okullarda
olmasa,
üniversitelerde
tek bir
faşist
belki de
olmayacaktı.
Eylemsiz gün
yoktu.
Ülkücü
elebaşıları
( o yıllarda
ülkü
ocaklarının
başkanları
ve
militanları
Türkiye
çapında
tanınmaktadır)
üniversitelerin
içinde,
polislerin
gözleri
önünde
arkadaşlarımızı
döverlerdi.
Bizler de
onlara karşı
koyardık.
Polislerle
faşistler
elele
devrimcilere
saldırıyorlardı.
Her olayda
ülkücüler
tutuklanmazken,
tutuklanan
hep biz olurduk.
Üniversite
yıllarında
defalarca
polislerin
ve
ülkücülerin
ortak
saldırılarına
maruz
kaldık.
Üniversite
rektörlerine
gelince,
onlar zaten
resmi
düşüncelerin
yılmaz
bekçileriydiler.
Çoğunluğu
kemalistçiydi.
Devrimcilere
asla
tahammül
etmezlerdi.
En basit
olayda polis
çağırırlardı.
Fakültemizde
onlarla
çok kovalamaca
oynadık.
16 Mart
katliamı
böyle bir
ortamda
gerçekleşti.
Halkın
devrimci
muhalefeti
geliştikçe,
Devletin
saldırıları
da
artıyordu.
Devlet
halka
karşı
kendi
konseptini
geliştirdi.
Mit, özel
harp
dairesi,
Genelkurmay
ve
Nato
karargahlarında
yeni
konseptler
hazırlandı.
Bunlar
devreye
sokuldu.
Türk
devletini
kuran,
Teşkilat-ı
Mahsusa
örgütüdür.
Bu teşkilat
entrikacı
bir
örgüttür..
Muhalifleri yoketmek
için,
pravan
örgütler
kurar,
örgütlerin
içine
istihbaratçılarını
yerleştirir.
Paravan
örgütlerle
veya
istihbaratçılarıyla,
provokasyon
ortamını
hazırlarlar.
Bunların
yaptıkları
provokasyonları
bahane
ederek,
muhaliflerini
yokederler.
Türk
devleti, yüz
yıldır bu
şekilde
ayakta
duruyor.
Devlet
düşmansız
yapamaz.
Devletin bu
işlevini
anlarsak,
gelişen
olayların
münferit
olaylar
olmadığını
anlarız. Bu
eylemler
hep planlı ve
programlıdır.
Her döneme
uygun yeni
taktikler
uygularlar. Eylemlerde
deşifre
olanlar
varsa, onlar elimine
edilir. Bu
şekilde devlet
de aklanmış
olur. Bu
oyun
hep
oynanır.
Devlet,
12 Eylülden
önce ülkücü
faşistleri
devreye
soktu. 12
eylül gecesi
dinlenmeye
aldı.
PKK "ye karşı
da
Hizbullah'ı
örgütünü
kurdu.
İşi
bittikten
sonra, bir
günde
defterlerini
dürdü.
Devlet
hedeflere
uygun yeni
örgütler
kurar.
Atatürkçü
dernekleri,
Ergenekon
yapılanmaları
v.s. gibi.
Bu örgütlere
sus
dediklerine de
susarlar,
eylem geç
dediklerinde
eyleme
geçerler. Bu
örgütler
sağcı
veya
solcu da
olabilir.
Saldırıların
yoğunlaşmasıyla
birlikte,
biz
devrimciler,
1 mart 1978
den itibaren,
sabahları
Fakültelerimize
giderken,
belirli
yerlerde
toplanarak
giderdik.
Faşistlerin
saldırılarından
ancak bu
şekilde
korunabilirdik.
Aksi durumda
kurulan
pusularla
arkadaşlarımızı
kaybediyorduk.
Merkez
binasına
giden
öğrenciler,
Süleymaniye
çıkışlı,
üniversitenin
arka
kapısından
girerler ve
çıkarlardı.
Biz ise
hastane
sokağından
Eczacılığa
giderdik.
Her sabah
olduğu gibi,
16 mart
perşembe günü, sabah
erkenden
evden
ayrıldım.
Nişantaşlar
mahallesinden,
Alibeyköye
indim. Halk
otobusuyla
unkapana,
ordanda yaya
Süleymaniyeye
çıktım.
Arkadaşlarla
bulustum.
Sonra
topluca
fakültelerimize
gittik. İstanbul
Merkez
binasındaki
arkadaşlar
normalde hep
üniversitenin
arka
kapısından
(Süleymaniye
tarafindan)
girip
çikarlardı.
Fakat o gün
polis
arkapıdan
giriş ve
çıkışları yasaklamıştı.
Bu nedenle
arkadaşlar
Merkez
binasına
önden girmek
zorunda
kaldılar.
O gün
sanki olağan
bir durum
vardı.
Normal
zamanlardan
daha fazla
polis
vardı.
Beyazit
meydanında
çok polis
minubusları
toplanmıştı.
Birşeyler
olacak gibi
bir hava
vardı.
Üniversiteye
başladığım
dönem okul
ortamı
rahattı.
Merkez
binadaki
yemekhanede
her zaman
sıcak yemek
yerdik.
Fakat bu yıl
yemekhane
kapatmışlardı.
Soğuk,
paketlenmiş
kumanyalarla
kendimizi
doyurmaya
çalışıyorduk.
Zengin
çocuğu
olmadığımız
içinde,
dışardan
yemek yeme
lüksüne
sahip
değildik.
Artık
üniversiteler cezaevine
dönüştürülmüştü.
Öğleden
sonra 13.30
sularında
İstanbul
Üniversitesi
merkez
binasından
sloganlar
sesleri
duyuluyordu.
Bu sesleri
duyunca
arkadaşlarla,
Eczacilik
fakültesinin
dışına
çıktık.
Etrafı
kontrol
ettik.
Merkez
binasındaki
polis,
ordaki
devrimci
öğrencileri
zorla ön
kapıdan
çıkarmaya
çalışıyordu.
100 kişilik
devrimci
grup zorunlu
olarak
topluca
merkez
binasından
çıktı.
Arkadaşlar
kolkola
girmişlerdi.
Faşistlerin
sloganlarına
karşı, kendi
sloganlarını haykırıyorlardı.
Ben arkadaşlarımla
okulumuzun
dış
kapısında
bekliyordum.
Bizede onlara
katılacaktık. Yürüyüş
korteji,
Eczacılığın
köşesine
ulaştığında girerken,
kulaklarımızı
sağır eden,
o lanetli
bomba
yanıbaşımızda,
yürüyüşçülerin
ortasında
patladı.
Ne olduğunu
anlamamıştım.
Önüme baktım ki,
yerde
onlarca kişi
hareketsiz
duruyor. O an sanki
yer
yarılmış,
herkes
içinde
düşmüş. Ayakta kimseler
yoktu.
O an hiç
düşünmeden,
yerde
uzananlara
koştum. Ben
bunu yapmaya
çalışırken
bize doğru
ateş
ettiklerini
farkettim.
Hemen
kendimi yere
attım. Ateş
edilen yeri
tespit
etmeye
çalışıyordum.
Bır kaç
dakika sonra
silah sesleri
kesildi. Ayağa
kalktım.
Beyazit
meydanında
koşusmalar
gördüm. Ben,
tekrar
yerdeki
arkadaşların
yardımına
koştum.
Arkadaşlarla
yerdeki yaralıları
kaldırmaya,
onları
arbalara
taşıdık.
Bizler,
yaralı arkadaşlarımızı
kurtarmaya
çalışırken,
polislerin
coplu
saldırısına
maruz
kaldık.
Polisin bu
tavrı bizi
çileden
çıkardı.
Öfkemizle
polisin
üstüne
gittik.
Polis
bizleri
yaralılarımızla
başbaşa
bırakıp
kaçtı.
O an sanki
bir ruh
gibiydim.
Hiç birşey
hisedemiyordum.
Yaşayıp
yaşamadığı
dahi
bilmiyordum.
Bir cansız
bir
bedendim. İlk defa
bir katliama
tanık
olmuştum.
Şokta olmama
rağmen,
arkadaşlara
yardım etmeğe
çalışıyordum. Bazı
arkadaşlarımız
bu manzara
karşısında
şoke
oldular,
kustular,
bayıldılar.
Günlerce
yemek
yemiyenler
oldu.
Katiamdan
sonra
işletme
fakültesinin
önünde
toplandık.
2000 kişilik
bir grupla
merkez
binasına
doğru yürüdük.
Merkez
binasındaki
polisleri
dışarı
attık.
Binayı
işgal
ettik.
İstanbulun
her yerinden
akın akın
insanlar
geldiler.
Karşı
devrimin
kalelerini
zaptetmiş
gibi
onurluyduk.
Tüm devrımci gençlik
örgütleri
yekvucüt
olmuşlardı.
Faşizme
karşı ortak
bir cephe
oluşmuştu.
Gece boyunca
yapılan
forumlarla
katliamlar
kınandı.
Ölen
ölen arkadaşların
resimleri
çizildi. pankartlar
hazırlandı.
Geceleyin dışarda
ateşler
yakıldı,
marşlar
söylendi.
Ertesi gün
devrimci
örgütler,
sendikalar,
barolar ve
meslek
odalarının
katıldığı
büyük bir
cenaze
töreni
düzenlendi.
Cenaze
töreninin
ardından
kitle,
Sirkeciye
doğru
yürüdü.
Burada
yapılan
konuşmalardan
sonra
dağılındı ve
Merkez
Binadaki
işgal de
bitirildi.
Fasist
saldırıda
Hukuk ve
iktisat
Fakültesinde
okuyan
öğrencilerden
Cemil
Sönmez, Baki
Ekiz, Hatice
Özen,
Abdullah
Şimşek,
Murat Kurt,
Hamdi Akıl
ve Turan Ören
hayatını
kaybetmişti.
50den fazla
öğrenci de
yaralanmıştı.
16 mart
katliamı
planlı bir
katliamdı.
12 Eylül
faşist
darbesine
giden
sürecin
planlanmasiydi.
Bu katliam
öğrenci
gençliğin
devrimci
kesimine
yapıldı. Bu
katliami
devletin
resmi ve
sivil
faşistleri
ortaklaşa
yaptı.
16 mart katliamında
parmaği olan
kişiler,
Polis
sefleri
Sükrü Balci,
Süreyya San
, Resat
Altay Ülkü
Ocakları
Derneği
(ÜOD)
Istanbul
şube Başkanı
Orhan
Çakıroğlu,
ÜOD
yöneticilerinden
Mehmet Gül,
dönemin MHP
Gençlik
Kolları
Kazım
Ayaydın,
ÜODli
Sıddık Polat
ve Ahmet
Hamdi
Paksoy,
Apdullah
Çatlı, ,
Latif Aktı
ve Zülküf.
Isot tur
Devlet,
katliamdan
sonra,
katliam
delillerini
yoketti.
Katilleri
gizledi.
Onları en
yüksek
mevkilerine kadar
getirerek
ödülendirdi.
Bugüne kadar
bu katiller
yargılanmadılar.
Onlar bulundukları
mevkilerde
hala
görevlerini
sürdürmektedirler.
30 yıl sonra
16 Mart
katliamının
bir tanığı
olarak, o
dönemde
yaşadıklarımı
sizlerle
paylaşırken,
ruhumda hala
bu katliam
izleri
durmaktadır.
Ölenleri
yüreklerimize
gömdük. Onların
ideallerini
asla
unutmadık.
25.02.2007
D.TASKIRAN
|
YEDİ
TABUT |
|
|
|
|
|
Hava
puslu,
|
|
|
hava
kurt
kokardı. |
|
|
Onaltı
mart
ta
toplandık,
|
|
|
Fakültenin
avlusunda. |
|
|
Yürüdük
kolkola |
|
|
Tek
bir
ses,
tek
bir
yürektik. |
|
|
|
|
|
Bir
çığlık
koptu |
|
|
Beyazit
meydanında |
|
|
Yedi
sevda
düştü
aramızda, |
|
|
Gülüşleri
asılıydı
suratlarında. |
|
|
Yerde
uzanırken
biz,
|
|
|
Joplarla
saldırdı
polis |
|
|
Kaçıp
kayboldu
kancıklar.. |
|
|
|
|
|
Yüzbinler
toplandı
o
gün |
|
|
haykırdılar
sokaklarda.
|
|
|
Yedi
tabut
taşıdık
omuzlarda
|
|
|
Gömdük
onları
hafızalarımıza.. |
|
|
|
|
|
D.TaSh |
|
|
|
|
|
 |
 |
|
KIMSOR
SITESI NEDEN
PROVOKATÖRLERE
KUCAK
ACIYOR?
|
D.TaSh |
|
Kimsor
sitesinde
her
defasinda,
birileri
cikip
ortaligi
geriyor ve
beni hedef
gösteriyor.
Son olarak
adini
yazmayan
biri, benden
aptalca bir
cevap
bekliyor..
Kimsor
sitesi
acildigindan
beri tek
faaliyeti,
kontracilara
kucak acmak
oldu.
Kimsor
sitesini
defalarca
uyarmamiza
ragmen bir
ders
cikarmadilar.
Onlara kendi
yöntemlerimle
cevap
vermege
calisacagim....
"cevap
istiyoruz
Peki Sayin,
D.TASKIRAN
siz
degilmiydiniz,
yillar önce
bir kitap
yazarken tüm
Kimsor
halkinin,
soy agacini
konu olarak,
ele alip
isleyen siz,
bunlari
yazarken tüm
Kimsorlularin
kimliklerini
kitabinizda
belirtirken,
hangi
Kimsorludan
izin
aldiniz. Siz
o zaman
hangi amaca
hizmet
ettiniz.
Süphe ile
düsünülmeli.!
"
Nurettin
Demiralin
Kimsor
sitesinde,
yukardaki
yazisindan
dolayi
kendisinden
bir aciklama
bekledigimi
yazmistim.
Fakat su ana
kadar ondan
bir cevap
alamadim.
Cevap
alamadigim
icinde , ona
ve onun bu
yazisini
istismar
eden
karanlik
kisilere (bu
kisiler
adlarini
aciklamaktan
korkan
ödleklerdir.)
karsi cevap
hakkimi
kullaniyorum.
Bu kisiler
bana
soruyorlar.
Ben
soyagaci
calismasiyla
kime hizmet
etmisim?
Bu konuda
süpheleri
varmis!!!
Bu soysuzlar
aslinda
yaptigim
calismalarin
kime hizmet
ettigini bal
gibi
biliyorlar.
Genede böyle
bir soru
sormaktalar..
Kimsorlularin
soy agacini
cikarmakla,
Kimsor
tarihinini
yazmakla
elbette birilerine
hizmet
vermekteyim.
Yaptigim
calismalar
hangi
kesimin
isine
geliyorsa,
onlara
hizmet
etmisim
demektir.
Bunu
anlamamak
icin aptal
olmak
gerekiyor..
Soyagaci
calismasi,
Kimsorda
yasamis
ailelerin
Kürtce
lakaplariyla
tanitmayi
amacliyordu..
Bu calismayi
Avupadaki
kisitli
imkanlarima
ragmen
yapmaya
calistim. Bu
calismayi
yaparkende
Türkiyede
bazi
hemserilerimizin
katkilari
da oldu.
Avrupada bu
isi yapmaya
calistigim
icinde, cok
zorlandim.
Bundan
dolayi her
aile ile tek
tek görüsme
imkani
bulamadim.
Bundan
dolayi da
eksikliklerim
oldu. Eger
bu konuda
bir elestiri
gelseydi,
saygiyla
karsilardim.
Ama ne yazik
ki is
yapmayanlar,
is yapani
elestiriyorlar.
Daha iyisini
yapmaya
calisan
varsa da
saygi
duyarim..
Yogun bir
caba ve
inancla bu
kitabini
yazdim. Bu
isi para
icin degil,
halkima
hizmet
amaciyla
yaptim.
Kitabin masraflarini cepten ödedim. Eger bu iste
para kazanan
birileri
varsa da,
Türkiyede
kitabin
dagitimini
yapan
kitapevidir.
Zülfü top
arkadasa bu
konuda
sorabilirsiniz...
Kimsor
kitabiyla,
Kimsoru bir
parca da
olsa
tanitmaya
calistim.
Atalarimizi,
bir nebzede
olsa
hatirlamaya
calistim.
Maalesef
kitap yazma
da
cok gec
kalmistik.
Köyümüzün
degerli
büyükleri
hayatta
degillerdi.
Kalanlardan cok
az bilgi
toplayabildik.
Gönül
isterdi ki
köydeki her
insandan bir
aniyla bu
kitabi daha
genis
yazabilseydik.
Benim
cabalarim
ancak buna
yetti..
Yillar önce
Kimsoru
terkeden
Kimsorlu
aileler
vardir. Bu
ailelerin
cocuklari
Kimsor
hakkinda
kücük bir
bilgi sahibi
degillerdir,
Bu el
kitabiyla,
en azindan
yeni
nesiller kim
olduklarini
ögrenme
imkanini
bulabilirler..
.
Cevap
bekleyen bu
art
niyetlilere
soruyorum?
Benim
yaptigim bu
calismalar
Kimsorlulardan
baska
kimlere
hizmet
etmistir? Bu
konuda
bildikleri
birsey varsa
aciklasinlar
bizde
bilelim.
Bu kitap
yazildiktan
sonra, cevre
köylerdeki
insanlardan
bile övgüler
aldim.
Kendileri de
böyle bir
calisma
yapmak
istediklerini,
fakat bunu
yapacak
kisiler
olmadigini
söylüyorlardi.
Kendilerine
yardimci
olmami
istediler.
Baskalari bu
calismalara
deger
verirken,
bizimkilerin
bu
calismalari
karalamasina
bir anlam
veremiyorum..
Yasadigimiz
dünyayi iyi
taniyalim.
Kapitalist
ekonomi,
kirsal
ekonomiyi
dagitiyor.
Artik dünya
tek bir
ekonomik
zincirin
halkasina
dönüstü.
Kimsor
köyüde artik
eski
yapisini
koruyamadi.
dagilmayla
karsi
karsiya
kaldi.
Kimsor esas
olarak bu
ekonomik
yapidan
dolayi
bosalmistir.
Simdi orda
cok az insan
vardir.
Gelecekte
belki de hic
bir Kimsorlu
orda
olmayacaktir.
Tüm eski
degerlerimiz
yok olup
unutulacaktir.
Metropolde
yasayan
gençlerimizin
düsüncelerini
okursaniz
bunu daha
iyi
anlarsiniz.
Bunları köze
bağlıyan bir
neden
olmayacaktır.
Yaptigim
calisma ile
bir nebzede
olsa bu
gecmis
yasantimizdan
bir kesinti
olarak
hafizalarimızda
kalacaktir.
Kültürsüz ve
belleksiz
bir toplum
olarak
yasamaktansa,
gecmisizi
bilen
insanlar
olarak
yasamanın
bilincinde
olmak
gerekiyor.
Bu
calismalarla
Kimsoru
gelecege
tasimaktir.
Asimile olup
tarihten
köksüz
olmadigimizı
anlatmaya
calistim.
Kendi
gecmisini
bilmiyenlerin
gelecegi
olur mu?
Her canli
ve cansizin
bir hayat
hikayesi
vardir.
Kimsorun
da bir tarihi
vardir.
Kimsorla
ilgili
calisma,
halkimizin
mücadelesinden
ayri
düsünemeyiz.
Kürdistan
özgürlesmedigi
sürece,
Kimsor
bir daha bir
olmayacaktir.
Kimsor
anilarda
kalacaktir.
Buna dur
demenin yolu
kendi özüne
dönmekle
olur.
Bugün
metropolde
yasayanlarin
Kimsorlularin
yüzde % 50
asimile
olmustur.
Kendilerini
Kimsorlu
olarak
görmemektedir.
Benim
calismalarimda
rahatsiz
olan, Türk
devletidir.
Onun resmi
resmi
gücleridir.
Türk devleti
Kürdü inkar
temelinde
kurulmustur.
Halklarla
ilgili bir
calismanin
yapilmasi
onlari
rahatsiz
etmektedir.
Onlarin
amaci
herkesi
türklestirmek
ve asimile
etmektir.
Kimsor adını
bile duymak
istemezler.
Benim
calismalarim,
devletin
asimile
politikalarini
teshir eden
calismalardir.
Bu
calismalarin
amaci,
kimligimizi,
kültürümüzü,
tarihimizi
ögrenmek ve
bunlari
gelecek
nesillerimize
aktarmaktir.
Halkimiza
hizmet
budur.
Avrupa'da böyle
bir
calismalar
ödülendirilirken,
Türkiye
ise bu işi yapanları
susturuyor.
Demokrasi ve
dikatörlük
farki budur.
Devlet bu
gibi
calismalari
engelemek
için elinden
geleni
yapiyor.
Insanlarin
bilgiye
ulasmasini
engelliyor.
Türk
kültürünü
empoze
etmege
calisiyor.
Devletin bu
konularda
basarili
oldugunu
görüyoruz.
Bugün
aramizda
asimile
olmus ve
kendini Türk
gören bir
nesil
vardir. Bu
insanlar
artik
gecmisine
ve toplumuna
lanet
okumaktadirlar.
Devletin
resmi
tezlerini
savunmaktadirlar.
Bunlar artik
Kimsorlu
degildirler,
metropol
devsirmeleridir.
Kimsor
sitesi ilk
acildigi
dönemde, en
cok da ben
sevinmistim.
Kimsor
sitesi
halkimizin
degerlerini
gelecege
tasir diye
düsünmüstüm.
Ne yazik ki
bu konuda
yanilmisim.
Siteyi kuran
kisinin
sosyal
durumuna
baktigimizda
bunu yapacak
bir durumu
yoktur. O
kendi
kisisel
cikarlari
dogrultusunda, Kimsor
adini
istismar
ederek
egemen
düsüncelere
hizmet
etmeyi
amaçlıyor. Düzenle
herhangi bir
celiskisi
yoktur.
Kimsor
sitesinin
logosuna
bakarsaniz,
kimlere
hizmet
edecegini de
rahatlikla görebilirsiniz.
Sitenin
bugüne kadar
ki pratigi
ortadir.
Defalarca
sitenin
sorumlularini
dostca
uyardik.
Buna ragmen
onlar,
hatalarini
düzeltme
yerine,
yurtseverlere
sansür
uyguladilar
ve onlara
saldirdilar.
Siteyi
kontraci
kisilerin
hizmetine
sundular.
Kontracilar
kimsor
sitesinden
yararlanarak,
degerlerimize
ve bize saldirdilar.
Aciktan
aciga irkci
propaganda
yaptilar.
Bu durumun
tek
sorumlusu,
site
yöneticileridir.
Site
yöneticisi,
kendi
cikarlari
acisindan
soruna
bakiyor.
Onun
cikarlariyla,
rantci
düzenin
cikarlari
icicedir.
Rantci
düzenden
nemalaniyor. Aralarinda
kader
birligi
vardir.
Kimsor
sitesi bu
nedenle
sürekli
devletin resmi
tezleri
savunmaktadir.
Bu nedenle
bize karsi
durmaktadir. Bu
anlayistir
ki,
Kimsorlulari
birlestirmek
yerine,
ayristirmaktadir.
Kisacasi
farkli
alanlarda
duruyoruz.
Kimsor
sitesinin bu
tutumundan
dolayi, aramizda
dostluk
köprüsü
kurulamiyor.
Onlar
kendilerini
Türkcü
görüyorlar.
Sürekli Kürt
düsmanligini
tesvik
ediyorlar.
Devrimcileri
ve
yurtseverleri
engel olarak
görüyorlar.
Isin ilginci
de solcu
gecinen
Kimsorlu"lular
bu sitedeki
fasistlere
karsi tek
bir yazi
yazamiyorlar.
Tüm
calismalar
göstermektedir
ki, onlar
devletin
resmi
düsüncelerine
uygun bir
calisma
yürütmektedirler.
Devlete
hizmet
etmede kusur
etmemektedirler.
Biz
insanlarimiza
bunu
anlatmaya
calisiyoruz.
Devletin
tezlerini
savunmak,
yurtsevrelere
karsi
durmanin adi
nedir. Bunun
adi
kontradir.
Bundan daha
iyi belge
olur mu?
Eger bu
insanlar
halka karsi
sorumluluk
tasisalardi,
kendilerini
coktan
düzeltmislerdi.
O zaman
aramizda hic
bir sorun
kalmiyacakti.
Bizde bosuna
bu yazilari
yazmazdik.
Kimsor
sitesinin
tek önemli
faaliyeti
ziyaretci
defteridir.
Ziyaretci
defterinde,
küfür,
entrika,
hile,
fesatcilik
yazilariyla
insanlar
birbirlerini
karaladilar.
Özellikle
yurtseverler
devamli hedef
alandi.
Sitede
bunun sunun
adina
yazilar
yazilmaktadir.
Insanlar
ortaya
cikip, bu
yazilari
yazmadiklarini
söylediler.
Her oyun
mübah bunlar
icin.
Aslinda
e-posta
adresleri
ve adi
bilinmiyenlerin
yazilari
yayinlanmasi
gerekir.
Eger
yazilan yazilar
kisilere
zarar
veriyorsa,
bunlarin
sansürlenmesi
gerekir.
Kimsor
sitesi
aksine bu
yazilari
adeta tesvik
ediyor. Adi
sani
bilinmiyen
yüzlerce
mesaj
yayinlaniyor.
Herkes
birbirine
atip
tutuyor.
Böyle bir
calisma olur
mu?
Amacimiz
Kimsor
sitesini
suclamak
degildir.
Sitenin bu
faaliyetlerine
bakarak,
kontra bir
calisma
oldugunu
söylüyoruz.
Amacsiz ve
ilkesiz bir
calisma
halka zarar
vermekten
öteye
gitmez.
Sitenin
cizgisine
bakarak
kimlere
hizmet
ettigini
söyliyebiliriz.
Kimsor
sitesi
yöneticileri,
Kürt
halkinin
cikarlari
dogrultusunda
düsünce
belirtmemizi
irkcilik
olarak
belirtiyorlar.
Bu zavalilar
acaba
irkciligin
ne oldugunu
biliyorlar
mi?
Sitenizde
Kürt halkina
düsmanlik
yapan
sizlersiniz.
Yurtsevrlere
saldiran
sizlersiniz. Bizim
sitemizde
Türk halkina
karsi bir
tek kelime
irkci bir
düsünce
gösterebilirmisiniz?
Sitemizde
yazan
devrimciler
bunu en
bariz
örnegidir.
Sizin fasist
düsüncelerinizi
elestirdigimiz
icin irkci
olduk?
Bizi fasist
irkci mhp
ile ayni
kefeye
koyuyorsunuz?
Sizin
sitenizde
acik acik
Türk
irkciligi
yapanlar
var, onlara
kucak acan
sizsiniz.
Kendi
irkciliginizi
kapatmak
icin
baskalarina
camur
atiyorsunuz.
Benim
pratigimi
herkes
bilmektedir. Kimin
irkci
oldugunu
herkes
biliyor.
Bunu
anlatmamiza
gerek yok.
Sizde bir
parca ar
damari olsa,
bize
saldiracaginiza,
devletin
Kürt halkina
karsi
yaptigi
saldirilari
sitenizde
teshir
ederdiniz.
Kürtlerle
dayanismaya
girerdiniz.
Siz ise
devleti
savunuyorsunuz.
Hemde cete
devletini
savunuyorsunuz.
Birde
utanmadan,
kendinizi
"hümanist, 72
millete ayni
gören ve
enternasyonalist
solcu" olarak
görüruyorsunuz.
Sizin
solculugunuz
chpnin
irkciligidir.
Siz önce 72
milleti
birakin,
kendinizi
hangi
millete ait
oldugunuzu
ispatlayin.
Devsirme
yasam
benimseyenler,
ancak baska
halklara
düsmanlik
yaparlar.
Kürt
halkinin
mücadelesi
sapina kadar
devrimcidir.
Bugün tüm
dünya
kürtlerin
hakli
mücadelesini
görürken,
sizin
gözünüzde
irkci perde var,
bunu
göremiyorsunuz.
Kürt
mücadelesi,
mazlum bir
ulusun
özgürlük
mücadelesidir.
Bunu
kafaniza
dank edin..
Aramizdaki
düsünce
farki da
budur. Gecmis
yazilarimizda
size bunlari
anlatmaya
calistik. Sizden
bunlari
anlamanizi
zaten beklemiyoruz.
Sitenizde
sürekli yurseverlerin
isimlerini
ögrenmek
isteyen siz
degilmisiniz?
Irkci
devletin
arkasina
saklanarak
insanlari
tehdit eden
siz
degilmisiniz?
Güya ben
Kimsor
sitesini
cekemiyormusum,
meshur
olmakmis
amacim? Be
bre
zavallilar,
ben sizin
neyinizi
kiskanacagim.
Sizin
yaptiginiz
calismalar
ortada.
Kimsor halki
arasinda
fesatcilik
yapmaktan,
düsmanligi
körüklemekten
baska hangi
isleri
basardiniz.
Köydeki
dedikodularinizi
siteye
tasidiniz.
Baska hangi
calismalariniz
vardir.
Aslinda siz
kendinize
layik olani
yapmaktasiniz.
Kimsor
sitesi
olarak beni
elestireceginize,
önce sitede
bana karsi
yazi yazan
provokatörlere
karsi bir
yazi yazin.
Onlari
susturun. Hem
sitenizde
onlara kucak
acarsiniz,
hemde bizi
baskalarini
suclarsiniz.
Ben elbette
ki bu
provokatörlerin
suclamalarina
cevap
verecegim.
Bu ortami
yaratan
sizinsiniz.
Benim
calismalarima
gelince,
halkimin
tarihini,
kimligini,
kültürünü
anlatmaya
calisiyorum.
Halkimizin
gerceklerini
anlatmaya
calisiyorum.
Amacimiz
ülkemizdeki
demokrasi
mücadelesine
katki
sunmaktir.
Eger
bazilari bu
calismalardan
rahatsiz
oluyorsa,
buda onlarin
bilecegi
istir..
Kime hizmet
ediyorum
cevabini
bekleyen
ödleklere
gelince,
dost da,
düsman da
benim kime
hizmet
ettigimi
anliyorlar.
Siz ise
anlamak
istemiyorsunuz.
Eger
halkimizin
cikarlari
dogrultusunda
düsüncelerinizi
beyan
ediyorsaniz,
buna
saygimiz
vardir.
Sizinle her
konuda
dostca
tartismaya
variz.
Fakat
halkimiza
karsi
düsmanlik ve
sahsima
yönelik
karalamalari
sürdürseniz,
size gerekli
zamanda, hak
ettiginiz
cevabi
vermekten de
geri
durmayacagim.
Sizin
tutumunuza
göre tutum
takinacagim..
Bende ayni
soruyu
sizlere
soruyorum.
SIZIN
AMACINIZ
NEDIR VE
KIME HIZMET
EDIYORSUNUZ.????
28.12.2007
D.TaSh |
|
|
|
 |
 |
|
|
DÖNÜŞÜ
OLMAYAN YOL |
|
Bra
Hasan
BİLDİRİCİ,
"Dönüşü
olmayan yol"
romanınız
elime
ulaştıktan
sonra, bir
solukta
okumaya
çalıştım.
Uzun
zamandır
roman
okumamıştım,
bununla bu
tadı
çıkardım.
Romanı
okurken,
farkında
bile
olmadım.
Kitabın
bitiminde
ise neden
kısa olmuş
diye birazda
yakındım.
Roman
diliniz
oldukca
herkesin
rahatlıkla
anlıyabileceği
sadeliktedir.
Gerçi
siyasal
yazılarını
da aynı
zevkle
okuduğumu
belirtiyim.
Halkını çok
iyi tanıyan,
birinin
kaleminden
böyle bir
romanın
yazılmasını
değerli
buluyorum.
Yaşam
hikayende
okuduğum
kadarıyla,
yıllarını
cezaevlerinde
geçirmişsin.
Bugünde
fedakar ve
aydın
duruşunla,
bu
mücadeleyi
sürdürmektesin.
Yaşadığımız
dönemde
özellikle,
Kürt
halkının
daha çok
Hasanlara
ihtiyacı
vardır.
Hasanlar
çoğaldıkça
Kürt
halkının
direnç
damarlarıda
güçlenecektir.
"Dönüşü
olmayan yol"romanınla,
okuyucularını
sürüklüyorsun.Gerilla
konularındaki
gizli
tabuları
yıkıyorsun.
Onların
duygularını
ve
düşüncelerini
anlatan, iyi
bir
gözlemcisin.
Halkla olan
güçlü
bağların, bu
romandaki
karekterleri
iyi
belirlemişsin.
"Dönüşü
olmayan yol"da bir
çok
karakteri,
bir arada
bulabiliyoruz.
Kürt
toplumun iç
çelişkilerini
çok güzel
yansıtmışsın.
Rojdalar,
Saryalar,
Haydarlar,
Rozerinler,
Cemiller,
Şevketler,
mele
Saitler,
Nudemler,
İsmetler
vardır. Her
kişi içinde
bulunduğu
ortamın
penceresinden
başkasını
değerlendiriyor.
Sarya
içindeki
ortamda,
aşkını feda
ediyor.
Durumlar
değişince
yeniden
duygularına
teslim
oluyor.
Rojdayı
anlamaya ve
diğerlerini
anlamaya
başlıyor.
Yeni ortama
sürüklenirken,
eski
arkadaşlarının
hışmına
uğruyacağını
göze alıyor.
Biz kürtler
acı ve
sevinci
hergün
yaşayan bir
toplumuz. En
büyük
şavaşın
içinde olsak
da, yinede
insanlığımızı
kaybetmeyiz.
Yaşadığımız
coğrafyada,
en yoksul ve
en çok acı
çeken bir
halk
olmamıza
rağmen, hala
gülüp
oynayabiliyoruz.
Başkalarına
kucak
açabiliyoruz.
Düşmanlarımıza
karşı kinsiz
yaşıyabiliyoruz.
Bu bir
zayıflık mı,
yoksa güçlü
bir insanlık
mı?
Şu barış
analarımızın
yüceliğine
bakın;
"savaşta
başka
evlatlar
ölmesin"
diye, her
türlü
baskıyı
göze alıp
haykırıyorlar.
Türkiyede
"şehit"
anaları ise,
evlatlarını,
genelkurmayın
savaş
naralarına
kurbanlık
koyun gibi
uzatıyorlar.
Kürt
halkının
ulusal
mücadelesi,
çok yönlü
olarak
kavranılmadıkça,
savaşta
uzuyor.
Yıllarca
tek
pencereden
baktık
soruna.
Farklı
pencerelerden
bakanlarla
yanyana
gelmemeye
çalıştık.
Her örgüt
"en doğrusu
benim"
demektedir.
Küçük bir
anımı
anlatmak
istiyorum.
1980 öncesi
İstanbul da
öğrenciydim.
Bir yaz
tatilinde
Dersim"deki
köyüme
gitmiştim. O
yaz dağdan
bir kaç
gerilla
arkadaş köye
inmişti.
Bende merak
edip
yanlarına
gittim. Bir
hemşerimde
çay
içiyorlardı.
Selamlaştıktan
sonra bana
ne iş
yaptığımı
sordular.
Bende
"Üniversite
de öğrenci
olduğumu".
söyledim.
Onlarla
biraz
siyaset
üzerine
konuşunca,
bana :
"hangi
siyasetten
olduğumu"
sordular.
Bende
onlara:"
Halkın
Kurtuluşu
taraftarı
"olduğumu
söyledim.
Bunu
dememle,
ordaki
arkadaşlar
çaylarını
yarıda
bırakıp kalktılar.
Dönüp bana
"Türk
solunun çayı
içilmez. Bu
nedenle
kalkıyoruz."
dediler.
Bende;
"içtiğiniz
çayın Türk
soluyla bir
ilgisi yok,
çay
herkesindir."demiştim.
Halbuki ben
onları daha
yakında
tanımak
istemiştim. Arkadaşların
tavırları
beni
üzmüştü.
Kendi
kendime; "Bu
hareketi
oluşturan
kişiler
böyle ise,
bu örgüt
nasıl
devrimci
olur" diye
düşünmüştüm.
Benim gibi
Türk solunda
olanlar,
kendi
ulusumuzun
tarihinden
habersizdik.
Ulusalcı
arkadaşların
tavırları,
bizleri
dıştalıyıcıydı. Biz
devrimciler
birbirimizi
anlamadıysak,
halkımız
bizleri
nasıl
anlayacaktı?
Devrimci
kişi, halkın
değerlerini
saygı duymak
ve onları
bilmek
zorundadır.
Biz
devrimciliği
misaki
milliin
sınırları
içerisinde,
resmi
düşünce
tezlerinin
ısığında
kavrıyorduk.
Sömürge bir
ulus
olduğumuzu
kavrayamıyorduk.
Dünyaya
meydan
okuyan
solculardk,
fakat kendi
halkımızı
tanımıyan
yoksullardık.
Dünyanın
neresinde
halksız
devrim
olmuştur?
Devrimci
olmak bir
yaşam
felsefesidir.
Ölmek ve
öldürmek
üstüne yaşam
kurmaya
çalışanlar,
yalnızca
kendilerini
değil, aynı
zamanda
kendi
toplumlarını
da
öldürmüşlerdir.
Haklı ve
sabırlı
olanlar
mutlaka
kazanacak,
haksız ve
zalimler
mutlaka
yenilecektir.
Bra Hasan,
sen mazlumun
ve haklının
yazarısın.
Seni güçlü
kılanda
budur.
"Dönüşü
olmıyan yol"
romanını
bize armağan
etiğin için,
yüreğine,
emeğine
sağlık.
Gelecekte de
senden yeni
romanlarını
bekliyoruz.
En içten
sevgilerimle
sana
başarılar
diliyorum..
07. 01.2008
D.TaSh |
|
|
|
 |
 |
|
ŞU
BİLGİÇLİK
TASLIYAN
SOLCULARA |
|
Şu bilgiçlik
taslıyan
solcular
hep atıp
atıp
tutarlar.
Emperyalizme,
özellikle de
ABDye
karşı
devrimci
mücadele
verdiklerini
söylerler.
Fakat
mücadelerinde
burunları
dibindeki
kemalist
rejime asla
dokunmazlar.
Ordu millet
elele
kardeşçe
yaşarlar..
Küçük bir
fıkra
vardır;
Karslı bir
köylü,
ordunun
hergün köy
baskınlarından
bunalır.
Artık
dayanamaz,
orduya basar
küfürü..
Bundan
dolayı da
köylüyü
tutuklarlar..Sonra
da mahkemeye
çıkarılır.
Hakim
köylüye
sorar:
Neden
ordumuza
küfür
ettin?
Köylü :
Estarfullah,
ben kim
orduya küfür
etmek kim.
Bizim
ordumuza
küfür
etmedim.
Hakim:
Fakat senin
orduya küfür
ettiğini
duymuşlar.
Köylü:
Hakim bey
küfür
ettiğim
doğrudur.
Fakat bizim
orduya küfür
etmedim. Rus
ordusuna
küfür
ettim.
Hakim:
Peki,
Rus ordusuna
ne diye
küfür
ettin? Rus
ordusu sana
ne yaptı?
Köylü:
Hakim bey,
Rus ordusu,
birinci
dünya
savaşında
bizim
buralara
geldiler.
O zaman
bizim
yollarımızı
yaptılar.
Sonra da bir
daha gelipte
bu yolları
tamir
etmediler.
Hakim bu
duruma güler
ve köylüyü
serbest
bırakır.
Bugün
Türkiyede
bazı
solcu
geçinenlerin
tavırları bu
köylüden
farklı
degildir.
Hergün
emperyalistlere
atar
tutarlar.
Emperyalistlerle
kafayı
bozarlar.
Fakat
Türkiyedeki
egemen
güçlere
karşı onurlu
bir duruş
sergilemezler.
Onlara göre
tüm
kötülüklerin
kaynağı bu
dış
emperyalistlerdir.
Bu solcu
kardeşlerime
çok basit
bir soru
sormak
istiyorum.
Eğer Türkiye
bugün
doğrudan bir
emperyalist
gücün işgali
altında
olsaydı,
sizin ilk
hedefiniz ne
olacaktı?
Bu
arkadaşlar
mutlaka,
ülkede
emperyalizme
karşı savaş
vermek esas
görevimizdir
"
diyeceklerdir.
Türkiye
işgal
altında
olmadığına
göre, işgale
karşı
mücadele
vermeleri de
sözkonusu
olmaz. İşte
tam da bu
noktada,
Türkiye ve
Kürdistan
farkı ortaya
çıkyor.
Türk
devleti, bir
milyonluk
saldırgan
ordusuyla
başka
halkların
ülkesini
işgal
altında
(Kürdistan,
Kıbrıs)
tutmaktadır.
Oralarda
insan
hakları
ihlalleri
yapmaktadır.
Halkların
dilini
kültürünü
yasaklamaktadır.
İşgal
altındakiler
onlara
yetmiyor.
Güney
Kürdistana
girme ve
oraları
işgal etme
niyetleri
var. Güneyin
bombalamasının
altında bu
sömürgeci
emelleri
var. Kendi
ülkesini
işgalden
kurtarmaya
çalışanlarla,
bir
başkasının
ülkesini
işgal edenler
aynı olur
mu? Biri
ezilen,
diğer
ezendir.
Ezen ve
ezilen ulus
farkı da
budur.
Türk devleti
kendisi Nato
ülkesidir ve
ABD nin en
yakın
müttefiğidir.
Sömürgeci
bir
devlettir. Türkiye
ezilen bir
ülke değil,
başkalarını
ezen faişst
bir
devlettir.
Bu gerçekler
ortada iken,
solculuk
adına,
Türkiyeyi
ezilen bir
ülke gibi
göstermek,
Türkiyenin
bağımsızlık
mücadelesini
veriyoruz
diye
kimseleri
kandıramazsınız.
Kendi
devletini
akla, dış
güçleri baş
düşman
görme, bir
anlamda esas
mücadeleden
kaçmaktır. Bu yanlış
düşüncelerden
kurtulmadıkça,
devrimci bir
çizginiz de
olmaz.
Şu Cem gibi
solcular
Türkiyenin
bu durumunu
görmemezlikten
gelirler.
Türkiyeyi
zavalı,
emperyalizmin
işgali
altında
görürler.
Bu sahte
solcu
düşüncelerle, Türk
devletinin
sömürgeci
karekteri
aklanmaktadır.
Emperyalizme
karşı
mücadele
safsatasıyla,
Türk
egemenlerine
karşı
mücadele
verilmemektedir.
Bu sahte
solcular,
Kürtlerin
sömürgeci
devlete
karşı
verdiği
mücadeleyi
küçümsemektedirler.
Bir anlamda
onlar, Türk
devletinin,
Kürtlere
karşı
yürütüğü
savaşı
alkışlamaktadırlar.
Bu yanlış
düşüncelerden
dolayı
onlar sosyal
şovendirler.
Birinci
dünya
savaşındaki,
II
enternasyonal
döneklerinden
farkları
yoktur.
Onlarda
kendi
emperyalist
sömürgecilerinin
savaşını
yurt
savunması
diye
yuturuyorlardı.
Kürtlerin
ülkesi Türk,
Arap ve Pers
işgali
altındadır.
Kürtler, 100
yıldan beri
bu işgalden
kurtulma,
yani ulusal
mücadele
vermektedirler.
Barzani,
Talabani ve
diğer
önderler,
Kürt
halkının
içinden
çıkan
kişilerdir.
Bir halka
saygı duymak
demek ,
onların
önderlerine
saygı
duymaktan
geçer. Bu
önderliklerin
amacı,
Kürtleri
esaretten
kurtarma
mücadelesidir.
Onların
bugün
yaptığı
budur.
Kürt
önderlerini küçük
düşürmeye
çalışanlar,
Türk
sömürgecileridir.
Bugün
Kürtler yok
olmama
mücadelesini
veriyorlar.
Kendini
bilmezlerin,
Türk
propandasının
etkisiyle,
kürt
önderlerini
karalamasını
kimse
ciddiye
almaz..
Bugün
Ortadoğuda
emperyalizme
uşaklık
yapan en
büyük devlet
Türk
devletidir.
Onlar bu
uşaklığı
kimseye
kolay kolay kaptırmazlar.
Yeter ki ABD
bunları
okşasın.
Ne Barzanı
ve nede
Talabani
başka
halklara
düşmanlık
yapmıştır.
Bugün Irakta
en
demokratik
bölge
Kürdistandır.
Kürdistan
bölgesinde,
Kürtler,
Türkmenler,
Asuriler ve
diğer
azınlıklar
kardeşçe
yaşamaktalar.
Tüm hakları
vardır. Ordaki
yapıyı
yıkmaya
çalışan ise
Türk
devletidir..
Solculuk
ayaklarıyla,
bu
gerçekleri
görmemezlikten
gelmek,
egemen
güçlere
destek
vermek
anlamına
gelir.
Bu da sosyal
sovenliktir.
Kendi
ulusunun
gerçeğini
inkar etmek
ise
ihanettir.
Devşirme
yaşamı
benimsiyenler
bu yolu
seçmiştir.
01.01.2008
D.TaSh |
|
|
|
 |
 |
|
|
|
KIMSORLU
HEMŞERİLERİME.. |
|
Kimsor
sitesini,
Kimsor
derneğine
bırakın
demem, bazı
çocukları
rahatsız
etmiştir.. Kimsor
sitesine her
yazı
gönderdiğimde,
birileri iş
olsun diye
yazdıklarıma
itiraz
ediyorlar.
Amaçları
üzüm yemek
değil,
bağcıyı
dövmektir.
Kimsor
bir
topluluktur.
Bu
topluluğun
bir tarihi
geçmişi, dili ve
kültürü
vardır.
Atalarımız
yıllarca
Kimsor da
yaşadılar.
Onlar bir
bir etnik
grubun
üyesidirler.
Bu
gerçekleri
bilmek ve
bunları dile
getirmek her
Kimsorlunun
görevidir.
Tariihsel
süreçle
Kimsorlular,
kendi
topraklarını
terketmişler
ve dünyanın
her tarafına
savrulmuşlar.
Bu
savrulmadan
sonra ,
Kimsorlular
arasındaki
etnik,
kültürel
bağlar da
zayıflamıştır.
Fakat
zamanla
kimileri
kendilerin
bu
topluluktan
farkli
değerlendirmiş
ve başka
kimlikler
bulmuşlardır.
Bunların
kendilerini
farklı
görmelerine
de
itirazımız
yok. Bu
onların ruh
sorunudur.
Bu kişiler
yalnızca
kendilerini
farklı
görmüyorlar,
ayrıca biz
Kimsoranları
da böyle
görmeye
başladılar.
Biz
Kimsorlulara
yeni bir
deli gömleği
giydirmeye
çalışıyorlar.
Tam da bu
noktada bir
Kimsorlu
olarak, bu
deli saçması
düşüncelere
eleştiriyorum
ve
yanlışlıklarını
göstermeye
çalışıyorum.
Bu kişilerin
yanlış
düşünüyorlar
çünkü;
1-)
Kimsorluların
etnik
kimliği Türk
değil
Kürttür.
Bazıları
zorla
bizleri Türk
yapmak ve
türkleştirmek
istiyor.
2-)
Kimsorluların
anadili
Türkçe
değil,
Kürtçedir.
Türkçe
zorunlu
olarak bize
dayatılan
bir dildir.
3-)
Kimsorluların
dini inancı
aleviliktir.
Bugün
alevilik
diye
yuturmaya
çalışılan
ise bir nevi
sunni
hanefiliktir.
4-) Kimsor,
Dersim
eyaletine
bağlıdır.
Bu bölge
dünya
tarihinde
Kürdistan
diye
geçmektedir.
5-)
Kimsorluların
kendilerine
özgü
kültürel
inançları
vardır.
Bunları
araştırmak,
bu değerleri
geleceğe
aktarmak
bizlerin
görevleridir.
6-)
Kimsorluların
kökenlerini
ve tarihsel
geçmişini
araştırmak
bizlerin
görevleri
olmalıdır.
Bizler bu
konuda
yeterli
bilgiye
sahip
olmadığımz
içindir ki,
aramızda
farklı
sesler
çıkıyor.
Kimsorluların
kimliğini
sorgulanıyor.
Bunların
amaçları
toplumuzu
bir yerlere
yamalamak ve
tarihi
gerçekleri
unuturmaktır.
Bunlar
yazdığımız
için, resmi
düşüncelerin
uzantıları,
bizleri
hedefiyorlar.
Bu çocuklar
güya beni
eleştirıyorlar.
Beni
kürtçülükle
suçluyorlar.
Bir Kimsorlu
olarak
olarak kürt
ve
Kürdistanlı
olmayı onur
sayıyorum.
Beni
eleştirenler
önce
kendilerini
tanımlasınlar.
Devşirme
kimlikla
karşımıza
çıkmasınlar.
Kimden yana
olduklarını
ortaya
koysunlar.
Hem kimsorlu
geçineceksiniz
ve hemde
kendi
toplumun
temel
taşlarına
itiraz
edeceksiniz.
Ben bunları
aslını inkar
eden
haramzedeler
olarak
görüyorum.
Kendi
gerçeğini
bilmeyen bir
topluluk
hafıza
kaybını
yaşıyor
demektir.
Bunları
anlatmamızın
nedeni,
Kimsorluluğu
geleceğe
taşımaktır.
Bunları
yapmaya
çalıştığım
için,
bazılarınca
hedef
seçiliyorum.
Bunu neden
yaptıklarını
hiç
düşündünüz
mü?
Peki beni
eleştiren bu
çocuklar
kimdir?
Hangi
düşünceleri
savunmaktalar?
Bunlardan
biri
anadilim
Türkçedir ve
ben Türküm
diyor.
Kimsor
sitesinde,
Türkçülüğün
propagandasın
yapıyor.
Açık açık
türk ırkçı
düşünceleri
savunuyor.
Peki
"devrimci"
geçinenler
bu durumu
görmüyorlar
mı? Onlar
görselerde
buna
itirazları
yok.
Fakat ben
birşeyler
yazdığımda,
hemen ortaya
çıkıyorlar.
Aklınca beni
eleştiriyorlar.
Kimsor
sitesi, türk
ırkçı
propagandası
yapan
kişilerin
borazanlığını
yapmaktadır.
Bu anlayış
Kimsorluların
değerlerine
ihanetir.
Kimsor bir
topluluk
ise, bu
topluluğun
değerlerine
uygun bir
site
kurulmalıdır.
Adamın biri
çıkmış,
kendini
göstermek
için,
site
kurmuştur.
Kimsorluların
her değerine
karşı
çıkıyor.
Bugüne kadar
bu sitenin
ziyaretçi
defterindeki
dedikodulardan,
aramızda
kargaşa
yaratmaktan
başka hangi
olumlu
işlere imza
atmıştır.
Her
kuruluşun
bir amacı
vardır.
Kimsor
sitesi, eğer
bizi temsil
ediyorsa,
söylediklerimize
hayır
dememesi
gerekir.
Daha önceki
yazımda,
Kimsor
sitesini
derneğe
devredilmesini
istemiştim.
Kimsor
Derneği,
kimsorluların
adına bunu
talep
etmelidir.
Dernek bir
topluluğun
temsilcisidir.
Kimsor
sitesi tek
kişinin
malıdır.
Kimsorluların
iradesi
dışında
kurulmuştur.
Bundan
dolayı
bölücüdürler.
Şite şu
anda
Kimsorun
değerlerinden
uzak,
ırkçılarının
görüşlerini
yansıtıyor.
Kimsorlu
olarak buna
itiraz
ediyorum.
Kimsor
sitesi,
Kimsor
derneğinin
denetimine
verilmesi en
doğrusudur.
Eğer Kimsor
sitesi yeni
görevleriyle,
tüm
Kimsorluları
temsil
ederse,
bizde
Kimsoran
sitesi
olarak,
sorumluluklarımızı
yeni siteye
bırakacağımızı
belirtiyoruz.
Bu olmadığı
taktirde,
Kimsor
sitesini
Özcanların
sitesi
olarak
kalacaktır.
O,
bundan
dolayı
yazdıklarımızdan
rahatsız
oluyor.
Bir kaç
cümlede şu
interasan
kardeşim
Cem için.
Emeğinin,
ekmeğinin
derdinde
olan
insanlara,
sadece
'kürt'
gündemiyle
seslenmek ne
işe yarar
diyor. İyi
de sen emek
mücadelesini
yürütünde
biz mi
engelledik?
Bilgiçlik
taslıyacağına,
gereklerini
yerini
getir.
Biz ne
yapıyoruz?
Kimsoran
sitesi
olarak,
yalnızca
Kürtlerin
sorunlarını
dile
getirmiyor,
aynı
zamanda,
Türkiyenin
demokrasi
mücadelesinin
de kavgasını
veriyoruz.
H.Colak ve
diğer
arkadaşlarımız
düşünceleriyle
bunları
anlatmaya
çalışıyorlar.
Sen sitemize
yazı
yazmaktan
bile
korkuyorsun.
Bunu daha
önce
belirtmiştin.
Yazı
yazmaktan
dahi korkan
biri
devrimci
olur mu?
Bugün
Türkiyede,
devrimcilerin
programlarında
en önemli
sorun Kürt
sorunudur.
Bu sorundan
dolayı,
ülkenin
diğer
sorunları da
kilitlenmiştir.
Gerçek bir
devrimci
bunun
gereklerini
yapar. Sen
ise kürt
sorunu
görmemezlikten
geliyorsun.
Daha
önceleri de
Nil
Demirkazık
için atıp
tutuyordun.
Nil hanım
tutarlı bir
demokrat
olarak,
savunduğu
görüşlerinden
dolayı bugün
içerde.
sanırım bu
sana ders
olmuştur.
Her
defasında
bize itiraz
etmeyi
devrimcilik
görüyorsun.
Devrimciysen,
önce
yanındaki
faşistleri
eleştir.
Onlara
meydanı
bırakma.
Devrimci
olmak,
ezilen tüm
topluluklara
sahip
çıkmaktır.
Biz bunu
yapmaya
çalışıyoruz.
Her kimki,
halkımızın
temel
değerleriyle
oynuyorsa,
onlara karşı
mücadele
vermek
bizimde
boynumuzun
borcudur.
30.12.2007
D.TaSh |
|
|
|
 |
 |
|
|
|
|
ULU
TANRIMA.. |
.jpg) |
D.TAS |
Ey yeri göğü
yaratan,
Herşeye
kadir olan
ulu tanrım.
Bügün sana
içimdeki
duyguları
yazmaya
karar
verdim.
Çaresiz ve
zavallı
olduğum için
yazmıyorum.
Yardıma
ihtıyacım
olduğu için
yazmıyorum.
Senden
kendim adıma
birşey
istiyorsam
namertım.
Sana
yazmamın tek
nedeni,
yaşadığımız
dünyadaki
sorunlardır.
Burda olan
biten
haksızlıklardır.
Burdaki
durumlar
bizleri
rahatsız
ediyor.
Bizleri
anlıyacak
çok az kişi
vardır. Beni
anlamadıkları
için sana
yazıyorum..
Dünyamızda
büyük
kargaşalar
var.
Bazı barbar
kulların,
senin
yaratmış
olduğun
düzeni
yıkmaya
çalışıyorlar.
Senin bize
reva
gördüğün
haklarımızı
elimizden
almaya
çalışıyorlar.
Dilimizi,
kültürümüzü,
inançlarımızı
zorla yok
etmeye
çalışıyorlar.
Bir lokma
ekmeğimize
göz
dikiyorlar.
Kimileri
ekmek
bulmazken,
kimileri
sana ait
olan bu
dünyayı
zimmetine
geçiriyorlar.
Havayı, suyu
ve herşeyi
parayla
satıyorlar.
Onlar için
sen yoksun.
Onlar için
yeni Tanrı
paradır.
Kimileri
senin adına
kendini
vekil tayin
ediyor.
Kimileri
senin adına
vaazlar
veriyor.
Kimileri
senin adına
halklarımıza
kan
kusturuyor.
Kimileri
senin adına
dünyaya el
koyuyor.
Sen ki en
yücesin,
Tüm evrenin
gerçek
sahibisin
Bu duruma
niçin dur
diyemiyorsun?
Senki bu
dünyamızın
sahibisin.
Burda
yaşayanların
refahından
ve
huzurundan
esas
sorumlusun.
Bizleri kul
olarak
yarattın.
Yarattığın
kullarının
haklarını
korumak ve
adeleti
sağlamak da
senin
görevindir.
Ben seni hiç
görmedim.
Fakat
içimdeki
duygularla
seni
yaşadım.
Seni
yoksulların
tanrısı
olarak
biliyordum..
Bu dünyada
en çok sana
dua eden de
yoksul
kullarındır.
Senin adınla
kendi
ateşlere
atarlar.
Kimileri
kilisede,
kimileri
camide,
Kimileri
kendi
yaptığı
tapınaklarda,
Kimileri
bulunduğu
mekanlarda,
Yani her
zaman ve her
yerde sana
dua
ederler..
Sana karşı
en güzel
duygular
besledim.
Hiç bir
zaman
varlığını
inkar
etmedim.
Bana reva
gördüğün
nimmetler
için
teşekkür
ettim.
Amacım sana
burdaki
gelişmeleri
aktarmaktır.
Hiç bir
artniyetim
yoktur.
Tanrı olarak
sen
içimizdekilerini
bilensin.
Benim
üzüldüğüm
esas sorun,
dünyanın
içindeki
bulunduğu
durumdur.
Burda olan
biten
haksızlıklardır.
Bir kulun
olarak, bu
durumu
kabullenemiyorum.
Bu dik
kafalılığım
yüzünden,
başım
beladan
kurtulmuyor.
Bu isyan
genlerimden
dolayı,
haksızlıklara,
adeletsizliklere
hep isyan
edesim
geliyor.
Bu dünyada
isyancı
olmak
zorunda
kaldıysam,
yine
sorumlu olan
da sensin.
Sen her
kuluna bir
yetenek
vermişin.
Bana isyan
yeteneklerini
bağışlamışın.
Kuzu olarak
yaratsaydın,
bu dünya
umrumda
olmazdı..
Bir kulun
olarak,
burdaki
haksızlıklara
karşı
dururken,
acı çekerken
sen
nerelerdesin?
Yıllarca en
içten
duygularımla
seni
çağırıyordum.
Allahım bu
dünyada ,
hiç bir
kuluna acı
çektirme ve
onları aç
bıraktırma
diye
Anlaşılan
sen beni
duymuyor ve
beni kaale
almıyorsun..
Hadi beni
boşver,
diğer
milyonlarca
kullarının
çığliklarını
duymuyormusun?
Eğer sen
onların
çığlıklarını
da
duymasan,
bu dünya da
yaşanılmıyacaktır.
Milyonlarca
yoksul ve
zavallı
kulların
zalimlerce
yok
edilecektir..
Bir Tanrı
olarak bunlara
nasıl göz
yumabiliyorsun?
Senki
herşeyin
bilen ve
dünyayı
yaratansın,
Bir Tanrı
olarak
istesen, çok
şey
yaparsın.
kulların
arasında
adeleti
gerçekleştirebilirsin.
İstesen yeni
vekiller
şeçtirebilirsin.
Senin bu
vurdum
duymazlığından
dolayı,
milyonlarca
kişi
umutların
kaybetti.
Herkes
yarınından
kaygılı ve
huzursuz
yaşıyor.
Senin
varlığını
tartışıyor.
Varmısın?
varsan neden
ortaya
çıkmıyorsun?
Ey yüce
tanrım!
Neden
zalimlere bu
kadar
güç
verdin?
Halklarımıza
acı çeksin
diye mi?
Bu
dünyada
yaşamak
bizler için
zindandan
beter..
Bu dünyanın
sorumlusu
sensin, bu
haksızlıkları
düzeltme
görevi
yine
sana
düşüyor
Zalim
kullalarını
cezalandırmalı,
yoksullarına
kol kanat
olmalısn.
Bunları
yapmayan
Tanrı
sorgulanır.
Sen bunu
yapmasan,
ortalıkta
din
simsarları
dolaşır ve senin
itibarını
düşürürler.
Ey ulu
tanrım,
İnşallah bu
duygularımı
anlar
gerekeni
yaparsın.
Tanrı olmak
kolaydır,
önemli olan
sorumluluğunu
bilmektir.
Eğer Tanrı
olarak
görevlerini
yapmasan,
sana olan
güvenimizi
kaybedeceğiz.
Sayet sen
darda isen,
Benim gibi
isyancılar
olarak,
yardımına
koşmaya
hazırız.
Yeterki sen
zalimlere
karşı
bizimle aynı
saflarda
dur..
Yüce Tanrım,
yeni bir
yıla
girerken,
sana en
içten
duygularımla
yalvarıyorum.
Bizlere bu
dünyayı
zindan
eyleme,
umutla
yarınlara
bakmak
istiyoruz.
Bunun için
senden,
Zalimlerin
olmadığı bir
dünya
yaratmanı
istiyoruz.
Eğer bunu
yapmasan
Bir isyancı
olarak,
Kendime yeni
bir Tanrı
arayacağım,
haberin
olsun..
30.12.2007
D.TASH |
|
|
|
 |
 |
|
|
|
KISA BİR
YAŞAM
ÖYKÜSÜ... |
.jpg) |
D.TAS |
1966 yılında
Kimsor
köyündeki
ilkokulunda
mezun oldum.
Ailemin
durumu iyi
olmadığından
beni
ortaokula
göndermeye
niyetleri
yoktu.
Öğretmenimin
zorlamasıyla
, 'sevgili'
babacığım
benim için bir koyun
feda etti.
Satılan
koyunun
sayesinde,
beni
İstanbulda
oturan amcam
Hüsê'nin
yanına
gönderdiler.
Bu şekilde
İstanbul
yolculuğum
başladı.
İstanbul'da
kalabileceğim
tek yer
amcamdı.
Ape Husê
Kağıthane
ile
Alibeyköy
arasındaki
bir tepe
üzerinde
yeni kurulan
Nişantaşlar
mahallesinde
oturuyordu.
Geldiğim
dönemde
mahalle de
yalnızca
100e yakın
gecekondu
vardı. Büyük
bir köydü.
Mahallenin
ilk
yerleşimcileri
bizim
Dersimlilerdi.
1960
yıllarında,
orda ilk
gecokonduyu
eniştem
Alî'ye
Koyser
yapmıştı.
Eniştem
Nazimiye
kazasının
Koyser
köyündendi.
Bundan
dolayı bu
mahallenin
takma adı
Koyser
olarak
kaldı.
Sonradan
Türkiyenin
birçok
kırsal
kesimlerden
gelen
aileler
burayı
kendilerine
mekan
seçtiler.
Mahalle gün
geçtikçe
büyüdü. Ev
yapma
müsaadesi
verilmediği
için,
gelenler,
kulübe
şeklinde
gecokondular
diktiler.
Ordaki
arazilerin
sahibi bir
mafiacıydı.
Yer almak
isteyenler
ona haraç
vermek
zorundaydılar.
Devlet ev
yapmalarına
müsaade
etmemesine
rağmen,
onlardan
vergi ve
elektrik
paralarını
düzenli
toplamasını
biliyordu.
Mahallede
oturan
insanların
büyük bir
kesimi,
işsiz,
güçsüzdü..
Çalışanlarda
ağır
işlerde, un
fabrikalarında,
Tuğla
fabrikalarında,
Demir
dökümde
veya inşaat
işlerinde
çalışırlardı.
Kadınlar ise
Alibeyköydeki
kurbağa,
salyangoz
fabrikasında
çalışırlardı.
Mahalle de
oturanların
büyük kesimi
kızılbaş
Kürtlerdi.
Mahallenin
bu
özelliklerinden
dolayı,
devlet orda
oturanlara
üvey evlat
muamelesi
yapıyordu.
Belediye
alt yapı
hizmeti
götürmüyordu.
Lise
yıllarıma
kadar
mahallede
içme
suyumuz
yoktu. Halk
suyu
Kağıthane
deresindeki
Sadabattaki
çeşmeden
temin
ediyordu.
Suyu
omuzlukla
tepeye
çıkartırdık.
Oraya gidip
gelme en az
1-2 saat
sürerdi. Su
taşımaktan
omuzlarımız
nasır
tutmuş,
omurgalarımız
eğri büğrü
olmuş ve
genç yaşta
sırt
ağrılarımız
başlamıştı.
Mahallenin
halkı
defalarca
Kağıthane
belediyesine
sorunlarını
ilettiği
halde, kimse
onları
ciddiye
almamıştı.
Yağmur
yağdığı
günlerde
bayram
ederdik.
Bidonlarımızı
yağmur suyu
ile
doldururduk.
Bu şekilde
su
ihtiyacımızın
bir kısmını
tedarik
ederdik.
Mahallenin
içinde
İstanbul
şehirin su
boruları
geçtiği
halde, suya
hasret
kalmıştık.
Günün
birinde bir
vatandaş, bu
duruma isyan
eder,
geceleyin
kalkar,
mahallenin
ortasından
geçen kalın
su borusunu
deler. Bu
şekilde
mahallenin
halkı suya
kavuştu.
Halk bu
duruma çok
sevinmişti.
O günden
sonra halk
su
ihtiyacini
patlamış
borudan
temin
ediyordu.
Saatlerce
kuyruklarda
beklerlerdi.
En azından
Kağıthane
deresine
gitmekten
kurtulmuşlardı.
Su sorunu
yıllarca
devam
etti..
Nişantaşlar
mahallesinde
okul yoktu.
Ilkokula
gitmek için,
ya
Kağıthaneye
veya
Silahtara
gitmek
gerekiyordu.
Bazı
Dersimli
ailelerin
çocukları
10-15
yaşlarında
olmalarına
ragmen,
okula yeni
başlamışlardı.
Hata bir
arkadaşımızin
sakalı
çıkmıştı.
İlkokula
yeni
başlamıştı.
Okuldaki
çocuklar ona
baba
diyorlardı.
Bizde onu
sürekli
sakalı
sırık diye
kızdırırdık.
O da bizi
kovalardı...
Mahalle
halkı,
devletin
ayırımcı
politikalarının
kurbanıydı.
Halk ise
farklı
yollarla
tepkisini
göstermeğe
çalışıyordu.
Devlet ise
baskıdan
baska yol
bilmezdi..
Polisler ve
Jandarmalar
keyfi olarak
mahallede
aramalar
yaparlardı.
Tiplerini
beğenmediklerini
alıp
götürürlerdi.
Halk artık
bu duruma
alışmıştı.
12 Marttan
sonra,
devletin
baskıları
daha çok
yoğunlaştı.
Halkın
devlete zere
kadar güveni
yoktu...
Ortaokula
gittiğim
sıralarda,
amcamın
maskanlı bir
komşusu
vardı.
Maskanlı
amcanın
yıkık dökük
bir
gecekondusu
vardı.
Pencereleri
naylonla
kapatıyordu.
Beş altı
çocuğu
vardı.
Çocuklarının
üstü başı
perişandı.
Kendisi
inşaatlarda
çalışarak
çocuklarının
geçimlerini
sağlıyordu.
Ev yapmaya
parası
yoktu..
Bu maskanlı
amcanın
büyük oğlu
Heqî ile
arkadaştık.
Heqî on
yaşında
olmasına
rağmen,
babası onu
okula
göndermemişti.
Onu galeta
satıcılığına
göndermişti.
Çevredekiler
babasına
Çocuğu niçin
okula
göndermiyorsun
diye
kızarlar. O
da ilkokula
gider,
oğlunun
kayıdını
yaptırır.
Heqî bunları
öğrenince
evden kaçar.
Babası çıkıp
yanıma
geldi.
Heqinin
evden
kaçtığını,
onu bulmamı
ve okula
gitmesi için
ikna etmemi
istedi. Heqî
arkadaşımdı.
Mahallede
devamlı
birlikteydik.
Onun okula
gitmesini
bende çok
istiyordum.
Heqiyi
buldum.
Okula neden
gitmek
istemediğini
sordum. Oda
bana:
arkadaşım,
babam beni
okula kayıt
etmiş,
fakat
defter kalem
bile
almıyor.
Okula gidip
rezilmi
olayım.
dedi. Bende
ona; okula
gidersen,
defter ve
kalemin
benden
dedim.
Fakat Heqî
okula
gitmemede
kararlıydı.
Kendisinden
küçük
çocuklarla
aynı yerde
görünmek
istemiyordu.
Babası zaten
onu okula
göndermede
istekli
değildi.
İşin
gerçeği,
Heqînin
çalışması
onun işine
geliyordu.
Heqînin
annesi şeker
gibi bir
kadındı.
Oğlunun bu
yaşta
çalışmasına
gönlü razı
olmuyordu.
O günden
sonra
Heqînin
okul sorunu
kalmadı.
Hayat
okuluna
başladı.
Galeta
satıcılığına
devam etti.
Heqî
mahallemizin
en zayıf ve
en çelimsiz
genciydi.
Dokunsan
sanki
düşecek. Onu
yakında
tanıdığınızda,
hiçte güçsüz
olmadığını
anlardınız.
Heqî dert
ortağımdı.
Çoğu zaman
onunla
beraberdik..
Amcamda
kaldığım
dönemde,
evimizde tek
çalışan kişi
amcamdı. Zar
zor
geçiniyorlardı
. Üstelik
bende
onlara yük
olmuştum.
Amoza Lolî
ikide bir
bana git
bir iş bul.
Sende kendi
yol
harçlığını
çıkar
diyordu.
Yengem
haklıydı.
Yaşam
koşulları
acımasızdı.
Beni evine
alarak
iyilik
yapmışlardı.
Ben yengemin
her dediğini
yapardım.
Tek derdim
okula devam
etmekti.
Sınıfta
kalmamak
için çok
direniyordum.
Eger bbir
yıl
sınıfta
kalsaydım,
beni dehal
köye
göndereceklerdi.
Yengeme hoş
görünmek
için, elimde
geleni
yapmaya
çalışıyordum.
Bir an önce
iş
bulmalıydım.
Heqî
arkadaşıma
gittim. Ona
bende
galeta
satmak
istiyorumdedim.
O da
benimle
olmaya
çoktan
hazırdı.
Ertesi gün
beni evden
aldı,
birlikte
galeta
fırınına
gittik.
Aldığımız
galetaleri
satmaya
gittik.
Artık bende
galeta
satıcısı
olmuştum.
Her sabah
saat dörte
kalkardım.
Heqîle
birlikte
fırına
giderdik. Üç
saat
boyunca,
mahalle
mahalle
dolaşır ve
aldığımız
galetaleri
elden
çıkarmaya
çalışırdık.
Galeta
satarken
gevrek
galeta,
sıcak
galeta
diye
bağırırdık.
Bu arada
sesimizin
düzenini
terbiye
ederdik. Her
geçen gün
daha güzel
bağırmasını
öğrendik.
Yanık ses
tonumuzla
müşterilerin
dikkatlerini
çekmeye,
galetaleri
kısa zamanda
satmaya
çalışırdık..
Satış iyi
gittiğinde
galetalerden
kurtulurduk.
İşler iyi
gitmediğinde,
galetaler
elimizde
kalırdı.
Galetalerin
satışı
geciktiğinde, galetaler
taş gibi
sertleşirdi.
Heqîyle bir
çeşmenin
başında
buluşurduk.
Galetalerimizi
hafif bir
suyla
yumuşatır,
tekrar
satmaya
devam
ederdik.
Birgün yolda
bir lira
bulmuştum.
Heqî bir
liralık
galetaleri
kendimiz
yedik.
Satılmıyan
galetaleri
evde yengeme
teslim
ederdim.
Yengem pek
sevinmezdi.
Yengem
patronumdu.
Kazandığım
parayı ona
verirdim. O
da bu
kazandığım
paradan,
bana yol
harçlığı
verirdi. Her
gün aynı
işleri tekra
yapardım.
Galeta
işinden
sonra,
Eyüpteki
Ebuussut
ortaokuluna
giderdim.
Lise
yıllarına
kadar galeta
satmaya
devam ettim.
Heqî
arkadaşımın
tek işi
galeta
satmaktı.
Galeta
dışındaki
zamanını
kahvelerde
geçirirdi.
Kahvedeki
bütün
oyunları
öğrenmişti.
Daha sonraki
yıllarda
babasının
yanında
inşaatlarda
çalışmaya
başladı.
Heqî çocuk
yaşında
emekçi
olmuştu.
Askerden
sonra
inşaatçı
oldu.
Heqî
askerden
döndükten
sonrada gene
zayıf ve
cılızdı.
Ben kendime
bu haliyle
inşaatta
nasıl
çalışır
diye
sorardım.
Heqî iyi ve
yumuşak bir
arkadaştı.
Hiç kimsenin
kalbini
kolay
kırmazdı.
Kızsa bile
yüzü güleç
görünürdü.
Onunla
olduğumda
kendimi
rahat
hissediyordum.
Bizi
birbirimize
yakınlaştıran,
yoksul
ailelerden
olmamızdı.
Onunla çok
ortak
yanlarımız
vardı...
Liseye
gittiğim
dönemlerde,
mahallemizde
politik
tartışmalar
başlamıştı.
Mahallede
üniversite
okuyan
arkadaşlar
vardı.
Onlarla
kahvelerde
sohbet
ederdik.
Onlar bize
birşeyler
anlatırlardı.
Silahtarda
Demir Döküm
işçilerinin
grevlerine
giderdik.
15-16
Haziran işçi
eylemleri
halkta
deprem
etkisi
yapmıştı.
Denizlerin
Demir
dökümdeki
işçilerle
dayanışmalarını
yakından
biliyorduk.
Böyle bir
politik
çevrede
olmanın
avantajlarıyla
büyüdük.
Türkiyede
gelişen
olaylar
bizleri de
etkilyordu.
Ayrıca
mahalle
halkı her
zaman
devlete
güven
duymuyordu.
Devlet
mahallemizi
üç KKK
(Kızılbaş,
Kürt,
Kominist)
bölgesi
olarak
damgalamıştı.
Daha sonra
gecekondu
direnişimizle
dördüncü K
(Kurtarılmış
bölge)
ünvanını
elde elde
etmiş olduk.
Yani bizler
dört
KKKK'lıydık.
12 eylül
aşkeri
cuntasından
sonra,
Mahalemizde
yoğun
baskılar,
tutuklanmalar
oldu.
Basılmıyan
ev kalmadı.
Mahallemizin
ortasından
bilinçli
olarak
otoyol
geçirdiler.
Bununla
mahalleyi
ikiye
böldüler,
ordaki halkı
dağıttılar...
Üniversite
yıllarımla
birlikte
yaşamımda
köklü
değişimler
oldu. Ülke
sorunlarına,
devrim
sorunlarına
kafa yormaya
başladım.
Bir yandan
pratik
mücadelede
yer alırken,
diğer yandan
teoriye olan
susamışlığım
artıyordu.
Halkı
devrime
kazanmadan
hiç bir
değişimin
olmıyacağını
anlamıştım.
Saflarımı
ezilenden,
mazlumdan
yana
belirlemiştim..
Bir akşam
mahallemizdeki
kahveye
gittim.
Arkadaşım
Heqî kahvede
okey
oynuyordu.
Yanına
oturdum.
Onun ordaki
halini
görünce
üzüldüm.
Madem ki
amacımız
işçileri
kazanmaktır.
Madem ki
devrimi
savunuyoruz.
Bu
mücadelenin
motor gücü
olan
işçileri
neden
kazanmıyoruz?
Ayrıca Heqî
benim yakın
ardaşımdı.
Onu kahve
bataklığından
çekip
almalıydım. Kahveden
sonra onunla
konuşmak
istediğimi
söyledim.
Heqî beni
sever
sayardı.
Hemen
benimle
geldi. Tenha
yerlere
çekildik.
Ona devrim
hakkında
bildiklerimi
anlatmaya
başladım.
O can
kulağıyla
beni
dinliyordu.
Defalarca
birlikte
olduk. Heqî
sürekli yeni
şeyler
soruyordu.
Daha
fazlasını
öğrenmek
istiyordu.
Ona her
defasında
yeni şeyler
anlatmaya
çalışıyordum.
H.K.
dergisinden
yazılar
okurdum.
Arkadaşım
çölde susuz
kalmış gibi
öğrenmek
istiyordu.
Bu
çalışmalar
onun
yaşamını
altüst etti.
Okuma ve
yazmanın
gerekliliğine
inandı.
İnatçı bir
çaba
sonucunda
kendi başına
okuma ve
yazmayı
öğrendi.
Artık
kendisi
dergileri
okuyabiliyordu.Bana
ihtıyacı
kalmamıştı.
Onun bu
gelişmesinden
çok
etkilenmiştim.
Bir işçinin
istediğinde
neleri
başarabileceğini
gördüm. Heqî
fabrikadaki
arkadaşlarını
eğitip
örgütlümeye
başlamıştı.
O artık işçi
sınıfının
öncü neferi
olmuştu.
Bulunduğu iş
yerlerinde
işçi
temsilcisi
ve sendikacı
oldu. Okuma
yazmayı
bilmiyen bir
insanın,
felsefe
dersi
vermesine
şait
olmuştum.
Basit
anlatım
tarzıyla
emekçilere,
sosyalist
bilimi
anlatıyordu.
Üniversite
çevresinde
tüm
çabalarıma
rağmen, Heqî
gibi
güvenilir
bir arkadaş
bulamamıştım.
Öğrenciler
sınıfsal
konumları
gereği bir
işçi gibi
kadar
fedakarlık
yapamazlar.
Ben, okul
çevresinden
ziyade,
emekçi
kesimlerle
olmayı
tercih
ediyordum.
Proleterlerin
dostluğuna
daha çok
güvenirdim.
Heqîyle her
eylemde
yanyana
olurduk.
Mahallemizdeki
gecekondu
direnişini
başlatığımızda,
o hep bizim
yanıbaşımızdaydı.
Dostluğumuz
buraya
gelinceye
kadar devam
etti.
Heqî ile
ilgili küçük
bir anımı
anlatamadan
geçemiyeceğim.
1980
öncesinde
bir
devrimcinin
cenaze
törenine
birlikte
katılmıştık.
Yürüyüş
izinsiz
yapılıyordu.
Yürüyüşte
1000- 1500
kişi vardık.
Şişliden
Osmanbey
istikametine
doğru
yürüyorduk.
Osmanbeye
geldiğimizde,
polis ve
Jandarma
yolumuza
barikat
kurmuştu.
Barikatta
takılıp
kaldık. Ya
ordan
dağılacaktık,
yada
barikatı
aşmalıydık.
Barikatın
önünde
yüzlerce
kişi
toplanmıştı.
Hic kimse ne
yapacağını
bilmiyordu.
Yürüyüşçülerin
arasında
homurdanmalar
başlamıştı,
Bir kısmı
ayrılmak
üzere idi.
Tam o esnada
benim küçük
arkadaşım,
insiyatifi
eline aldı.
Barikata
doğru
ilerledi.
Barikattaki
bir polise
tokat
atmasıyla,
ortalık
karıştı. Bu
hareketle
yürüyüştekiler
cesaretlendiler.
Sel olup
barikatı,
darmadağın
ettiler. Bu
şekilde
yürüyüş
istikameti
tekrar
açıldı.
Polis ve
Jandarma çil
yavruları
gibi dağıldılar.
Arkamızda
baka
kaldılar ve
sonra
kaleşçe
arkamızdan
ateş
açtılar,
bazı
arkadaşlarımız
yaralandı.
Heqî bu
eylemle
önderliğini
gösterdi.
12 eylülden
sonra, içeri
düşen bazı
kişiler Heqî
arkadası
ihbar
etmişlerdi.
Polisler onu
içeri
aldılar. 45
gün boyunca
iskence
tezgahında
kaldı.
Kendi
anlatımlarına
göre,
işkenceciler
kendisine
her türlü
insanlık
dışı işkence
yöntemlerini
uygulamışlar.
Heqî; "Bir
insan eğer
inançlı
değilse, bu
işkencelere
dayanamaz
diyordu.
İşkence
esnasında
yapılanlara,
bazen fiziki
olarak
dayanılmıyor.
O zaman
iskencecilere
yeter, ara
verin
konuşacağim
dersin.
İşkenceciler
kısa bir ara
verirler.
Heqînin
neler
anlatacaklarını
beklerler.
Fakat o
onlarin
yüzüne
"bana
yaptiğiniz
işkenceleri
yazin. Bunlardan
başka birsey
bilmiyorum
der. Heqî
inatçıdır,
ağzından laf
çıkmaz.
İşkenceciler
onu yüksek
bir kata
çıkarırlar.
Pencereden
aşağı doğru
sarkıtırlar.
Biz seni
konuşturmasını
biliriz .
konuş ulan,
konuşmasan
seni burdan
aşaği
atariz. der
işkenceciler.
Heqî her
defasında
"tamam beni
yukarı çekin
bu sefer
konuşacağim
der.
Defalarca
aynı oyunu
oynar.
işkenceciler
dahada
kudururlar.
. Heqî'nin
amacı kısa
bir süre
için zaman
kazanmaktır.
İşkenceciler
onun
nezdinde
yenilirler.
. Heqîden
tek kelime
alamamışlardır.
Onu
konuşturamayınca
bırakmak
zorunda
kalmışlardır.
Kimileri
"onun
bünyesi
sağlam
değildir,
işkencede
konuştururlar
demişlerdi.
Heqî herkesi
mahçup
etmişti. O
devrime olan
inancını
tazeledi.
Mücadelesiyle
halkın
sevgisini,
saygısını
kazandı.
Burda onunla
bağ kurmaya
çalıştım.
Buraya
getirmek
istemiştim.
Fakat o
orda kalmayı
tercih
etti.
Buraya
gelenlerin
halini
görünce,
Heqînin
gelmemesi
bence daha
iyi oldu.
Şimdi
Heqînin
nerelerde
olduğunu
bilmiyorum.
Onu görmek,
onunla eski
bir dost
olarak
anılarımızı
yaşamak
isterim.
Sayet o bu
satırları
okursa
mutlaka beni
arayacaktır.
Şu konuda
eminim ki, o
nerde olursa
olsun,
mutlaka
halkının
gönlünde
taht
kurmuştur.
Bu kısa
öyküyle
anlatmak
istediğim,
emekçi bir
insanın,
kendi
davasına
inandığında
neler
başaracağıdır.
20.2.2007
D.TAS |
|
|
|
 |
 |
|
|
|
KEMALISTLERİN SESI
"
www.kimsor.com"ve
sitemiz KIMSORAN -1 |
.jpg) |
D.TAS |
Kimsor comda bazı
hemşerilerim, kimsor comu kulanarak
şahsımı hedef alan yazılar yazıyorlar..
Bu kişilerin düşüncelerimi
eleştirmelerinden ziyade, şahsımı hedef
almalarıdır. Ayrıca ismimi deşifre
ederek ajanlık yapmalarını kınıyorum...
Bu durumlardan Kımsor sitesi sorumludur.
Daha önceki yazılarımda bu sitenin kime
hizmet verdiğini uzun uzun anlatmıştım..
Anlaşılan eleştirilerimizden ders
çıkarmamışlardır...Aynı lanetli yolda
devam ediyorlar.. Bu şahışların tek
amacı efendilerine hizmet sunmaktır.
Kişileri deşifre etme ve onları
journalamaktır..
Bazı hemşerilerim, Kimsoran com
sitesinin faaliyetlerinden rahatsız
olduklarını yazıyorlar. Bunların
bazıları kişisel düşüncelerinden,
kimileri de düzen çarkının bir parçası
olduğundan rahatsız oluyorlar..Kimileri,
Kimsor sitesini, aile şirketi gibi
gördüklerinden başka sitelerin ortaya
çıkmasına tahamül edemiyorlar..Bunları
ciddiye almıyorum..Kimsor geniş bir
topluluktur. Kişilerin farklı düşünceler
savunmaları doğaldır....
Kimsoran sitemizde farklı düşüceleri
savunan arkadaşlarımız vardır.
Kimi kürt milliyetçisi, kimi kürt
devrimcisi, kimi kürt alevisi, kimi kürt
demokratları, kimi kürt kürt
dindarı.. Bunların ortak noktaları,Kürtlerin kendi kader
tayin hakına
inanmalarıdır..
Türkiyede Kürt sorunu çözülmeden, diğer
sorunlarında çözülmiyeceğini biliyoruz. Kimsoran comda çıkan yazılar
da farklı insanlara ve farklı düşüncelere
aitir.. Orda çıkan tüm tüm düşüncelere
katıldığım anlamına da gelmez..Şiddette
ısrar eden bir devlet var. Bizler ise
sorunların dialogla ve siyasal zeminde
çözülmesinden yanayız.. Bu eğer suç ise
bu suçu işlemeye devam edeceğiz..
Askerden dönen bir kardeşimiz, hızını
almadan bana atıp tutmuş..Onun ruh
halini anlıyorum.. 18 ay beyni yıkanan
bir kurumdan geliyor.. Ordan kurtulmak
için sürekli Kimsor com'da kalan günlerini
aktarıyordu...
Ayrıca kendini M-L ve
maocu görmesi gariptir. Sosyalist
geçinen biri, ulus ile inanç arasındaki
farkı bilmesi gerekirdi. Ezen ve ezilen
halklar hakında biraz bilgi sahibi olurdu..
Anlaşılan marksizmden hiç nasibini
alamamıştır.. Kendi öz halkına inanmıyan
biri asla devrimci olamaz.. Ben o gencin
dedesini tanırım, kürtçe konuşurdu.
Babası Kürtçe bilir. Kendisi de de Kürt
diye bir ulusun varlığını biliyor.
Kürdistan halkını cahil ve hor
görüyor.. Kürtleri bu durumda yaşatan
rejimi suçlayacağına, onlara düşmanlık
yapıyor.. Kürtleri beğenmesende, bir
devrimci olarak onların kurtuluşu için
mücadele etmen gerekmez mi?.
Ayrıca buralarda atıp tutmuyorum..
Sen daha dünyada yok iken ben o ülkede
halka ve devrimciliğe inanmıştım..Bu
uğurda mücadelemi de verdim..Dağa gitmeyi doğru
bulsaydım, bu yaşta da
dağa çıkmasını bilirim..Bu
konuda kuşkun olmasın. Görüşlerimi
ortaya koymam dolayı, senin gibi
'M-L' geçinenleri rahatsız
ediyorsa, vay solcuların haline..
Bir
başka Kimsorlu, bizim sitemizden dolayı
zarar gördüklerini anlatıyor.. Bu
arkadaştan ricam, ne gibi zarar
gördüklerini E- Posta adresime yazsın,
bizde gerekeni yapalım. Eğer
arkadaş zarar görüyorsa, düşüncelerini
internete yazmasın.. Kürt halkı
özgürleşinceye kadar bizde
düşüncelerimizi yazmaya devam edeceğiz..
Bundan kimse alınmasın.. Benim kişilerle
değil, sistemle sorunum var..
Sitemize her
yurtsever kişi düşüncelerini yazabilir..
Eğer sizlerde bu inanç varsa
yazabilirsiniz..
D.TAS |
|
|
|
 |
 |
|
|
|
KEMALISTLERİN SESI
- 2
°www.kimsor.com"ve
sitemiz
KIMSORAN |
.jpg) |
D.TAS |
Öncelikle şunu belirtelim. Hic bir zaman
devşirmeliği kabul etmedim. Kizilbaşim
ve Kürdüm. Kızılbaşlık
ulusallık değil bir inançtır. Metafizik
bir duruştur. Ölüm,yaşam,sosyal yaşamda
iletişim,yaradılış vs sorunlara genel
tarzda bakar. Yani Kızılbaşlık felsefik bir duruştur Dinler tarihine bakarsanız, bilim dogmadan önce,
olaylara ve olgulara metafizik
perspektifle baklırdı.. İlk insanin dünyayı
kavrayışı ile günümüz insanın bakışı
farklidir. Çünkü bilim çağındayız, bilim
ve olgulardan yola çıkarak gerçeğe
varılır.Metafizik yaklaşım ise her seyi
bir yaradana bağlar.Yaradan bilir.Yani
yaratan yüce tanrı her seyi
bilen,yaratan ve yok edendir.Bütün
dinlerin ortak yani budur.
Peki Kizilbaslik nedir? Bu soruya
değişik cevaplar verilmektedir.Kimisi
bir dindir yorumunu,kimisi de bir
felsefe, bir duruş olarak yorumlar.Ama
Kızılbaşlik bir gerçekliktir . Kimisi
utangaç bir tarzda alevi deyip
geçistirir. Anlayacağınız tartışmaya
açık bir konu.Ben ise Kızılbaşlığıi
yaşadığımız cografyanın bir düşünce, yaşam felsefesi olduğuna inanıyorum.
"insanin guzeli güzeldir, diyen bir
felsefe...Kabem insandir diyen bir
felsefe..."
Kizilbaşliği islama bağlayan kemalist ve
şoven duruş ayrı bir değerlendirme
konusudur..
Şimdi gelelim esas konuya. Peki milliyet
olarak biz neyiz? Kürd müyüz? Türk müyüz?
Arap ya da Acem miyiz? Bu soru politik
olarak ele alındığından "devşirmeler"
hemen biz
türküüüüüüz derler. Bazılarıdaa yok
biz aleviiiiiiiiiyiz...diye bağırırlar.
Kimsor sitesinin sakinleri,kimlik
bunaliminda ve ulusal bilinçten
yoksun,zavalli bir duruş sergiliyorlar.
Ne de olsa sol üst kösede bay Kemal'in
resmiyle birilerine göndermede
bulunmaktalar. Öyle ya"Ankara"leblebisi
tatlı olunca, kimlik te ne
olurmuş.Adamin biri yazilarima eleştiri
yerine, küfrediyor. Hemde bir Kimsorlu
olarak. Neymis efendim ben Kürdçülük
yapıyormuşum.Yani bölücüymüşüm.
Türkiyedeki
üniter devlet yapılanması, diğer
halk,ulus ve grupları inkar eden bir
sistemdir. Bu inkarcı duruşa karşıyım.
Gayri insani olarak görüyorum.Politik
ifadesi başkalarını inkar ederek
kendisini var eden anlayışın sömürgeci
karekterinden dolayı bu coğrafya
yıllarca kana bulandı. 1919 Koçgiri halk
hareketi buna karşiydi. Kürdlük ve
Kızılbaşlık rengine sahipti. Bizim zavalli insanlarımız tarihlerini
bilmediği için...Kimsoran aşiretinin
liderlerinden PASO nun da bu harekette
yer aldığını bilemiyecektir.Kürdçe
dilini konuşan ve Zara,Divriği ve
ilçelerinde yaşıyan bu kimsoranlılar
halen vardır. Bu guruplar ortak bir catı
altında ulusal bilinçle kürdçülük
yapıyordu . Ben
bir Kimsorluyum bay "devsirme". Kendini
inkar eden haramzadedir. Ben inkarin
ötesinde ulusları,halkları katledene
karşı olduğumu haykırıyorum.Peki ya sen?
Anlaşılan odur ki adam zalimden yana
tavır alarak ne kadar onurlu olduğunu
açıkliyor...Eh...Xızır islah etsin.
D.TAS
|
|
|
|
 |
 |
|
|
|
İNSANİ HAKLARIMI
GERİ
İSTİYORUM!
|
.jpg) |
D.TAS |
Bir çocuk, kendisi dünyaya geldiği yeri
seçemez.. Anası ve ailesi nerde
yaşıyorsa, çocukta orda gözlerini
dünyaya açar. Çevresini ve dünyayı ordan
başlıyarak tanır. Annesi, ailesi ve ait
olduğu topluluk hangi dili konuşuyorsa,
çocukta aynı dili öğrenir ve konuşur. Bu
yalnızca insanlara mahsus bir olgu
değildir. Diğer canlılar da (hayvanlar
ve bitkiler) bulundukları çevreye
uyum gösterirler. Her çocuk annesinden
ve çevresinden öğrendikleriyle gelişir
ve okula başlar..Okula başladıktan sonra
öğrendiklerini yazıya döker. Yazı dili
geliştikçe yetenekleri artar. Yaşamda ve
meslek hayatında bir yer edinmeye
çalışır.
Bugün dünyamızda konuşulan binlerce
farklı dil vardır. Bu farklı toplumunda
kendine has dili vardır. Bu topluluklar
dünyamızın farklı çiçekleridir..
Birleşmiş milletler bu farklılıkları bir
zenginlik olarak kabul etmiş ve
anlaşmalarla bu farklılıkların
gelişmesini ve korunmasını güvence
altına almıştır... Birleşmiş Milletlere
üye devletler bu kararlara uyacaklarını
kabul etmişlerdir..
BM topluluğu, anadilde eğitimi, bir hak olarak kabul
etmiştir. Bu hakın kulanımı herkes
için geçerlidir. Bu
hakı her halk kulanmak ister.. Bazı
devletler bu taleplere karşı duyarsız
davranmaktadırlar. Bazıları, kendi
çıkarlarını başkalarına dayatarak bu
maddeyi görmezlikten geliyorlar. Irkçı
ve baskıcı devletler daha da ileri
giderek,
azınlıklara karşı inkar, imhaya
ve soykırım uyguluyorlar. Etnik
temizlikle bu sorunları çözmeye
çalışıyorlar. Azınlık hakların kulanımı
engelendiği zaman, azınlıklar, haklarını
almak için mücadele verirler.
Kürt halkı 4000 bin yıldır aynı topraklarda yaşıyor ve
kendine özgü bir dili ve kültürü vardır.
Bir azınlık değil bir büyük halktır. Fakat ne acıdır ki
Dünyamız ve Birleşik Milletler, 40
milyonluk bir halkın en insani haklarına
karşı duyarsız, kör ve sağırları
oynamaktadırlar. Kürtlerin haklı mücadelelerini teröristlikle suçluyorlar.
Yeni bir yüzyıla
girerken, Kürtlerin hakları
Emperyalistlerin çıkarlarına kurban
edilmektedir..
Türkiye Cumhurriyeti devleti ise ,
'kardeş' dedikleri Kürtleri tarihten
silmek için mücadele veriyorlar. Bu
soykırım zihniyetine karşı dünya
ülkeleri ise sessiz kalıyorlar.
T.C. yi kuranların ilk ihracatı, diğer halkların
dillerini yasaklamak oldu. Bu yasakla
Türk miletini yaratmak oldu. Osmanlı
yeniçeri ocağına aldığı çocukları
devşirip asker yapıyordu. Türk devleti
de okularıyla, diğer halkların
çocuklarını devşirip Türkleştirdi..
Kürt çocuklarına kültürel bir katliam
uygulanmaktadır. Her çocuk gibi, kürt
çocuğu da gözlerini anasının kucağında
açar. Anasından aldığı simgelerle ilk
heceleri öğrenir, çevresini tanıyarak
konuşmaya başlar. Çocuk okul yaşına
kadar anasından ve çevresinden öğrenmeye
devam eder. Kürt çocukları okula
başladıktan sonra, Türk eğitim sistemi
tarafından, yaşadığı dünyadan koparılır.
Bir karanlık kuyuya atılır. Çocuğun daha
önce öğrendikleri hiç bir işe yaramaz. Türkçeyi öğrenmek
zorundadır. Okulla birlikte adım
adım anasından, yaşadığı toplumdan
kopar.. Çocuk bu karanlık kuyuda çıkmak için
çırpınır durur. Fakat nafile,
çocuk ancak, geçmişini unutarak ve kendi
toplumunu inkar ederek karanlık
kuyudan çıkacaktır. Irkçı asimilasyoncu
eğitimle, bu körpecik beyinler yıkanır
ve yeni bir insan tipi yaratılır.
Yeni tip insan anasını ve toplumunu
hor, dilini - kültürünü ilkel,
giyim-kuşağını çağdışı görür... Bu
nesil, kendi gerçekliğinde uzaklaşmış, kibirli ve
komplekslidir... Böyle bir neslin ne kendi
toplumuna, nede özendiği topluma
faydası vardır. Haklı ve haksızı ayırımı
yapamaz.
Türk sistemini kurtarıcı olarak
görürken, kendi toplumuna karşı
kırgın ve kinlidir.. Kürt halkının
içinden çıkan hainler sahiplerinden daha tehlikelidirler..
Türk eğitim sistemi tek ırkın, tek tip insanını
yaratmıştır. Böyle bir ortamda
yetişenler elbette ki sağlıklı
düşünemezler..Dünyayı tekçi anlayışlarla
yorumlarlar. Bu sistemdeki görüşler,
ister sağcı- solcu olsun, ister liberal
- dinci - miliyetçi olsun herkes tekçi
ve Kemalistçidirler..Bizim aramızda
çıkan Kemalistçilerde onlardan farklı
düşünmezler.
Bende kişi olarak Türk eğitim sisteminden geçtim ve
kendi toplumumdan uzaklaşmıştım. Daha
sonra devrimci çevrelerle ilişkilerim
oldu. Devrimci çevrelerde uzun yıllar
kalmama rağmen, kendi kimliğimi
bulamamıştım. Bizler hep soyut
kavramların mücadelesini yürüttük.
Hayali düşmanlarla uğraştığımız için,
gerçek düşmanlarımızı tanıma fırsatını
bulamadık...Türkiyede gelişen
her olaydan dış güçleri sorumlu tutuyorduk.
Onlara veryansın ederken, asıl
sorumluları, Türkiyedeki militaristleri
ve zorbaları görmemezlikten
geliyorduk..
Devrim hayali ile yatıp kalkarken, Kürtlerin en
insani haklarından habersizdik. Bir kürt
olmama rağmen, halkımın tarihi hakında
hiç bir kelime bilmiyordum. Türkiyede
Kürt sorunu bir tabuydu. Kimse bu
tabulara dokunamıyordu. Kürtler
olmadığına göre, haklarıda
olmazdı. Bugün
Kürtlerin varlığını
kabul etselerde, hakları olmaz
diyorlar....
Devrimci olmamıza rağmen
kürt halk gerçekliğinden
çok çok uzak yaşıyorduk. Avrupanın özgür
ortamına çıktıktan sonra,
kişi olarak kendimi
yeniden gözden geçirdim...Kürt ve
Kürdistan tarihini öğrenme imkanını
buldum. Ulusal gerçekliğimi tanıdım.
30 yıldan beri Avrupada yaşıyorum. Bulunduğum
ülkede, bugüne
kadar hiç bir insanın farklı
düşüncelerinden ve inançlarından dolayı
yargılandığını görmedim. Hiç kimseyi
sokakta infaz etmediler. Asker ve
sivil yaşam birbirinden ayrı. Hiç bir
generalin adını bilmem. Her
inanç ve kimlik kendisini ifade
edebiliyor. Yabancı ve misafir olmamıza
rağmen, bizlere insan muamelesi
yapılmaktadır. Her çocuğun, okulda
anadilini öğrenme hakkı vardır.
Demokratik sistemlerde önce insan sonra devlet
gelir..Devlet bireyin refahını
yükseltmekle yükümlüdür. Avrupadaki bu
demokratik yaşamın, Türkiyede olmasını
isterim. Hoşgörü ve kardeşliği
geliştirmeliyiz. Hergün devrim adına
bağırmak yerine, en basit hakların nasıl
alınacağı mücadelesini vermeliyiz. Kuru
laflarla ne devrim olur, nede gerçek
yaşamda bir iyleşme olur. Devleten
değişimini beklemek yerine, önce biz
kendimizi değiştirmeliyiz..Türkiye
cuhuriyetinde önce devlet, sonra
vatandaş gelir. Devlet, vatandaşı kul ve
köle görüyor... Herkesin kendisine itaat
etmesini istiyor.
Anadilde eğitim ve öğretim bir insan hakkıdır.
Anadil anneden öğrenilen ilk dil
olmasının yanısıra insanın kimliğini ve
kişiliğini oluşmasında belirleyici bir
rol oynar. Anadil olmadan bir kültürün
yaşaması mümkün değildir. Anadilini
yitirmiş bir kişi özkültürünü ve
kimliğini de yitirmiş olur. Dil olmadan
kültür olmaz. Her dilin yok oluşu bir
tarihin yok oluşu anlamına geliyor. Dil
kısacası halkın aynasıdır. Kendi dilini
kaybeden bir toplum ulusal olmanın,
toplum olmanın temelini kendi elleriyle
yıkması demektir
Acaba bizim insanlar kendilerini tanıyorlar mı?
Kendilerini tanımak için çaba
harcıyorlar mı? Her
şeyden önce kendimizi
sorgulamalıyız.
1-Hangi toprak parçasında dünyaya geldik ve bu toprak
parçasının adı nedir?
2-Dünyaya geldiğimiz topraklarda hangi dili konuşuyorduk ve
hangi inaçlarımız vardı?
3-Atalarımızın yaşadıkları bölgede hangi üretim ilişkileri
hakimdi?
4-Atalarımızın bağlı olduğu topluluğun adı nedir?
5-Ulusumuz hakında tarihi bilgimiz var mı?
6-Geçmişten bügüne yaşamımızda neler değişti?
7-Kendimizi inkar etmeden, başka topluluklarla hoşgörü
temelinde yaşabiliyormuyuz?
8-Türkiye ve Kürdistandaki gelişmeler bizi etkiliyor mu?
Etkiliyorsa neler yapmalıyız?
Bu kısa sorularla kendimizi tanımaya
çalışalım... Kendisini
tanıyanlar, haklarını araştıracaklardır.
Haklarını araştıranlar, bilinçlilenirler. Bilinçlenmiş
insanlar özgürdür. Özgür insan hiç
kimseden korkmadan
düşüncelerini savunur...
Özgür ve onurlu insanlar haksızlığa
karşı dururlar. Mazlum halklardan yana
olurlar.
Bir Kürt insanı olarak, haklarımı gaspeden Türk devletini suçluyorum. Çünkü;
1-Ülkemi, askeri güçüyle işgal altında tutmaktadır.
2-Askeri gücüne ve kurumlarına dayanarak, ulusumuzun
dokusunu değiştirerek, yaşamıma
müdahale etmiştir. Beni insani
haklarımdan yoksun bıraktırmış ve
Türleştirmiştir.. Bu durum
kültürel soykırımdır.
3-Beni Türkleştirdiği halde, farklı düşüncelerime
müsamah etmiyerek,
beni hain ve terörist ilan etmiş ve
ülkemde kalmamı engelemiştir.
4- Yaşama ve çalışma hakkımı gaspetmiştir.
5-Beni vatandaşlıktan atarak, vatansız ve göçmen bir yaşama zorlıyarak, ülkemden ve halkımdan
koparmıştır..
İnsanlık adına, Türk devletinden bana ait olan insani haklarımı, en
başta da anadilimi geri istiyorum.
Bunları vermediği taktirde kendisine
karşıduracağımı belirtiyorum.. Kaybolan
yıllarımı yeniden telafi etmek, özgür, onurlu
ve başı dik bir insan olarak ülkemin
toprağında yaşamak ve ölmek istiyorum.
30-09-2006..
D.TAS |
|
|
|
 |
 |
|
|
|
|
KANİYA
DERE GAZE |
.jpg) |
D.TaSh |
2005 yılında, köyümüz Kimsor"un Ahaskan
mahlesinde, Dere Gaze"de, Ale Ordenın
kızı Fatma tarafından bir çeşme
yaptırıldı. Bu çeşmeye "KANİYA
DERE GAZE adını verdi.
Dersimin Kımsor köyü
de diğer Kürdistan köyleri gibi, savaş
ve ekonomik zorluklardan dolayı
terkedilmek zorunda kalındı. Geçmişte 50
hanelik olan köyümüz, şimdi bir kaç
haneye düştü. Şu anda kalan ailelerde,
başka alternatifleri olmadıkları için
köyde kaldılar.
Köyden ayrılan
Kımsorluların kimileri Avrupada ve
kimileri de Türkiye metropollerinde
yaşıyorlar. Göçmen ve gurbet hayatı
yasayan Kimsorlular, yaşadıkları
alanlarda duygusal olarak geçmiş
bağlarından kurtulmadılar. Kimileri
geçmişinine lanet okuyup, asimile
olurken, kimileri de olan bitenin
nedenlerini öğrenmeye ve kendilerini
sorgulamaya başladılar. Yurtsever
olmanın kıstası, terkettikleri
toprakları ve bu topraklarda yaşayan
atalarının diline ve kültürüne sahip
çıkıp çıkmama olarak algılamasıdır.
Fate Ale
Orde küçük yaşta iken köyünü
terketmişti. Önce İstanbul da yaşıyordu.
Evlendikten sonra Almanya ya yerleşti.
Almanyada kaldığı sürede ülkesine ve
köyüne olan hasretlik duygularıyla
büyüdü. Bu duygular öylesine büyüdü ki
mutlaka doğduğu topraklara gidecekti.
2005 yılında köye gitmeye karar verdi.
35 yıl boyunca ayrı kaldığı köyünü
ziyaret etti. Yeniden dünyaya gelmiş
gibi, çocukluğunu yeniden yaşadı. Oranın
havasını soludu, suyunu içti. Bağırıp
çağırdı. İçindekilerini döktü. Hasretini
doya doya yaşadi ve tekrar kendini
buldu. Kendi kendine yemin etti. Bundan
sonra hiçbir güç beni köyüme gelmemi
engelemiyecektir. Bu karardan sonra,
virane olmuş babadan kalma evini yapmaya
karar verdi. Bir mütahitle anlaşarak,
doğduğu baba evini inşa etti .. İki
yıldan beri iznini köyünde ve kendi
insanlarının arasinda geçiriyor..
Fata Ale Orde, yalnızca
evini yapmakla kalmadı. Ayrıca köyünde
mutlaka hayırlı bir iş yapmakta
istiyordu. Onun köyde bir çok çocukluk
anıları vardı. Dere Gazede dünyaya ilk
adımını atmıştı. Bunları düşünürken,
çocukluğunun geçtiği yerde, bir Çeşme
yaptırmaya karar verdi. Dere Gaze
köyümüzün girişi ve açik bir mekandır.
Dağlardan gelen rüzgarlar orda insanınn
ruhunu temizler. Temizlenen ruhlarla
gelecekler kurulur. Dere Gaze bu
anlamıyla başlangıçtır. Ordan ayrılıklar
ve kucaklaşmalar başlar. Orası kavga
edenlerin barış meydanıdır. Orda
atalarımızın ayak izlerine rastlanır.
Hatıralar tazelenir. Köye gelen her
kişi, her misafir mutlaka orda durur ve
dinlenir. Bir anlamda orasi bir köy
kahvesidir. Tam da böyle bir alanda
çeşme yapmak oldukça anlamlıdır. Oraya
uğrayan her insan orda dinlenir ve su
içer. Her su içtiğinde çeşmeyi yaptırana
dua eder ve teşekkürlerini sunar.
Fatma kendi emeği
ile, hiç kimseden bir yardım almadan bir
eser yapmıştır. Çeşmenin isminide
kendisi seçmiştir. Tüm
hemşerilerime tavsiyem Fatmayı örnek
alsınlar. Kendileri de köyüne bir hizmet
sunsunlar. Köyde yapılan her hizmet
bizleri birbirimize dahada
yakınlaştırır. Çocuklarımıza örnek olmuş
oluruz. Kımsor daha uzun yıllar yerleşim
yeri kalır..
Fatma, Kımsor ve kürt kadının
onurlandıran bir iş yapmıştır. Yıllarca
icinde büyütüğü duygularını pratiğe
dökmüştür. Türkiyede insanlarımızın
asimile olduğu bir dönemde, o kendi
diline, kimliğine ve kültürüne sahip
çıkmıştır.. Köyümüzde daha fazla
Fatmalar olmalı ki, köyümüz daha da iyi
aydınlansın..
Kımsorun
yurtsever kadını Fate, hepimize örnek
olmuştur. Bundan dolayı kendisini
kutluyorum. Yaşamı boyunca başarı ve
mutluluk diliyorum..
SILAVE GERM HEMU MİROVEN KUMSURAN!
05.09.2006
D.TAS
|
|
|
|
 |
 |
|
|
|
YENİ BİR
SİTENİN
AMACI! |
.jpg) |
D.TAS |
DEĞERLİ DOSTLAR!
BU SİTENİN ASIL AMACI KİMSORANLAR
ARASINDA DİALOG GELİŞTİRMEK VE
ÜLKEMİZ KURDİSTAN HAKKINDA GENEL BİR
BİLGİ VERMEĞİ AMAÇLAMAKTADIR..
EĞER MEVCUT
KİMSORANLARIN SİTELERİ BU AMACA HİZMET
ETSEYDİ, BİZLER BU SİTEYE
GEREK DUYMIYACAKTIK. BAZI SİTELER
YURTSEVER SESLERE TAAHAMÜL EDEMEDİKLERİ
GİBİ, RESMİ İDEOLOJİNİN KÜRT İNKARİ
POLİTIKASINA GÖNÜLLÜ
HİZMET VERİYORLARDI. BU DURUMLARA
DAHA FAZLA GÖZ YUMAMAZDIK..
DÜNYAMIZIN
İÇİNDE BULUNDUĞU DURUMU GÖZÖNÜNE ALARAK,
HALKIMIZIN TALEPLERİNİ DAHA FAZLA DİLE
GETİRECEĞİZ.. BU KONUDA GÖRÜŞ BELİRTEN
HER İNSANA SİTEMİZ AÇIKTIR.
KÜRT SORUNU
CUMHURİYET TARİHİNİN EN TEMEL SORUNUDUR:
BU SORUN ÇÖZÜLMEDİĞİ SÜRECE,
TÜRKİYEDE YAŞAYAN EZİLEN HALKLAR KAN
KAYBETMEĞE DEVAM EDECEKTİR.
HEM KÜRT
OLUŞUMUZDAN VE HEMDE TARİHE KARŞI
SORUMLU OLMANIN GEREĞİ OLARAK,
KÜRT SORUNUNA DUYARLI OLMAYA DEVAM
EDECEĞİZ.
BİZİM ESAS
AMACIMIZ HALKIMIZIN SORUNLARINI ORTAYA
KOYMAK VE BU DOĞRULTUDA BİR ÇABA
GÖSTERMEKTİR..
BİZ BİLİYORUZ
Kİ ÜLKEMİZ İŞGALCİ GÜÇLERDEN
KURTULMADIKÇA, ONLARIN YARATIĞI
TAHRİBATA GİDERİLEMEZ. EĞER BUGÜN
HALK OLARAK FARKLI TELLERDEN
ÇALIYORSAK GERÇEK NEDENİ BU
SÖMÜRGECİ GÜÇLERDİR.. GERÇEK BİR
YURSEVERLİK ANCAK HALKININ
MÜCADELESİNİN YANINDA YER ALMAK VE İMHA
VE İNKARA KARŞI DURMAKTIR.
BUNDAN BÖYLE
HALKIMIZA YÖNELİK DÜŞMANCA
ANLAYIŞLARI MAHKUM ETMEĞE DEVAM
EDECEĞİZ.. RESMİ İDEOLOJİNİN YALANLARINI
TEŞHİR EDECEĞİZ. HER YURTSEVER SESE DE
EŞLİK EDECEĞİZ..
HEPİNİZE SEVGİLER VE SELAMLAR..
D.TaSh |
|
|
|
 |
 |
|
|